12 Aralık 2011 Pazartesi

İZMİR'DEN BİR ÇANAKKALE SERAMİĞİ


7 Aralık 2012 tarihinde, İzmir'de Kızlarağası denilen çarşı kompleksinde gezerken, Tahir Taşkın'ın işlettiği 19 numaralı Nostalji Antik adlı bir eski eşya satıcısında rast geldiğim ve kendimce çok hoş olmasa da ilginç bulduğum bir örneği paylaşmak istedim. Malum bu sepet örgü görünümlü örnekler, geleneksel Çanakkale seramikleri arasında özel bir yere sahipler. Üretim zorluğu nedeniyle çok yoğun olarak karşılaşılmasa da, değişik örneklere zaman zaman rastlanılmakta. Yıllar önce Sanat tarihçi ve kolleksiyoner Ahmet Uslu'da buna benzer bir seramik görmüştüm. Ebat olarak daha büyük ve daha zarif çalışılmıştı. Tabağın ortassındaki parçada ise çok güzel bir tavus kuşu rölyefi bulunmaktaydı. Fotoğrafını çekememiş olmanın pişmanlığını yaşasam da, bu örnekte fotoğraf makinam yanımdaydı ve görüntü alabildim. Nihayetinde bu örneğin geniş kenarı 35 cm., kırıksız ve noksansız olup orta kısımda yer alan levha üzerinde, bir çift armut rölyefi bulunmakta. Armutlar dalında ve yine bir çift yaprakla birlikte betimlenmiş. Ayrıca bu rölyefin çevresinde 23 adet kabara bulunmakta. Tabağın gövdesini oluşturan fitiller ise içte 33, dışta ise 31 adet. Tabağın kenar bordüründe ise bitkisel kıvrımlı ve sürekli bir dekor yer almakta. Kenar bordürü ve merkez levhanın kalıp yöntemiyle çoğaltılarak kullanıldığı, tabak incelendiğinde çok belli oluyor. Yüzeyde sır altı astar uygulaması üzerine sarı ve yeşil ağırlıklı bir sır uygulanmış. Rölyeflerde ise sır aşınması mevcut. Bu tabak orjinalliği ile ne fiyat eder, müzayedeye çıksa ne fiyata yükselir bilemeyiz fakat satıcı tam olarak 1500 TL. fiyat istemekte.

16 Kasım 2011 Çarşamba

ÇANAKKALE'DE WOLLASTONİT



Bu konuyu Çanakkale Değerleri Sempozyumu sonrası hazırlanan, değerler envanteri maddesi için yazdım. Seramikçiler için önemli olan wollastonit minerali, ne yazık ki, artık maden olarak işletilip, pazarlanmıyor.
DEĞERİN KISA ÖYKÜSÜ: Teorik olarak bileşimi %48,25 CaO ve %51,75 SiO2 den oluşan Wollastonit minerali, lifli doğal kalsiyum metasilikattır ( CaSiO3). Nadiren saf olarak bulunur. Sentetik olarak da üretilebilmektedir. Özgül ağırlığı 2,9 ; Mohs sertliği 4,5 ; erime noktası 1540 Co, molekül ağırlığı 116 dır. Hidroklorik asitle tepkimeye sokulduğunda kompozisyonu bozulmaz ve bileşimindeki silikatlardan jel oluşturmadan ayrılır. Pek çok endüstriyel kullanım alanında kendine yer bulabilmektedir. Özellikle seramik ve çimento sanayisinde önemli bir yeri vardır. Diğer kullanım alanları boya sanayi, plastik sanayii, cam sanayi, tarım işleridir. Yıllık tüketim miktarı yaklaşık 1300000 tondur. Seramik sanayisinde çamur ve sırların üretiminde kullanılabilen wollastonit, çamur bünyelerde eritici olarak görev alıp, pişme sıcaklığının düşürülebilmesini sağlar. Yapısında karbonat bulunmasına karşın, pişme sırasında gaz çıkışı gerçekleştirmez ve bu nedenle tek pişirim özelliğindeki çamurlarda bile rahatlıkla kullanılabilirler.
Wollastonit düşük ısılarda sinterleşebilen, yüksek ısıya dayanıklı, mekanik direnci yüksek, su emmesi kontrol edilebilen, rahatlıkla preslenebilen ve yalıtım özelliği olan bir mineraldir. Bazı kristalleri uzun dalga ultraviyole ışık altında floresan özellikler gösterir ve 1120 Co de genleşme katsayısı değişerek psuedowallastonite dönüşür. İlk kez 1935 yılında Kaliforniya’da (A.B.D.) çıkartılan monaklinik kristal sisteminde beyaz çubuk şekilli bir mineral olan ve Amerika Birleşik Devletlerinde 1952 yılından beri kullanılan wollastonit için 2. Dünya Savaşının sonuna dek ekonomik anlamda işletilmesiyle ilgili bir çalışma yapılmamıştır. Rezervleri A.B.D., Rusya, Finlandiya, Romanya, İsveç, Meksika, Yugoslavya, Avustralya, Hindistan, kanada ve Türkiye (Çanakkale, Bursa, Balıkesir) de bulunmaktadır.
DEĞERİ KORUMA VE GELİŞTİRME STRATEJİSİ: Çanakkale’de Bayramiç Yeşiller Köyü, Çan Etili, Yenice Kurtlar Köyü Wollastonit yatakları bulunmaktadır. Kale Madencilik Bayramiç’de 1988 yılına kadar yalnızca kendi ihtiyacı için wollastonit ocağı işetmiştir ve ruhsat sorunları nedeniyle işletme kapanmıştır. 10 mikron wollastonitinin tonu 610 $ dır. Yurdunuzda şimdiye dek herhangi bir ihracat gerçekleştirilmediyse de yeterli miktardaki zengin rezerv varlığı, wollastonitin zenginleştirilmesiyle ciddi gelir getirebilecek bir ihracat kolu oluşturulabilir. Burada yerli üreticilerin sanayicilere talepte bulunarak işletmenlerin yeniden açılarak, zenginleştirme çalışmaları için yatırım yapılması gerekmektedir.
DEĞER STRATEJİSİNİ UYGULAYACAK KURUMLAR: Üniversite, Belediye, Valilik, Araştırma Merkezleri, Sanayi, M.T.A., KOBİ ler

ÇANAKKALE İÇİN SERAMİK ALANINDA CILIZ BİR ÜMİT IŞIĞI

Çanakkale Belediyesi'ne, yaklaşık 4-5 yıl önce kendilerine yazdığım resmi bir yazı ile, kentteki seramik üretiminin niteliksizliğini ve sağlığa aykırı yönleri olduğunu bildirmiştim. Meclis salonlarına üreticiler toplandı, bilgiler verildi, yasaklar olacağı söylendi. Ne işlevi bile olduğunu bilmediğim bir kurulun başına getirildim, ya da onun gibi bir şey ama içi boşmuş. Seramik denetleme bilmem ne, bir şeyi. Durumu enine boyuna değerlendirdikten sonra, yetkliler üreticilere destek olmak, yeni fikirler oluşturabilmek ve bir nebze olun doğru yolu göstermek adına 3 yıl peş peşe hediyelik seramik eşya yarışması düzenlendi. ÇOMÜ olarak destek olundu. Yarışma sonrası bir sürü seramik üretildi, satıldı, savuldu, duman oldu. Yarışmada ödül alan seramikler, cam fanuslara konuldu, Belediye koridorlarında teşhir edildi. Gidenler görmüşlerdir. Uzun zamandır uğramadığımdan son akibetlerini bilemiyorum. Hatta bir kısmı da evlendirme dairesinde durmaktaydı ya, genç evlilere kültür ve sanat sevgisi aşılamaktaydılar. Ama kırık dökük halleriyle nereye kadar? Ardından bir festivalde sembolik olarak da olsa bir seramik çalıştayı düzenlendi. Yine ÇOMÜ destek oldu. Bu çalıştay yerel kaynaklarla uluslararası katılımcılı gerçekleşti, zaten festival de uluslararasıydı. Üniversite atölyeleri tepe tepe kullanıldı, çok özel seramikler üretildi. Sergi açılışı, şak şak, alkış, sonra seramikler yok oldu. Bir ara Belediye halkla ilişkiler standı arkasında haşmetli olarak bir örnek duruyordu, umarım kırmamışlardır. Bir örnekle de kent müzesinde gelenlere naneli şeker ikram ediliyordu, sonra uyarımı dikkate alıp kaldırabildiler sanırım, bir diğeri ise bir kapı önünde duruyordu umarım onu da kaldırmışlardır. Bu çalıştayın ürünleri, inşa edilecek bir müzede sergilenip korunacak diye planlanmıştı, ilk tamamlanan müze kent müzesi oldu ve burada bir reyon ayrılacağı söylenmişti. Ama olmadı. Çanakkale (çanak bir seramik biçimi oluyor) kenti, seramikleri ile övünen bu kent, nedense bu kentte üretilen bu eserleri kent müzesinde koruma ve sergiye alamadı, sevemedi, belki de birileri tarafından engellendi. Bu müze şöyle, bu müze böyle, burada seramik olmaz gibi imalar olmuş olabilir? Bence olmuştur. Vizyonu dar bir takım bilgelerle, bu işler nasıl yürü ki? Sonrası... Sonrasında Kent Müzesi'nin de hali malum diyorlar, halk mutsuz, müze yönetimi başarısız olmuş olsa ki, bu durum ve söylenceler oluştu. Akabinde kentte seramik konseyi kuruldu, Prof. Erdinç Bakla bu işte öncü oldu, onca insanı topladı, 2, 3 hatta 4 Rektör eskitti, ki 82'den beri kentte konferans vermiştir, Çanakkale'de bir seramik müzesine ihtiyaç olduğu gerçeğini defalarca vurguladı. Kente kaç kez geldi, kaç konuşma, konferans, sohbet yaptı ben takip edemedim. Bunların bir kısmında da katkımız oldu, tamamen gönüllü olarak. Müze için toplantılar, toplantılar. Bir de baktık durum artık gönüllülükten çıkmış, duygusallığa geçmiş. Bu duygusal kesimde yerimiz tabi ki yok, olmamalı da. Ama birileri de duygusal olmalı ama. Beklenen duygussallıkla işler tıkırında yürüdü, varsın yürüsün, yeter ki kent seramik müzesine kavuşsun. Lakin korkum odur ki, bu işin sonundan bir çapanoğlu çıkmasın, müze hedefinden şaşmasın. Bu süreçte ters giden şeyler olmadı mı? Oldu tabi. Prof. Erdinç Bakla kente küstü. Bir takım gazete havadisleriyle, yıpratılan durum, hedefine ulaştı. Bir takım işgüzarlar bir şeyler yazdı, ardından paparayı da yedi hani. Ardından, mevzunun seramikle ilgili kısmında, seramikten anlamayan birileri olaylara el attı. Bize ihtiyaçları kalmadı, çabalarımız sonuçsuz ve havada kaldı. Ama dahice fikirlerle bizler de aydınlanmış olduk, ihtiyacımız varmış demek! Seramiği yeniden öğrendik bir nevi. Bu bir kaç yıllık süreçte ÇOMÜ olarak, yerel pek çok seramik atölyesi ile ortak çalışma, fikir, bilgi, teknik alış verişimiz oldu, reklama gerek duymaksızın. İmkanlar ölçüsünde, sır, astar, form, malzeme konusunda katkı sağladık, üreticilerle birbirimize, üretim yaptık. ÇOMÜ öğrencileri aracılığıyla 2 yılda kente yaklaşık 20-25 bin seramik yaydık. Belediyenin misafirlerine ve satış mağzasına ÇOMÜ olarak seramik ürettik. Üreticilerden Esen Hanıma nar üretme fikrini verdik, bu fikri Midilli adasından getirdiğimiz örnekle gerçekleştirdik, bu fikri başka üreticiler de kullandı, iyi bir model oluştu. Artık Çanakkale narı diye bir süreç başladı. Kütahyalı uyanık bir üretici ise narın tescilini almaya kalktı. Sonrasını bilemiyorum. Nar Allah'ın narı, neyi nasıl tescil edeceksiniz, ama yaparlar. Olmaz olmaz derler. Polyester, alçı ve ziftli seramiklerle savaştık üretilmesin diye, dost üreticileri sırlı seramiğe yönelsinler diye teşvik ettik. Tevfikiye İlköğretim öğrencilerine seramiği anlattı, tanıtık, uygulattık, sergi açtık, belki toprağı severler diye, belki rahatlarlar, huzur bulur ve ilerde bir seramikçi kazndırırız diye. Tamamen gönüllü olarak, cebimizden para harcayarak, haftalarca çalıştık. Daha da ileri gidip, yerel üreticilerin eğitimi için çok mütevazi bütçeli bir eğitim projesi hazırlayıp sunduk, dikkate dahi alındığını sanmıyorum. Kutlu ve İsmail Usta eğitmen olacaktı, olamadı. Şimdilerde sanırım yeni sona eren bir proje gerçekleşti. İnternetten takip etme imkanımız oldu. Detaylı bilgimiz yok, açılışına ve eğitim sürecine davetli değildik, sağ olsunlar, yetkililer uygun görmemiş. Güney Marmara Kalkınma Ajansı'nın onayladığı 200 küsur bin liralık "Çanakkale Seramiği Anı Eşya Üretimi" adlı bir proje. Kent için yeni, güzel ve bence umutsuz bir girişim daha. İnternetteki sayfasında http://www.canakkale.bel.tr/bpi.asp?caid=226&cid=13551 detaylı güzel fotoğraflar var, bakılabilir. Fakat eğitmenlerden bahsedilmemiş, bari biz yazalım. Çömlekçi ustası İsmail Bütün ve ÇOMÜ'de uzman Necati Işık. Kurs düzenlendi, İsmail Usta çarkta çanak çekti, dekorlandı, pişti, sırlandı, oldu bitti. Peki usta ve diğer eğitmenler işten el etek çekince ne olacak? Karamsar bir tahminle, bir müddet can çekişme evresi, raflar tozlanacak, çamurlar kuruyacak, sırlar çökecek. Pişmemiş çanaklar hava durumuna göre küflenecek. Ya da dikkatsiz meraklılarca kırılacak. Pişenler, sağa sola dağılacak. Atölye ise sonunda ya birine devredilecek, ya da işlevselliği yitirtilip birisinin kontrolünde kabuk değiştirecek. Ben fırınlara üzülürüm esas, bir de tornalara. Duvarlardaki sıra sıra klimalar da uygun bir yerlere nakledilir belki, malum kentte yazlar çok sıcak geçiyor, dairelerde bunalıyor insanlar. Umarım karamsar öngörülerimde yanılırım ve bundan da çok büyük mutluluk duyarım. Ek olarak bir de burada kurs alanalar var tabi, acaba kaçı bu eğitimi mesleğe çevirip, seramik üretimine devam edecek? Zamanında Kültür Müdürlüğü bile düzenlediği kurslarda daha çok başarılı oldu bence. Küçücük bir atölyede, Yüksel Ergen Bey'in de malzme desteği ile, bir çok seramiğe gönül veren insan yetiştirdiler. ÇOMÜ de Kültür Evi'nde ve ceza evinde Çanakkale seramikleri temasıyla kurslar düzenledi (http://mfkaragul.blogspot.com/2011/10/geleneksel-canakkale-seramikleri.html). Buralara katılan kursiyerler, bu işleri yıllar önce kurdukları dernekle devam ettirmek istemişlerdi ama destek olan malesef çıkmadı. Ama Güney Marmara Kalkınma Ajansı sayesinde herşey birden değişti, iyi ki bu kurum varmış da, güzel bir şeyler olacak ümidi besleyebiliyorum. Biz ithal seramikçiler ve bu konuda gönüllü çalışmak isteyenler amacına ulaşamadı ama, olaya başka açıdan yaklaşılınca işler yoluna giriyormuş da, biz proje üretme noktasında aciz durumdaymışız. Her şey ne güzel .

15 Kasım 2011 Salı

ASSOS NEKROPOLÜNDE BULUNAN BİR PİTHOS RESTORASYONU


Assos arkeolojik kazısında restoratör olarak görev yaptığım 1995 senesinde gerçekleştirdiğim restorasyon projesi ve sonuçlarıdır:

Uygulamalı araştırma projesindeki amaç, 1994 yılında Assos arkeolojik kazısında Nekropol alanındaki K VII f-k/1-5 açmasında 08.08.1994 yılında bulunan ve restore edilecek bir pithosla (GR 5) (Resim 6: Fatih Karagül) ilgili temel bazı  bilgileri aktarmak, küçük bir uygulama ve  kısa bir araştırma nasıl yapılır konusunu restoratörlere ve genç öğrenci  aktararak fikir verici olmaktır.

Tabi ki kazı alanlarının kısıtlı imkanları ile çok fazla test ve analiz yapmak mümkün olmamaktadır. Ancak özel izinler ile, üniversite ya da devlete ait hatta kimi özel laboratuvarlarda daha derinlemesine analizler de yapılabilir. Örneğin seramiklerin kesit analizleri, XRD, DTA ve renk analizleri gibi. Tabi ki bu veriler de o seramiklerin bünye, sır yapıları, yaklaşık pişirim dereceleri  hakkında fikir verebilmektedir.

Pithoi arkeolojide pithos kelimesinin çoğulu olarak kullanılan bir kelime olup, pithos için ise şu tanım yapılabilir: Su ve erzak depolama işlevi dışında mezar kabı olarak da kullanıldığı saptanan bu küpler, genellikle büyük boyda, kaba hamurlu, kalın cidarlı çömlek tipinde kaplar olup, yabancı yayınlarda Yunanca kökenli “Pithos” ( Resim 6) adı ile anılırlar (ÖKSE, A. Tuba; Önasya Arkeolojisi Seramik Terimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1993, İstanbul,sf:55). 1981 yılından beri Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından gerçekleştirilen nekropol alanındaki kazılarda pek çok dönem ve bu dönemlerde kullanılmış farklı mezar tipleri ortaya çıkarılmıştır. Arkaik dönemden Roma çağına kadar kullanılmış olan nekropol alanı, dönem farklılıklarını mezar tipleriyle çok iyi bir şekilde yansıtmaktadır.

MEZAR TİPLERİ: Roma Çağı mezar mimarisi kendinden önceki dönemlere göre çok gelişmiş ve üst seviyededir. Özellikle aile mezarları ve beşik tonoz örtülü sivri çatılı kapaklı tek parça kaya oyma (andezit) lahitler gelişimlerinin son noktasını temsil etmektedir. M.S. 2. ve 3.yy larda beşik tonozlu tek ve çift odalı mezar anıtları da yapılmıştır (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Assos, Arkeoloji ve Sanat yayınları, 1996, İstanbul, sf:42). Bu büyük boyutlu lahitlerin bazıları yükseltilmiş podyumlar üzerinde yer almaktadırlar. MÖ. 4. yy - 1. yy arasına tarihlendirilen lahitler ise Roma Çağı’ndakilere göre daha sade kalmaktadırlar. Basit yapılı ve düz kapaklı bu tip tek parça lahitlerin üzerleri toprakla örtülüdür. MÖ. 5. yy a ait olan mezarlar ise çok parçalı taşlardan şekillendirilmişlerdir. Bu katın altında ise MÖ. 6. yy. (Asia Minor, Studien Band 5, Tido Janßen, Ausgrabungen in Assos 1990, Bonn, sf:103-106) Arkaik döneme tarihlendirilen pithos ve urna (yakılan ölülerin küllerinin içine konulup, ağızlarının kylix gibi seramik kaplarla kapatılıp gömüldükleri kaplara verilen ortak ad) mezarlar yer almaktadır [Resim 2: (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:55)]. Pithos mezar olarak kullanılan bu büyük boyutlu küplere ölüler 1 yada 2 kişi olarak düz, hoker (ana karnındaki fetüsün pozisyonu) yada yarı hoker duruşunda yerleştirilmişlerdir. Küplerin ağızları ise büyük boyutlu seramik kaplar ya da taş levhalarla kapatılmışlardır. Küplerin duruşu, ölülerin başlarının pithosun ağız kısmına göre yerleştirilmesi ve ağızlarının düz bir taşla kapak olarak kapatılışı pek çok yerde görüldüğü gibi (MÖ.2600-2450 Truva 2. katman (Asia Minor, Age, sf:103-106), MÖ.3000-2000 Eski Tunç Çağı Kalınkaya (ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, T.T.K. Basımevi, Ankara,1988, XVII) ; bazılarının ağızlarının içinde genişce kapak yerleri de vardır (ÖZGÜÇ, Tahsin; Maşathöyük II, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1982, sf: 63). Anadolu’da pek çok yörede, sanki doğacak çocuğu çevreleyen ana rahmine benzercesine, küpün çeperleri tarafından çevrelenmiş hoker duruşundaki cestler, ölü hediyeleriyle birlikte, toplum inançlarına göre belirli mekanlara yerleştirilmekteydiler. Ölüler Hitit’lerde sedirlerin altına gömülürken (ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, Age, XVII), Yunan uygarlığında ise nekropol alanları seçilmiştir. Bu ölü gömme metodu, MÖ. 2200 den itibaren Anadolu, Ege, Kıta Yunanistan, Sicilya, Karadeniz ve Kıbrıs’ta da görülür (Asia Minor, Age, sf:103-106).

ÇEŞİTLİLİK VE KULLANIM ALANLARI: Bu küpler pithos mezar olarak kullanılmadan önce muhtemelen başka amaçlar için de kullanılmış olabilirler. Bu düşünceyi doğrulayacak olan bir örnek 1990 kazısında ortaya çıkarılan CX karesindeki 17 nolu pithostur [Resim:1 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:42)]. Bu pithosun yüzeyinde kurşun kenet izleri bulunmuştur (Asia Minor, Age, sf:103-106). Bu izler pithosun daha önce kullanılırken kırıldığını ve tekrar kullanıma kazandırılıp, son olarak ise mezar amacıyla kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bu şekilde kurşun kenetlerle restore edilip tekrar kullanıma sunulan örnekler yalnız bu yörede ve pithos mezarlarla sınırlı olmayıp farklı seramik malzemeler ve farklı antik merkezlerde de görülmektedir. Assos’ta bulunmuş olan MÖ. 6. yy a ait olan bir yonca ağızlı sürahide [Resim:3 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:52 )] ve Oryantalizan anforada da yine kurşun kenet delikleri görülmektedir . Hatta adı geçen Oryantalizan örnek üzerinde tamir sonucu yerleştirilmiş olan kurşun parçacıkları, sağlam bir şekilde yerlerinde durmaktadır. Pithosların farklı bir amaç için kullanıldıklarını yüzeylerinin incelenmesinden bile anlayabiliriz. Öyle ki bazıları çok fazla aşınmışlardır. Bunlara örnek olarak ise Assos dışından, Gabalou Etolya’dan Protogeometrik (MÖ. 1000-875) Pithoslar gösterilebilir. Bu örnekler mezar amacından önce kırılmış ve yüzeyleri çok yıpranmışlardır (Asia Minor, Age, sf:103-106). Ayrıca Eski İzmir yerleşmesindeki Subgeometrik (MÖ.675-640) döneme ait XXXIV no lu odadaki bir çok büyük pithos, buranın bir kiler olduğunu açıklamaktadır (AKURGAL, Ekrem; Eski İzmir I, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993, sf:23) ve bunlar da gıda maddelerini depolamak için kullanılmışlardır. Dekorlu pithos örnekler kökende mezar kapları olarak üretilip kullanılmamışlardır. Buna neden olarak bu örneklerin, mezarlıklar dışında ev alanlarında bulunmalarından anlıyoruz. Bu pithos örnekleri MÖ. 8-6 yy arasında Girit, Rodos, Tenos ve Biotien’de görülmüştür (Asia Minor, Age, sf:103-106).

BULUNTULAR VE TARİHLENDİRME: Mezar amaçlı kullanılan pithos örneklerinden, içinde oldukları dönem ve uygarlıklara göre farklı tiplerde mezar hediyeleri bulunmaktadır. Anadolu’da özellikle mezar olarak kullanılan pithoslar, ölü hediyeleri ve çeşitlilik açısından zengin örnekler sunarlar. Eski Tunç Çağı’ndan (MÖ. 3000-2000) Kalınkaya yerleşmesinde ev tabanlarına yerleştirilmiş ve taş kapaklarla örtülü pithoslar bulunmuştur. Bu mezarlar Orta Anadolu’nun bu çağında çok yaygındır. Pithoslardan bulunan hediyeler tunçtan basit güneş kursları, hayvan figürinleri, seramik idoller, seramik kaplar, boncuk ve düğmeler, savaş aletleridir. Altın ve gümüş hediyelere rastlanmaz. Hediyelerin çoğunun benzerlerini Alacahöyük mezarlarında da bulmak mümkündür (ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, Age, XVII). Assos’ta ki pithoslardan gelme mezar hediyeleri ise seramik eserler ağırlıkta olmak üzere, gümüş ve bronz takılar, striglis [Resim:5 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf: 63)], iğne gibi objelerdir. Buluntular Helenistik dönem lahitlerindeki kadar zengin olmasa da, 1994 kazısında, K VII açması 5 no’lu mezardan bulunan Gordion Kylixi (MÖ.6. yy ilk yarısı) gibi nadide seramiklere de rastlamak olasıdır [Resim:6 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:52)]. Buluntular sayesinde de tarihlendirmeler sağlıklı bir biçimde yapılabilmektedir. Ayrıca pithos mezarların tabakalanmada en altta bulunuşları ve belirli bir düzen içinde yerleştirilmeleri de fikir vericidir; lahitlerin pithos mezarların üzerlerinde yer almaları sonucunda 6. yy. ın 1. yarısından itibaren Assos’ta pithos ölü gömme geleneği, yerini lahit gömülere bırakmıştır. 1994 Döneminde gerçekleştirilen Assos arkeolojik kazılarında, nekropol alanında 6 adet pithos bulunmuştur. Nekropol alanındaki A VII açmasında 4 adet, K VII açmasında 2 adet bulunan bu pithoslar farklı özellikler göstermektedirler. Aryballos erkeklere ait bir koku kabı olduğundan, striglis ise sporcu erkeklerin kullandıkları bir tür metal kaşık olduğundan, GR 3 ve GR 18 pithoslarındaki cesetlerin erkeklere ait olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca dikkat edilirse bu iki pithos en uzun ilk 3 pithos arasında da yer almaktadır. Bu da erkeklerin kadınlara göre daha uzun boylu olmalarından kaynaklanmış olabilir. Buradan çıkan sonuçla 192 cm yüksekliğindeki GR 10 pithosu, içlerinde en uzunu olduğundan, içinde bulunan cesedin de bir erkeğe ait olduğu düşünülebilir. 161 cm yüksekliğindeki GR 15, pithosların içinde en kısa oluşu ve mezar hediyesi olarak da küpe ve bilezik sunması bakımından bunun bir kadına ait olma ihtimali kuvvetlidir.

ANALİZ: Pithos örneklerden alınan küçük parçacıklar üzerinde su emme testi yapılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda hassas terazide ilk tartımları yapılan parçalar 12 saat suda bekletilmiş ve sonra ikinci kez tartılmışlardır. Aradaki farka göre hesaplama yapılıp seramiklerin % su emmeleri saptanmıştır. Su emme (porosite) seramiklerde belirli faktörlere bağlıdır. Kalınlık, sinterleşme, malzeme yapısı ve dolayısıyla gözeneklilik bunların en önemlileridir. Kalınlık hacmi etkiler fazla hacim de daha fazla su emer. Sinterleşme pişirimle bağlantılıdır, seramikler ne kadar yüksek derecede pişirilirse o kadar az su çeker. Malzeme yapısı sinterleşmeyi etkiler, seramik bünyede bulunan alkaliler ve Fe2O3 pişirim sırasında eritici rol oynadığından, malzeme daha iyi pekişip az su çeker. Ayrıca yine seramik karışımında kullanılan organik malzemeler, pişirim sırasında yanıp yok olduğundan, yerleri boşluklar (poros) olarak çamur yapısında yer alır ve eğer yüksek derecede sinterleşme gerçekleşmezse porositeyi artırır. Örnekler incelendiğinde su emmenin malzeme kalınlığıyla bağlantısı olmadığı görülmüştür. 1.80 cm. et kalınlığındaki GR 18 %14,30 su emerken, aynı kalınlıktaki GR 17 % 12,50 su emmektedir ve aralarında %1,80 lik su emme farkı bulunmaktadır. 2,70 cm. kalınlığındaki GR 5 ise %13,80 su emerek, kendisinden 0,90 cm. ince olan GR 18 den bile % 0,50 daha az su emmektedir. Bu durumda kalın olan benzer seramiğin daha fazla su emmesi beklenirken saptamalar sonucu, tutarsızlıklar görülmüştür. Aralarındaki farklılıkların kalınlıktan kaynaklanmadığı saptanmış ve farklı nedenler üzerinde durulmuştur. Tüm bu incelemeler sonucunda % 12,5 su emmesi olan GR 17 diğer örneklere göre yumuşak olmasına rağmen, küçük ve az gözenekli oluşu, büyük ve çok miktarda şamot-taşcık, az miktarda kireç içermesi, 800-1000 0C lik pişimiyle diğer örneklere göre daha sağlıklı sonuçlar vermiştir. Diğer örnekler çelişkili verileriyle tutarlı bir kıyaslama imkanı yaratmamaktadırlarlar.
RESTORASYON: K VII f-k/1-5 açmasında bulunan GR 5 pithosu, resim 8 deki planda görülmektedir. Oyulmuş olan ana kayaya yerleştirilmiş ve ağzına da yassı bir taş levha kapak olarak yerleştirilmiştir. Dip kısmında, tüm gövdeye oranla üçte birini kaplayan bir başka lahdin kapağı yer almaktaydı. 07.08.1994 günü kazı sırasında bütün olarak (çatlaklı fakat dağılmamış halde) bulunan bu pithos, 2. günün sonunda parçalanmış bir halde kazı evine getirildi. Kazı alanında yerinden oynatılmadan parçaları numaralandırılıp, çizimi yapıldığından temizlikten (yıkanıp, fırçalandı) sonraki yapıştırma safhası başarıyla tamamlanmıştır. Her türlü duruma hazırlık amacıyla yapıştırma işlemi geri dönüşümü ve sökülmesi kolay bir malzeme olan ahşap tutkalı ile gerçekleştirilmiştir. Yapıştırmaya ağız kısmı aşağıya gelecek şekilde başlanmış ve dip kısmı yukarıya gelecek şekilde devam edilmiştir. İç kısımdan desteklemek için de tutkallı pamuklu (amerikan bezi) bezler geniş parçalar hallinde kullanılmıştır. Yapıştırılıp yükselen form yanlarından ahşap kalaslarla desteklenmiştir. Tümlenmesi biten pithosun parçalarının %95’i yerlerine oturtulmuş, eksik kalan yerler kazı alanında kaybolmuş olup daha sonra boş kalan yerler tamamlanmıştır. Tamamlamada ise yine ahşap tutkalı kullanılmıştır. Tutkal, kalekim seramik karo yapıştırıcısıyla karıştırılıp kıvamlı bir macun hali alması sağlandıktan sonra boşluklar doldurulmuştur. Pithosun sergilenmesi için gövde altından kuşaklı bir şekilde saracak demirden üç ayak yaptırılması düşünülmüş olup, hali hazırda resim 1 deki gibi kazı evinin bahçesinde sergilenmektedir. Sonuç olarak şu ana kadar nekropol kazılarında bulunmuş olan pek çok pithos, adı geçen örnek kadar şanslı durumda değildir. Çoğu kazı alanında her hangi bir korumaya tabi tutulmadığından, parçalanmış, parçaları etrafa saçılmış durumdadır. Pek çoğunun ise parçalarının yarıdan fazlası bir şekilde kaybolmuş, yalnızca ana kayaya oyulmuş çukurlukları kalmıştır. Oysa ki gün ışığına çıkarılan bu seramikler her ne kadar büyük boyutlu olsalar da, hiç olmazsa farklı tipteki örneklerden birer tanesinin korumaya alınmasıyla, geleceğe daha sağlıklı aktarılıp, sınırlı bir koleksiyon elde edinilebilinir. Eserleri bir seramikçi olarak ve bu boyutlarda küpler şekillendirmiş biri olmanın verdiği deneyimle, bu seramiklerin üretimini de göz önüne aldığımızda (bu boyuttaki malzemeler çiğken taşınması tehlikeli olacağından oldukları yerde pişirilmekteydiler ve pişirimler uzun sürmekteydi), günümüzde eski eserlere karşı çok tutarsız kaldığımızı, antik dönem insanı kadar dahi elimizdekilere değer vermediğimizi fark edebiliyoruz. Antik dönem insanları gerektiğinde sınırlı olanaklarla kırılan eserlerini bile kurşun kenetlerle bin bir zahmetle tamir edip kullanırken (kurşun kenetleri yerleştirebilmek için seramiği daha da zedelemeden delikler açmak gerçekten de zorlu bir uğraşıdır), bizler, onca imkan ve malzeme çeşitliliğine rağmen tutarsız kalabiliyoruz.

Kaynakça
-AKURGAL, Ekrem; Eski İzmir I, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993
-Asia Minor, Studien Band 5, Tido Janßen, Ausgrabungen in Assos 1990, Bonn
-ÖKSE, A. Tuba; Önasya Arkeolojisi Seramik Terimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1993, İstanbul,sf:55
-ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, T.T.K. Basımevi, Ankara,1988
-ÖZGÜÇ, Tahsin; Maşathöyük II, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1982
-SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Assos, Arkeoloji ve Sanat yayınları, 1996, İstanbul

14 Kasım 2011 Pazartesi

SİNGAPUR'LU SERAMİKÇİLERDEN BİR SEÇKİ







Uzakdoğu seramikleri, yurdumuzda çok fazla bilinmez. Varsa yoksa batı sanatı ve özellikle de Avrupa. Güney Amerika sanatı örnekleri de uzakdoğu seramikleri gibi bahtsızdır ve hatta daha da kötü durumdadırlar tanınmışlık adına. Çin ve Japon seramikleri bir parça olsun tanınır, daha az oranda da Kore seramikleri. Bunun dışındaki memleketler ve seramiikçileri sanki üvey evlat. Oysa ki çini, Anadolu topraklarına Çin seramiklerinin Osmalı döneminde sarayda popüler olmasıyla girmemiş midir? Ya da ihtiyar Avrupa; Marco Polo sayesinde porselenle haşır neşir olmaya başlamamış mıdır? Tarih kitaplarının ilgili bölümlerinde detaylı açıklamalar mevcut. Fakat, Malezya, Singapur, Filipinler, Seylan vs. vs. vs. gibi memleketlere ait seramikçi ve seramikler hem yaygın olarak hem de sanat ve eğitim materyali olarak pek karşımıza çıkmazlar. Tabi ki günümüzde internetten hemen her türlü bilgiye ulaşmak mümkün fakat bu nokta da Türkçe kaynak sıkıntısı baş göstermekte. Dolayısı ile, 2009 yılında gerçekleştirdiğim Singapur gezim sırasında, çektiğim fotoğraflar ve edindiğim bilgileri paylaşmakta yarar görüyorum. Genel olarak, gördüğümüz tüm seramikçiler bana göre mükemmeliyetçiler. Seramiklerin son durumları ve sunuşları doğal olduğu kadar kusursuz ve estetik. Tasarım ya da zevkiniz adına seramikleri beğenmeseniz bile kusur bulacak bir nokta tespit edemiyoruz ve hayranlıkla geçip gidiyoruz. Konu ettiğim sergileme mekanı galeriler olsa anlayabileceğim. Fakat kimi durumda seramikçinin evi, kimi durumda da bahçesi sergi mekanı olmakta. Bu durumda bile bir kusur bulamadık. Seramikler ağırlıklı olarak fonksiyonel olarak düşünülüp üretilmiş. Salt heykel olarak şekillendirilmiş olanlar da mevcut. Nobarigama, Ejder fırın yurdumuzda sıklıkla göremeyeceğimiz fırın türleri arasında ve bu fırınlar seramikçiler tarafından ustalıkla kullanılmakta. Bu fırınlarda pişirilen seramiklerin görsel etkileri de çok daha fazla zenginlikler sunmakta. Ayrıca klasik kamara fırınlar ve raku pişirimleri de yaygın olarak kullanılmakta. Sagar tekniğini kullanan seramikçiler de mevcut. Gezimiz sırasında bize eşlik eden seramikçi arkadaşımız, enine boyuna gerçekleştirdiğimiz farklı gezi programlarımız sırasında, farklı seramikçilerle de tanıştırdı bizi. Özellikle üstünde durmak istediğim Yang Pow Sing, çok büyük bir çömlekçilik işletmesinde çalışmakta. Ayrıca seramik heykeller de üretmekte ve bunları daimi olarak açık hava galerisinde sergilemekte. Ürettiği çömlekler ise çok küçük boyuttan çok büyüğe uzanan bir çeşitlilik gösteriyor. Bunların tümü fonksiyonel saksılar. Büyük bir kısmı ise park ve bahçe elemanı olarak düşünülebilir. Çok canlı renklerde kullanılan sırlar formları monotonluktan uzaklaştırmakta. Choon Kee, bizi evinde ağırlayıp misafir etti. Tümü çömlekçi tornasında şekillendirdiği seramikleri artistik sırlarla pişirilmiş. Sagar, oil spot, raku, akışkan sır örnekleri ilk bakışta gözüme çarpanlar. Şişe, vazo, çanak, kase gibi küçük formların her biri kendine has. Daha ziyade toprak tonda sırların hakimiyeti görülmekte. Bir diğer seramikçi Joyce Loo ise ev atölyesinde üretip sergilediği ürünleri ile Singapore Art Show Essen Art Colony 01 nolu mekan sahibi katılımcısı. Kendisinin fonksiyonel ağırlıklı seramikler ürettiğini söylesem de tek parça sanatsal heykelleri de mevcut. Bu heykellerin büyük bir kısmı ise yine çömlekçi çarkında üretilmekte. Toprak renklerin hakim olduğu sırlarının renk skalası, efektli sırlardan oluşmakta ve elektrikli kamara fırında pişen bu ürünler hijyenik açıdan da oldukça sağlıklı ve günlük kullanımda sofra eşyası olarak da kullanılabilmekte. Ayrıca henüz adını anmadığım 2 seramikçi daha bu listeye eklenebilir ki bu da yazının fazlasıyla uzamasına neden olacak. Bu noktada genel anlamda fikir verebileceğini düşündüğüm bu yazıya ilişkin daha detaylı bilgi edinmek isteyenler benle iletişime geçebilirler.

Değinilen gezi, M.Fatih Karagül, M.Berrin Kayman ve H.Numan Suçağlar tarafından 2009 yılında gerçekleştirilmiştir.

7 Kasım 2011 Pazartesi

ÇANAKKALE'Lİ ÜRETİCİLERE FONKSİYONEL ÖNERMELER



Çanakkale'li çömlekçilere daha önce pek çok yeni biçim ve fikir katkısı sunarak, yeni seramik ürünler üretmeleri konusunda destek olmaya çalıştık. Fikir ve örneklerimizin bir kısmı ciddiye alınarak uygulandı ve faydalı sonuçlar da elde edildi. Örneğin daha önce ele aldığımız nar örneği, bunların en önemlilerindendir. Ek olarak fonksiyonel ürünler konusunda da teşvik edici olduk ve seramikçi Esen Hüsmenoğlu bu konuda başarılı oldu, özellikle de yoğurtlukları ile önemli katkı sağladı. Bana hediye ettiği bir yoğurtluğu ise keyifle kullanmaktayım. Bu noktada bazı seramikçiler, bunlara Çanakkale seramiği denmesine kızabilirler, fakat unutulmamalıdır ki ana mevzu bu seramiklerin geleneksel anlamda üretilmiş klasik Çanakkale seramiklerinin olmadığının vurgulanmasıdır. Geçmişte üretilen biçimler, geçmişte kalmalı, yapılan kopyalar, kötü de olsa kopya olduğu belirtilmeli, yeni önermeler ise özellikle vurgulanarak yeni fikir ve biçimler oldukları belirtilmeli, tanıtıcı etiket ya da ürün kimlik kartlarında bu bilgiler yazılmalıdır. Seramikçi olarak pek çok temadan fikir alınarak yeni biçimler türetilebilir, tasarlanabilir. Yeter ki bu biçimler amaçlarına doğru bir şekilde hizmet edebilsin. Örneğin içindeki sııvıyı doğru dürüst akıtmayan bir testi ya da şerbetlik kötü bir üründür. Ya da kaidesi üzerinde sağlıklı bir şekilde duramayan dekoratif bir parça, rahatlıkla düşüp kırılabileceği için, bence işe yaramazdır. Tasarım noktasında, sahip olduğumuz kültürel değerler farklı sentezlerle harmanlanabilir, böyle de olmalıdır. Aksi akdirde kısır bir ürün kalabalığı pazarda baskın bir hal alır. Bu noktada kendi adıma rahatlıkla söyleyebilirim ki; yukarıdaki örnek, yoğurtluk olarak şekillendirdiğim kapaksız fonsiyonel bir seramiktir. Biçimsel olarak klasik yoğurtlukların akside daha ince uzun bir yapıya sahiptir. Yoğurtlukların tümü bodur ve geniş olacak diye bir standart yoktur. Sonuçta işlevini yerine getirip getiremeyeceğidir önemli olan. Biçim olarak Avanos yöresinde üretilen kelle çömleğine benzese de, kulp yapısı ve gövde oranları farklıdır. Son dönem Çanakkale'lerde biçim olarak buna benzeyen örnekler olsa da bunlar genelde vazo olarak adlandırılmış kulpsuz örneklerdir. Çömlekçi tornasında şekillendirdiğim form, açık renk akıtma astarla dekorlanmış ve bakırlı şeffaf sırla sırlanmıştır. Gövdede yer alan tek bir madalyon, Klasik Çanakkale'lerle olan bağları korumaktadır. Bu yeni bir fikir olarak uyguladığım bir formdan ziyade kendi kullanımım için ürettiğim bir seramik olsa da, 2010 yılında A.B.D. de gerçekleştirdiğimiz etkinlikte Florida'daki sergide teşhir edilerek Kültür Derneği koleksiyonuna dahil olmuştur.

1 Kasım 2011 Salı

BODRUM KALESİ'NDE AMPHORA KOLEKSİYONU


Bu yıl uzun süredir ilk kez tatil yapabildim. 83 yılından beri ilk kez değişiklikleri gördüğüm Bodrum Kalesi ve sergilenen eserleri hayranlıkla izleme şansım oldu. Teşhirdeki amphora koleksiyonu, bir seramikçi için hoş görüntüler oluşturmakta. Çanakkale'den gittiğim için ilk olarak gözüme Lesbos amphorası ilişti. Lesbosu daha önce defaten ziyaret etmiş olmama rağmen, bu tür bir örnekle hiç karşılaşma fırsatı bulamamıştım. Bu görüntüyü kamerayla kaydetmeden geçemezdim. Sergide amphoraların tarihçesi, kullanım alanları ve tipleri ile ilgili bilgilendirici tanıtımlar da yapılmış. En azından kronolojik olarak gelişim çizgisini görebilmek te önemli. Tabi ki Kenan amphoralarının da sergilenmesi, alanda ilk olması adına çok mühim. Kalenin kendi bünyesinde oluşturup barındırdığı tarih kokan atmosfer de, insanı tuhaf bir biçimde etkilemekte. Kapalı mekanlarda gerçekleştirilen etkileyici ışıklandırmalar, izlenen objelere, çok daha farklı bir gözle bakmama neden oldu. Mekandaki ambians, sanki kısacık bir an kendimi tarihte geriye gitmemi sağladı. Görmeyenler için özellikle de seramikçiler için mutlaka gidilip görülmesi gereken bir müze.

31 Ekim 2011 Pazartesi

OBSİDYEN-ÇAKMAKTAŞI YONTUCULUĞU





Son zamanlarda, biraz sadeleşmek ve ruhen rahatlamak için bir şeyler düşünürken, hep öncelerden beri ilgimi çeken taş yontuculuğunun bir kolu olan, ok ucu yapımcılığına bulaşmam gerektiğini hissettim. Geçen eylül ayında Malatya'da iken o yörede yer alan Arslantepe ören yerinde ele geçen obsidyen ok uçlarının fotoğraflarını da çekmiştim. Hakikaten incelikli çalışmalardı. 95 senesinde Avanos gezim sırasında edindiğim bir kaç parça obsidyeni, mineral koleksiyonumdan ayırmam pek zor olmadı. Yine o yıl Assos kazısında gönüllü olarak görev yaparken, tesadüfen bulunan bir ok başı da, böylesi bir deneyimle ilk karşılaşmam olmuştu. Yıllardır içimde biriken bu üretim sürecini yaşamam gerektiğini hissediyordum. Gerekli obsidyeni Avanos'tan temin edip, yonga halinde muhafaza ettiğimden, şekillendirmenin ilk aşaması zaten tamamlanmıştı. Önemli olan formu şekillendireceğim safha idi. Gerekli olan şekillendirme aletini de, elektrikçiden satın aldığım bakır tel ile kolayca şekillendirdim. Bir tür kalın uçlu bız gibi, bakır uçlu düz tornavida da diyebiliriz. Fakat bakır olması şart. Ya da alernatifi geyik boynuzu, tabi ki bulması biraz zor, ama onu da kısa sürede temin edebileceğim kaynaklarım mevcut. İlk hareketi yapmak için gereken cesaret bir patlama gibi beni tetikledi ve ilk ok ucumu yaklaşık 10 dk. içinde tamamladım. Ardından 2 tane daha. Her biri farklı tipte olmalıydı, minik bir koleksiyonun başlangıcı için ve oldu da. Çakmak taşı ise yine Çanakkale yöresinde bulduğum sabanların altından söktüklerim. Gavurkalesi'ndeki baraj gölü kıyısının, çakmak taşı yönünden zengin bir bölge olduğunu düşünüyorum. Buradan elde edebileceğim kaliteli yongalar beni beklemekte. Bu işi de taş baltalar ile kolayca halledebileceğime inanıyorum. Mevzu genel anlamda seramikle ilgisiz gibi görünse de, çakmaktaşının seramikte kullanılan bir tür hammadde olduğunu hatırlamak gerek. Öte yandan obsidyen ise malum volkanik cam. Minerallerin çok yüksek ısıya maruz kalarak camlaşması, seramikle bu denli yakın bir benzerlik, daha başka nerede bulunabilir ki. Bir cam, bir de volkanik cam. Biri doğal, diğeri ise yapay. Neticede, özleri bir. Peki ne işe yarayacak bu yaptıklarım? Önce kendimi iyi hissettiriyor, ikincisi öğrenmenin yaşı yoktur, üçüncüsü bu kadar çok postapokaliptik senaryo türetilmiş ve 2012 bu denli yaklaşmışken, günün birinde yeniden taş çağına dönmeyeceğimiz ne malum?

30 Ekim 2011 Pazar

YAVELLER KÖYÜ VE ÇÖMLEKÇİ NACİYE ÇETİN

 
Bir kaç yıl öncesine dek, Çanakkale'nin Çan ilçesi Yaveller Köyü'nde (yeni adı: Yuvalar) tamamen kadınlar tarafından seramik üretimi gerçekleştirilmekteydi. Bu üretimin, 2010 yılında yalnızca tek bir çömlekçi tarafından (Naciye Çetin) devam ettiğini, gerçekleştirdiğimiz alan çalışmasıyla saptadık. Öğrencim Numan Suçağlar'ın, yürütücülüğünü gerçekleştirdiğim bitirme ödevi kapsamında yaptığı araştırmalar sonucu, yıllar öncesine dayanan seramik geleneğinin, plastik ve teflona yenildiğini tespit etmek, bir seramikçi olarak gerçekten acı verici. 2004 yılında Çanakkale'de gerçekleştirilen El sanatları şenliğinde görev almış ve Yaveller'den etkinliğe katılan çömlekçilerin fotoğraflarını çekip onlarla tanışabilme fırsatı bulmuştum. Çok basit bir kaç aletle, Yörük Mezarlığı adı verilen bir bölgeden elde edilen mika katkılı topraktan tamamen elde şekillendirdikleri çömlekleri, hakikaten kullanışlı ve pratik günlük kullanım eşyaları. Fotoğrafta görülen kapaklı forma kakale adı verilmekte. Geniş ve yayvan olanı ise sac. Sırf meraktan, bana hediye edilen sacı, kurşun-alkali şeffaf bakırlı sırla sırladım, 1020 santigratta pişirdim ve çok da iyi bir sonuç aldım. Yüzeyi ve kullanımı olumsuz etkileyebilecek derecede ciddi çatlak, atma, akma, kavlama tarzı bir hata oluşmadı. Sonuçta, geleneksel bir değerin daha göz göre göre yok olduğunu izlemek acı verici. Ezine Akköy'de çömlekçilik tamamen durdu, belki bu satırları yazarken Yaveller'de durma noktasında, belki de durdu. Kent olarak, kent yönetimi olarak bu duruma daha ne kadar kayıtsız kalınabilir? Yerel üreticilerce, otantik anlamda bu seramikler minyatür boyutlarda üretilebilir, tek kişilik güveçler halinde lokantalarda kullanılabilir. Kent genelinde tezgahlarda satılan güveçlerin tümü şehir dışındaki üreticilerden satın alınmakta. Bu durum bile bu kentteki çömlekçiliğe sekte vurdurmakta. Kalıcı adımlar atılarak nitelikli seramik üretimi teşvik edilmeli, üretenler ise ödüllendirilmeli. Belki bu şekilde, seramik geleneğinin tamamen yok olması engellenebilir.

DIMITROS STAMATIS'TEN ÖRDEK BAŞLI TESTİ


Midilli adasında 2008 yılında katıldığım 13.Panlesvian seramik segisinde, çalışmasını fotoğrafladığım seramikçi Dimitros Stamatis'e ait bu seramik, geleneksel Çanakkale seramiklerinden ördek başlı testiler ile çok benzeşmekte (detaylarda farklılıklar olması normal bir durum). Çanakkale'lerden biçimsel olarak neredeyse farkı bulunmayan bu örnek, aplikasyonları ile de benzerlik göstermekte. Yalnız bu seramiklerin genelinde olup da Çanakkale'lerde bulunmayan önemli bir özellik mevcut. Bu da, sır altında renkli fırça dekorlarının kullanılıyor oluşu. Adada karşılaştığım ve Çanakkale benzeri seramikler üreten seramikçilerin tümünde bu ortak özellik mevcut. Bu testi yüzeyinde bulunan rozet kabartmaları ya da diğer unsurlar, kısmen ortak özellikler içermekte. Fakat sıraltı dekorda kullanılan zeytin ve zeytin dalı motifi, Çanakkale örneklerinde karşılaşmadığımız bir tema.

ÇANAKKALE İBRİK

Çanakkale'li dostum Bülent Çoksolmaz, zaman zaman gerçekleştirdiğimiz sohbetler sırasında, bir gün bana bu örneği gösterdi. Kendisi ayrıca ahtapot avcılığı da yaptığından, tesadüfen denizde bulduğu ve kendi deyimi ile testi olarak adlandırdığı bu formu bana hediye etti. Aslen testiden ziyade bir ibrik olan bu form, büyük ihtimalle yerli Çanakkale üretimi. Bu örneğin yeşil sırlı benzerleri bulunmakta. AKMED kaleiçi müzesi internet kataloğundaki 80, 148 ve 151 numaralı ibrikler ile benzeşen bu seramik, muhtemelen ticaret amacıyla gemilerle nakledilirken, geminin batması sonucu denizle buluşmuş olmalı. Biçim ve kulp yapısı ile zemzem ibriklerine benzese de, boyut olarak onlar kadar küçük değiller. Toplam yüksekliği 21 cm. olan bu testi de kolleksiyonumda yerinialmış bulunmakta. Örnek için Bkz:


GELENEKSEL ÇANAKKALE SERAMİKLERİ KURSLARI

Geleneksel Çanakkale seramiklerini canlandırabilmek ve yaşatmak için bir takım seramik kursları düenlendi ve düzenlenmekte. Son olarak Çanakkale Belediyesi'nin binlerce liralık bir proje hazırlayalarak, yatırımlar gerçekleştirip düzenlediği bir kurs ise halen devam etmekte. Çömlekçilik konusunda yerel ustalardan ve öğreticilerden yararlanıldığı bilgisini aldım. Umarım sonuçları duyuruur da bilgi sahibi olabiliriz. Fakat bu durum sanki yeni bir uygulamaymış ve birilerinin aklına yeni gelmiş gibi duyurulmakta ya da ben öyle hissediyorum. Unutulmamalıdır ki, Belediye bu işe soyunmak için çok geç kaldı, yine de yanlışın neresinden dönülse kardır. Bir şeyleri görmemeye çalışmak, özellikle bir seramik kenti için hakikaten negatif bir yaklaşımdı. Umarım ki bu durum değişecek ve Belediye yetkilileri bu kentin seramik değerine sahip çıkacak. Fakat önemle vurgulamak gereğini düşünüyorum; Çanakkale kentinde 90'lı yıllarda Çanakkale Seramiği üretilen kursları ilk olarak Kültür Müdürlüğü düzenledi. Kurs eğitmeni ise daha sonra öğrencim olacak Ayşe Çapar'dı. Ardından 2000'li yıllarda ÇOMÜ tarafından Kültür Evinde düzenlenen kurslar ise M.Berrin Kayman'ın eğitmenliği tarafından gerçekleştirilmişti (Bkz: Üst fotoğraf). Kursiyerlerin büyük bir kısmı da yine daha önce Kültür Müdürlüğü'nün kursuna katılarak temel eğitim sürecini tamamlamış kişilerdi. Ek olarak ÇOMÜ ÇASEM olarak 2006 yılında düzenlenen temel düzeyde ve Çanakkale replikalarının da üretildiği seramik kursunu da kaydetmek gerekir. Bu kursun da eğitmeni M.Berrin Kayman idi. Yine ÇOMÜ Seramik Bölüm başkanı olarak destekleyerek atölyesini kurduğumuz Çanakkale yarı açık ceza infaz kurumu Seramik kurslarını da bir kenara kaydetmek gerekir. Bu kursta da Yüksek Lisans öğrencim Mehmet Coşar eğitmenlik yapmış, kursiyerlerle dekorlu Çanakkale seramikleri çalışmıştır. Bu anlatılanların tümü elbetteki konuyla ilgili daha önce yapılanların bir bütünü olmayabilir. Fakat bu konu ile ilgili daha önce hiç bir şey yapılmadığını düşünmek de yanlışlık olur. Böyle düşünmek saflıktır, böyle düşündürmeye çalışanlar da kente hainlik etmektedir. Bu yapılanları bilmeden ya da bilmezden gelip hatta göz ardı eden aydınlarımız ve işgüzar vatandaşlarımız da mevcuttur. Hatta sırf karalama yapmak ya da yanlızca kendisinin zeka ürünü olduğunu zannederek birilerine akıl vermeye çalışmak adına, gazetelerde yazılar yazdığını sanan konu hakkında uzmancıklarımız da mevcuttur. Bu tip habis düşünceler, toplumlarda her zaman bulunur, bu tip insanlara toplum açıktır, çünki zamanın çarkları için çiğnenecek bu tip insanlar olmasa, bu çarkların yağlanması da epey güç olacaktır. Netice olarak güneş balçıkla sıvanmaz, Çanakkale seramikleri de yok olmaz.

ÇORUM'DA ÇANAKKALE SERAMİKLERİ

Değerli arkadaşım Aykan Özener, yine bir Anadolu gezisi sırasında karşılaştığı ve Çanakkale dışında sergilenen Çanakkale seramiklerini tesadüfen fotoğrafladığı bir gezisinden daha döndü. 2011 yılı sonbaharına ait olan bu fotoğrafta 2 farklı Çanakkale testisi yer almakta. Fonksiyon olarak kız çocukların doğumu sonrası, konuklara şerbet dağıtıldığı yönünde rivayetler olan ve ördek başlı olarak adlandırılan bu testilerden, solda görüleni klasik olarak adlandırılabilecek bir örnek. Sağdaki ise bu temel fomun biraz çeşitlendirilmiş bir örneği. Fotoğrafı dışında böyle bir örneği canlı olarak henüz göremedim fakat Çorum Etnografya Müzesi'ne yolum düşerse, umarım bir gün görebilirim. Sağdaki örnek daha ziyade at başlı testilerde görülen ek parçalarla zenginleştirilmiş durumda. Her iki yanda görülen eklemeli mumluk tarzında parça, boyun kısmında yer alan dairesel levha, ve gövdenin önyüzünde yer alan dekorlu levha, atlı testileri zenginleştiren parçalarla benzeşmekte. İlginç olduğunu düşündüğüm ve karşılaştırmalı olarak görebileceğimiz bu örnekleri paylaşmak istedim. Eğer sanat tarihçi olsaydım, her halde bu iki testi üstüne saatlerce konuşabilir ve sayfalar dolusu bir makale yazabilirdim. Ama seramikçi olarak sonuca doğrudan gitme yönünde meyilliyim. Bu iki form da dekoratif ve fonksiyonel testiler olup, biri dekor yönünden diğerine nazaran daha zengindir ve çömlekçi çarkında üretilip, odunlu ateşte pişmiş sırlı seramiklerdir. Hepsi bu, fazla söze gerek yok.

4 Ekim 2011 Salı

SERAMİK NAR VE GELİŞİMİ



2007 Yılında Yunanistan'ın Midilli Adasında düzenlenen 12.Panlesvian Seramik Fuarı sergisine katıldım. Bu vesile ile Seramikçi Yıldız Aker ve eşi, beni ve gurubumuzu önemli bazı seramik atölyelerine götürmüştü. Bunlardan birisi de Yannis Hatziyannis atölyesi idi. Ustanın dedeleri zamanında Biga'dan adaya göç etmişler ve oğlu Dimitri'de seramikçiliği sürdürmekte. Ziyaret sırasında Dimitri bana kendi ürettikleri kırmızı sırlı bir seramik narı hediye ettii. Kırmızı sırın üzerinde ise beyaz sırla çizgisel dekorlar yer almakta. Yıllar sonra Esen Hanım atölyesini Çanakkale'de açınca, ben de kendisine üretiminde fikir verici olabilir diye, Midilli'den toplayarak getirdiğim bazı seramikleri ödünç verdim ve bunların arasında o nar da bulunmaktaydı (Bkz: 2. fotoğraf ortadaki nar). Kısa sürede bu fikirden yaralanan Esen Hanım kendine has narları seri olarak çömlekçi çarkında üretmeye başladı. O yaz sezonunda çok iyi satış yapan bu narlar, hemen çevredeki uyanık diğer üreticiler tarafından kopyalandı. Kalıpla üreten de oldu, ajurlusunu yapan da. Kapaklısını üreten de oldu, çinisini yapan da. En son Paşabahçe mağzasında camdan boy boy olanlarını da gördüm. Nar kimsenin daha önce yaygın olarak üretip satmadığı bir form iken, geçen yıllarla beraber fazlasıyla popülerleşti. Hatta uyanık bir girişimci Kütahya'dan bu formun tescilini dahi almaya kalkmış. Yalnız akıl edemediği şey ise nar, Tanrının yarattığı bir meyvedir ve tasarım, üretim hakkı bir kişiye ait olamaz. Tabi ki bu işin ucunda para olunca akan sular bile durur. İnsanları yanlış yapmamaları için uyarıyor, eğer bu form için tescil almaya kalkışırlarsa hakikaten basit ve adi bir tutum sergileyeceklerini vurguluyorum. Narlar son duruma geldikten sonra, Esen Hanım yeni bir girişimle, bu formdan yararlanarak, yaptığı küçük ilavelerle, biçimi kuş şekline dönüştürdü. Son ziyaretlerimden birinde, atölyesinde bu görüntüleri çektim (üst fotoğraf). Bence hoş ve sade bir yorumlama. Ayrıca da çok şirin ve sempatik. Küçük boyutlu ürünlerin durumuna daha önce ıslık çalan seramik örneklerimde değinmiştim. Bu biçimler de küçük oluşlarıyla turistler için hediyelik eşya anlamında tutulabileceğini düşündüğüm örnekler.  Umarım bu kez de birisi, belki Kütahya ya da İzmir veya başka bir yerden bu kuş formlarının tescilini almaya kalkmaz. 2012 itibarıyla narlar, hala üreticilerine kazandırmaya devam ediyor. En son İstanbul'da bir mağazada raku pişirimi yapılmış bir narın 60 TL. ye satıldığını gördüm. Cam örnekler ise daha da fiyatlı. Kütahya'da bir seramik fabrikasında çalışan eski bir öğrencim ise sürekli nar kalıbı ürettiğini söyleyince gerçekten şaşırdım. Seramik piyasasında bilinçli bir zorlama ile empoze edip nar üretmeye teşvik etsek bile üreticilerden böylesi bir üretim hızı beklemem saflık olacak iken, günümüzdeki üretim potansiyeli hakikaten şaşırtıcı. İstanbul Arkeoloji Müzesindeki hediyelik satış mağazasındaki yetkiliyle görüştüm. Raflarındaki narı neden sattıklarını merak ettim. Daha öncesinde satıştaki tüm ürünlerin müzedeki ürünlerle bağlantılı olduğunu söylemişti. Nar örneği ise buna dahil olmasa da evrensel anlamda bereketi simgelediğinden böyle bir uygulamaya gidilmiş. Güzel bir cevap sayılabilir, maksat satış olsun.

Ne var ki nar üretimindeki gidişat öyle bir boyuta varmış durumda ki; açıkçası bu durumu kınadığımı da belirtmek durumundayım. Hakikaten toplum olarak neyi nasıl tüketmemiz gerektiği tam olarak kavrayamıyoruz. Canım nar meyvesi ne hallere düştü. Yine de sevinmek gerekir, seramik kaftanların hali daha içler acısı.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

İLHAN OYTUN SOHBETİ



Çanakkale'li akvaryumcu, deniz adamı ve müzisyen İlhan Oytun ile 22 Haziran 2011 de yaptığım bir sohbet sırasında, büyük akvaryumlarından birinde duran ve üzeri deniz canlıları ile kabuk bağlamış seramik formu görünce (üst resim) heyecanlanarak sordum ne olduğunu. O da zamanın ahtapot avcılarının, avlanırken bu tür çömlekleri kullandıklarını ve bunlardan pek çoğunu bir ipe bağlayarak, bu çömleklerin içine ahtapotların yuvalanmalarını sağladıktan sonra onları yakaladıklarını anlattı. Hikayeyi daha önce duymuş da olsam, bu avda kullanılan orjinal ve sağlam bir çömleği daha önce hiç görmemiştim. Kendi adıma ilgi çekici olduğunu düşündüğüm bu konuyu biraz daha araştırdığımda, günümüzde hala aynı yöntemin kullanıldığını saptadım. Ne var ki, günümüzde çömlek yerine geniş çaplı pimaş borular kesilerek kullanılmakta. Bu uygulamayı Kumkale limanındaki balıkçılarda bizzat tespit etmiş bulunmaktayım. Aslında teknikte bir sorun yok hatta çömleğin kırılganlığı da ortadan kalkmış durumda. Fakat materyalin verdiği ruhsuzluk duygusu ve çömleğe edilen ihanet, işin acı tarafı. İlhan Oytun, sohbet devam ederken yine bir balıkçının geçici olarak kendisine bıraktığı diğer bir seramik formu da göstermeden edemedi. Bu form ise çift kulplu sağlam bir amphora. Her ne kadar büyük bir örnek olmasa da, üretiminden kaynaklanan çömlekçi çarkının izleri yüzeyinden seçilebilmekte. Bu seramik Yassıada batığında bulunan Bizans örneklerine ağız ve kulp yapısı ile çok benzemekte.(Bkz. Alpözen, Bodrum Su Altı Müzesi Ticari Amhoraları, sf:34)

30 Haziran 2011 Perşembe

ÜSKÜFÇÜ GEZİSİ

 28 Haziran 2011 günü, Çanakkale Ezine İlçesi Üsküfçü Köy'ünü 2. kez ziyaret ettim. Köyün dışına doğru tarım alanlarının bulunduğu bölgede bir dere kenarına öbekler halinde yığılmış bulunan curuf tepelerinin varlığı gerçekten şaşırtıcı. Bu curufların antik dönemde Troia'lı madencilere ait olduğu iddia edilmekte. Yakın çevrede çıkartılan madenlerin bu dere kenarında işlenerek atıkların biriktirildiği bu bölgede en az 3 adet böyle curuf tepesi bulunmakta. Farklı numuneler topladığım bu curufların arasında obsidyen benzeri camlaşmış örnekler olduğu gibi, farklı bakırlı örnekler de mevcut. Geçen uzun zamanla birlikte yeşeren bakırlar rahatlıkla curufların arasından seçilebilmekte. Bu bakır örnekler, işlenen madenin altın olabileceği ihtimalini doğurmakta. Malum tabiatta altın va bakır birlikte bulunan madenler. Bizi ilgilendiren kısmı ise bu curufların içinde seramik üretimine elverişli neler olabileceği. Yoğunlukları değişken olan bu curufların, gürünümleri de yoğunluklarıyla birlikte değişmekte. Köpürmüş görünümlü süngerimsi olanların yoğunluğu az iken (1,52 gr/cm3), kayaç görünümlü keskin kırık kenarlı olanlar ise diğer guruba göre fazla (3,81 gr/cm3). Topladığım bakır parçalarının bir kısmı curufla birlikte iken, bir kısmı da nabit durumda. Malahit ve azurit görünümlü örnekler de mevcut. Bu numunelerin işlenerek seramik sırlarındaki renk verici özelliklerini araştırmaya başlayarak, sonuçları görmeye çalışmayı planlıyorum. Muhtemelen az da olsa yeşil tonları elde edebileceğim. Ayrıca bu numunelerin kimyasal analizleri ile birlikte tam olarak ne olduklarını anlamayı istiyorum. Sn. Büşra danacı tarafından gerçekleştirilen curuf analizlerine buradan ulaşabilirsiniz.


 

27 Haziran 2011 Pazartesi

ÇANAKKALE KENTİ'NİN NİTELİKSİZ SERAMİKLERİ



Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölüm Başkanlığı görevimi sürdürdüğüm dönemde, Çanakkale Belediyesine yazdığım bir yazıda, kentte üretilen ve satılan niteliksiz seramiklere dikkat çekerek bu konuda bir önlem alınması gerektiğini belirtmiştim. Bu durum üzerine kupürde de görülebileceği gibi bir takım çabalar sarf edildi fakat nafile. Şimdiye dek köklü ve kalıcı bir adım atılamadı. Bu konuya çözüm olabilmesi için Prof.Erdinç Bakla başkanlığında Seramik Konseyi kuruldu, yarışmalar, çalıştaylar düzenlendi, vs. Fakat elde var sıfır. Şimdilerde Seramik Müzesi kurulması çalışmaları sürdüğünü duyuyoruz fakat ne zaman sonuçlanır, hedefine ulaşır mı belli değil. Öte yandan duyulan sevindirici bir haber de, Belediye aracılığıyla, yerel üreticilerin eğitimi konusunda bir projenin varlığı. Daha önce Ç.O.M.Ü Ç.A.S.E.M olarak bu konuda zaten bir proje hazırlanmış ve Rektörlüğe sunulmuştu fakat nedendir bilinmez bir türlü uygulamaya geçilemedi. Öte yandan sevindirici diğer bazı gelişmeler ise nitelikli üretim yapan seramik atölyelerindeki artış. Her ne kedar bir elin parmaklarını sayıca geçmese de, varlıklarını sürdürebilmelerini diliyorum.

25 Haziran 2011 Cumartesi

ADALAR ÜSLUBU BİR ÖRNEK

Geleneksel Çanakkale seramiklerinin teknik olarak kendinen önceki Bizans ve Selçuklu seramiklerinden etkilendiği gerçeği, ele geçen örneklerin incelenmesinden rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Bizans İmparatorluğu uygarlık olarak Ege adalarında da yayılım göstermiş, seramik üretimi ise bu adalarda da gerçekleşmiştir. Bizans sanatının islam sanatlarından etkilendiği gerçeği de muhakkaktır. Aynı dönemlerde benzer temalar hem Bizans hem de İslam sanatında paralellik göstermektedir. Bu durum Prof.Dr.Gönül öney tarafından da belirtilmiş konuyla ilgili detaylı bilgiler 1971 tarihli Selçuklu araştırmaları dergisinin III. cildinde belirtilmiştir. Çanakkale'li bir dalgıçın, neresi olduğunu belirtmediği bir noktada bularak bana getirdiği ilginç bir örnek buradaki çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinden Arkeolog Nurettin Arslan'ın da inceleyerek belirttiği üzere Bizans dönemi adalar üslubu olarak tanımladığı seramik parça, kırık olmasına rağmen tam bir profil sunmakta ve biçim tam olarak belirlenebilmektedir. Genel olarak kaideli bir forma sahip olan seramik çanak, bant şeklinde kenar yapısın sahip ve bu kenarın dış yüzeyinde çentik dekor yer almaktadır. Form çarkta şekillendirilmiş ve astarlanarak sigrafitto dekor ile stilize kuş motifi işlenmiştir. Açık tonda kurşunlu yeşil sır kullanılarak, kazınan yerlerde etki belirginleştirilmiştir. Parça kırık olduğundan, sağlam bölgelerde kuş deseninin ayak, göğüs ve kanat ısımları görülebilmekteydi. Ayrıca tabakta boş kalan yerlerde bordür etkisinde floral dekor kullanılmıştır. Yapılan teorik çalışma ile Bizans dönemi farklı kuş dekorlu örnekler incelenerek, yırtıcı kuşların da kullanıldığı tespit edilmiş, bu tür kuşların kıvrık gagalı yapısı ve boyun geçişi eldeki örnekle birleştirilerek muhtemel yeni kuş dekoru oluşturulmuştur. Diğer unsurlar orjinale sadık kalınarak korunmuş, floral dekor sadeleştirilerek, yeni uygulamada tabağın bant şeklinde dekorlanmasında bordür olarak kullanılmıştır. Üretilen yeni uygulama birebir replika şeklinde gerçekleştirilmemiş, tabağın formu da değiştirilmiş, uygulamada pratik olması nedeniyle, çok çukur olmayan ve ayaklıksız bir biçim seçilmiştir. Ağırlıklı olarak dekor uygulaması üzerinde durulmuştur. Yeni uygulama, aynı eskisinde olduğu gibi sır altı dekorlanmış, fakat sigrafitto yerine koyu renk kontur çekilerek sır altı dekor boyası ile çalışılmıştır. Sır olarak yine orjinale sadık kalınarak uçuk yeşil bakırlı şeffaf sır kullanılmıştır. Dekor tamamlama çalışması tarafımca, fırça dekor uygulaması ise Kütahya'lı çinici Ramazan Kocabaş tarafından 28 cm.lik akçini tabağa gerçekleştirilmiştir. Deneysel olarak gerçekleştirilen bu çalışmadan çıkan olumlu sonuçlar, bu tip farklı dekor örneklerinin, yeni yorumlar olarak kullanılabilirliğini göstermektedir. Kullanılan dekor Bizans üslubu, uygulama sır ve pişirim Çanakkale üslubu, fırça dekoru ise Kütahya üslubu oluşuyla 2010 Nisan ayında farklı bir kompozisyon oluşturulmuştur.

ASSOS'TAN BİR PARÇA


1995 yılı kazı döneminde görev aldığım yaz ayında, Assos'un limanında yer alan antik liman kalıntısı çevresinde yüzerken bulduğum ve yıllardır diğer seramiklerimin arasına karışmış bulunan bu parçayı buradan tanıtmak istedim. Seramik bir tabağa ait olduğu belli olan bu parça her ne kadar kırık da olsa, elde kalan kısmı bile bizlere bir takım veriler sunmakta. Şöyle ki; ilk olarak bu limandan geleneksel Çanakkale seramiği ticareti yapıldığını söyleyebiliriz. Buna neden olarak da, yine bu antik liaman çevresinde bulunan batıkların varlığı kaynak oluşturmaktadır. Muhtelif zamanlarda yaptığım farklı dalışlarda farklı parçalar bulduğumu da eklemek isterim. Fakat bu parça hem astar dekorlu hem de sırlı oluşu ile önemli bir örnek. Sıraltı akıtma astar dekorlu olan bu parçada kurşunlu sır kullanılmış olup, açık tonda şeffaf bir yeşil renge sahip. Muhtemelen bakır oksit ile renklendirilmiş bu örnek tipik geç dönem Çanakkale seramikleri özelliklerini sunmakta. Ayak çapı 7,5 cm olan tabağın yüzeyinde kısmi olarak tragana olarak adlandırılan deniz kabuklularının bulunduğu görülmekte.

20 Ocak 2011 Perşembe

Simit gövdeli kaplar.




Çanakkale seramikleri arasında simit gövdeli kaplara örnek olarak sirkelik adı verilen bir örnek vardır. Bu biçime benzeyen ve Anadolu'da Hitit İmparatorluğu döneminde üretilmiş ve günümüzde Avanos'ta hala belirli ustalarca üretilen "Büyük Hitit" adlı biçimle, gövde yapısı itibarıyla büyük enzerlik bulunur. Kendi koleksiyonumda yer alan 4 adet simit gövdeli kabın 3 tanesinin fotoğrafını burada paylaşmak istedim. Sol baştaki örnek Avanoslu Çömlekçi ustası ve Baş usta Ahmet Taşkıran'ın yanında yetişmiş olan Mehmet Körükçü tarafından sırsız ve perdahlı şekillendirilmiş Büyük Hitit olarak adlandırılan formdur. Ortadaki örnek ÇOMÜ GSF Seramik Bölümünden mezun olan öğrencim Mehmet Coşar tarafından şekillendirilmiş olan Geleneksel Çanakkale sirkeliğinden yola çıkarak çömlekçi tornasında üretilen astarlı ve yeşil sırlı, kabartma rozet dekorlu formdur. Sağdaki örnek ise büyük dedesi Biga'dan Midilli Adasına (Lesvos) göç ederek yerleşen ve çömlekçiliği sürdüren torun, Dimitris Hatziyiannis tarafından üretilen ve Çanakkale seramiklerinin kendince yorumunu oluşturduğu sirkeliktir.