31 Aralık 2012 Pazartesi

KYOCERA SERAMİK BIÇAK


2012'nin son gününde, kendime yeni yıl hediyesi olarak almaya karar verdiğim seramik bıçak. Satış fiyatı 139. TL. Ama önce nerede satılıyorsa elime alıp incelemem gerek. Satın almayı başarırsam bıçakla ilgili düşüncelerimi en kısa zamanda buradan aktarıcam.



CUCUTENI SERAMİK KÜLTÜRÜ

Seramik ve geçmişine dair bilgiler incelendiğinde, arkeoloji ve sanat tarihi bilimleri, kültür tarihi açısından önemli verilerin oluşmasını sağlar. Fakat zanaat ve sanat açısından da konuyu mutlaka değerlendirmek gerekmektedir. 


Cucuteni-Trypillian olarak da adlandırılan kültür, günümüz modern Romanya ve Ukrayna topraklarının yaklaşık 35 bin kilometrekarelik kısmına yayılmış olan coğrafi bölgede varlık göstermiştir. Karpat dağlarından Dniester ve Dnieper bölgesine dek ulaşır, güney doğuda Karadeniz'e sınırı vardır. Bu kültür terminolojik  olarak Trypillian ya da Tripolye kültürü olarak da adlandırılır. Cucenti yerleşimcileri 1600 yapı ile neolitik Avrupa kültürü için de önemli bir yer tutar. Nehir kenarlarında küçük ve yüksek yoğunlukta yerleşimler kurmuşlardır. Seramikten figürin parçaların ilk örneklerini 1884 de Teodor Burada bulmuştur. Neolitik dönemde M.Ö. 4800-3000 yılları arasına tarihlenen bu kültürün seramikleri kendi has özellikler sunar. Nehirlere yakın yerleşimler, seramik şekillendirmek için gerekli olan hammadde temini konusunda kolaylık sağlar. Erken, orta ve geç olarak üç dönemde incelenen Cucenti kültüründe karşılaşılan anatanrıça heykelcikleri kendine has özellekleriyle önemlidir. Dönemsel olarak Anadolu örnekleriyle kıyaslandığında stilizasyonun daha belirgin ve özgün olduğu görülmektedir.


Özellikle kazıma dekorlu anatanrıça, tüm gövdede bu dekor anlayışının yer alması nedeniyle oldukça farklı bir noktada bulunmaktadır. Anadolu'nun Boğazlar bağlantısıyla, Balkanlar'dan Avrupaya devam eden kültür aktarımı için önemli bilgiler içerdiği seramik biçimlerin ve estetik değişimi göz önünde bulundurulduğunda net bir şekilde algılanabilmektedir. Seramik heykelciklerin tasarım anlayışındaki farklılaşmada yerel kaynaklar ve alışkanlıkların belirleyici olması kaçınılmazdır.

Çömleklerde kullanılan beyaz zeminli dekor tekniği Gumelniţa–Karanovo Kültürü (Kalkolitik Romanya) ile de benzerlikler içermektedir. Beyaz zeminli Neolitik Hacılar ve Kalkolitik Canhasan seramikleri ile benzeşmeleri ise teknik ve hammadde kaynakları ile bağlantılı bir durum olabilir. Avrupalı araştırmacılar Anadolu topraklarında kazılmadık yer, incelenmedik konu bırakmadılar. Fakat bizim araştırmacı ve uzmanlarımız kendi topraklarımız dışındaki mevzulara biraz ilgisiz ve duyarsız kalmaktalar. Anadolu kültürünün bu topraklar dışına nasıl taşındığının ve uzun süreli etkilerinin tespit edilerek tartışılması, bizleri farklı sonuçlara ve ilginç bilgilere ulaştıracaktır. En basitinden karşılaştırma metoduyla bile benzer örneklerin varlığı rahtlıkla saptanabilecektir.


Anadoludaki kalkolitik dönem tamamlandığında, Cucenti kültürünün neolitiğini daha yeni tamamlayaıp bitirebildiği seramik örneklerin estetik ve biçimsel özelliklerinin kıyaslanmasıyla görülebilmektedir. Yukarıdaki örnek Canhasan'ın kalkolitik biçimleriyle Cucenti neolitik çömleğinin biçimsel benzerliğini net biçimde ortaya koymaktadır. Ayrıca açık zemin üzerine çizgisel koyu renk astar dekor da yine benzerlik göstermektedir. Henüz çömlekçi tornası kullanıma girmediğinden formların şekillendirilmesinde mükemmellik beklemek doğru olmaz. Bu nedenle biçim ve dekor yönünden görülen benzerlik yeterli bir delil oluşturmaktadır.


Afyon Çıkrık Höyükte bulunmuş olan oturan kadın figürini oturuşu, duruşu ve yüz detayları ile Cucenti figürini ile benzerlik gösterir. Sn. Önder Bilgi açıklamalarında yüzde çıkıntı halinde işlenen burun detaylı figür geleneğinin Anadolu özellikli olmadığını, Kiklat sanatından (M.Ö. 3000-2500) kopya edilmiş olabileceğini vurgular. Oturuş ve ellerin duruşu ise tamamen Anadoluludur. Bu noktada kültürlerin birbirlerini etkilemeleri ve kendilerince yorumlanarak yerelleşmeleri net bir biçimde farkedilmektedir. Tarihlere dikkat edilecek olursa ortaya çıkan sonuç şöyle olmaktadır: Kiklat portrerleri Cucenti sanatından etkilenerek, Batı Anadolu figüratif seramik geleneğini etkilemiştir. Ne var ki Cucenti kendi içinde neolitiği yaşarken, Batı Anadolu Kalkolitiği yaşamış, kapatmış ve Tunç dönemine geçmiştir. Tunç döneminde figüratif seramikte yaşanan biçimsel gelişmelerin öncüleri olarak, ele alınan bu figüratif örneklerde tipolojik olarak ipuçları barındırmaktadır.

Kaynak:
-Önder Bilgi, İ.Ü Anadolu Araştırmaları (1979), Sayı 6, sf: 133-144
-Uzunoğlu, E., Baykal-Seher, A., Kızıltan, Z., Tulunay, F., Tuzcular, A, Yıldız, F., Donmaz, V., “Katalog”, Çağlar Boyu Anadolu’da Kadın, Anadolu Kadınının 9000 Yılı (1993), T.C. Kültür Bakanlığı. İstanbul, 36-115
Bu makaledeki yazı ve görseller izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

26 Aralık 2012 Çarşamba

1557 TARİHLİ ÇÖMLEKÇİNİN ÜÇ KİTABI


Çömlekçilik ve seramik hakkında yazılmış eski ve nadir bulunan kitapların sayısı çok fazla değildir. Özellikle de böylesine detaylı bir şekilde ve zengin içerikli anlatılanı. "Çömlekçilik Sanatının Üç Kitabı" adlı eser (I tre libri dell'arte del vasaio), Cipriano Piccolpasso of Castel tarafından yaklaşık 1557 yılında yazılmıştır. Mayolika çömlekçiliği üretim sürecini anlatıldığı  kitap, Londra'da Victoria & Albert Müzesi aittir. Sir Charles Robinson, orjinal el yazmasını bir antikacıdan satın almadan önce, 1861 yılına kadar İtalyan topraklarında kalmıştır. El yazması 1863 yılında  V & A'da Milli Sanat Kütüphanesi koleksiyonuna eklendi.  Kitabın İngilizce çevirisi ve baskıları yayınlanmıştır. Dallas SMU kütüphanesi İngilizce bir kopyası vardır. Scolar Press tarafından gerçekleştirilen 1980 tarihli İngilizce baskısı ise (kopya baskı) 440 sayfa olup illüstrasyonlarla görselleştirilmiştir.

Kitabın yazıldığı döneme ait tipik bir orta ölçekli çömlekçi atölyesinde bir ustabaşı veya yönetici, iki çömlekçi, iki veya üç ressam, bir veya iki erkek fırıncı ve birkaç genel işçi veya çırak olurdu. Resimde orjinal kitaptan, insan gücüyle çalışan tepme tezgahlarda (çömlekçi tornası) üretim yapan iki usta görülmektedir. Kitaptaki bilgilere göre o dönemlerde seramikler odunlu fırınlarda haftada bir kez pişirilirdiği belirtilmekte.

http://www.marysmaiolicaarts.com/Old%20site/lecture/potters_art.htm
http://www.biblio.com/books/497779107.html#

25 Aralık 2012 Salı

ANTİK SERAMİKLERDEKİ EROTİZİM

Çıplaklık günümüzde bir tabu iken, antik dönemde günlük aktivitelerde, belli törenlerde, kısmen sempozyumlarda ve özellikle spor karşılaşmalarında doğal karşılanan bir durumdu. Toplumsal ve bireysel anlamda cinselliği daha tam olarak kavrayıp, doğru düzgün yaşayamaz iken, yüzyıllar önce yaşayan insanların, bu konuda günümüzden çok daha duyarlı ve hoşgörülü olduklarını, incelediğim seramikler ve okuduğum kitaplardan takip etmekteyim. Dini metinler ve mitlerde Lut ve Pompei halklarının başlarına gelen korkunç felaketler için kimi çevreler, bu halkların toplumsal olarak yozlaşmaları ve cinselliği sapkınlık boyutuna vardırdırmaları nedeniyle yaşadıkları noktasında buluşurlar. Mevzunun dinsel yönünü tartışmadan, toplumsal olarak yaşama kattığı zenginlik ve bu zenginliğin belgelerine seramik ürünlerden ulaşmamız mümkün. Özellikle antik Yunan ve Roma yaşantısının erotizim temalı sahneleri, sanki günümüze ulaştırılmak istenen belgeler gibi seramik formlara aktarılmıştır. Bu durumu, vazo resimciliğinden ziyade belgeselcilik geleneği olarak değerlendirmeyi yeğliyorum. Çünki gündelik yaşama ait hemen her tür veri seramik vazo ressamlarınca, yüzeylere ve biçimlere aktarılmışlar. Bir seramiğin nasıl oluştuğuna dair tüm bir üretim sürecinden tutun da, dinsel törenler, mitolojik öyküler, yiyim içim, kılık kıyafet, saç modası, iş kolları, mobilyalar, spor aktiviteleri, ticaret ve ulaşım, son olarak konumuz erotizim ve cinselliğe varana dek hemen her tür konuyu bu seramik formlardan öğrenebilmek mümkün. Yunan resim sanatını en iyi anlayabildiğimiz kaynaklardan biri olan seramikler, kalıcılığı sayesinde bizlere bu bilgileri ulaştırabildiler. Pek çok fresk ya da mozaik, benzer bilgiler içermekteyse de, büyük bir kısmı  zaman ve doğa şartlarına yenik düşerek yok oldular. Konuya iki farklı tematik kitabı paylaşarak devam etmek istiyorum.

Greek Erotica adlı kitap 1993 yılında Martin  F.Klimer tarafından yazılan ve Redwood Books tarafından İngiltere'de yayınlanan 243 sayfalık bir çalışma. Doyurucu metin ve açıklamaları yaklaşık 1200 tematik seramik örnek üzerinden değerlendirmekte. Kitapta yer alan örneklere, seramik vazo ressamları kranolojik olarak sınıflandırılarak yer verilmiş. Kimi çizimler ve detaylı kompozisyonlar çok figürlü iken, tek figürlü sahne betimlemeleri de bulunmakta. 2 ana bölümde düzenlenmiş olan kitabın ilk bölümü "Tamama Erme", ikinci bölüm ise "Aksesuarlar ve Sosyal Duruş" başlığı altında detaylandırılmış. Bu kitabın seramikçi, arkeolog, sanat tarihçi, sosyolog antropolog ve psikologları ilgilendirebileceğini düşünüyorum. Ayrıca konuya dolaylı yoldan ilgi duyabilecek tarih, arkeoloji ve sanata meraklı diğer okurlar için de faydalı olabilecek, ileri düzeyde bir kitap. Konuya dair ön bilgisi olmayanların hazmetmekte biraz zorluk çekececekleri ise muhakkak. Eski tarihli olduğundan Türkiyeden temini zor, Amazon.com sitesinden alınabilir.

 
Paul Matheieu tarafından yazılan Sex Pots adlı kitap, AC Black tarafından 2003'de  İngiltere'de yayınlanmış. 224 sayfalık bu kitap 8 bölümden oluşmakta. Antik dünyadaki Gaia'dan günümüze dek uzanan seramik üretim sürecindeki örnekleri tatminkar ölçüde okuyucuya aktarılıyor. Mitoloji, kültür, kafa karıştırıcı hikayeler çerçevesinde, insan teni, güzellik, arzular, politika, izmler, sosyal eğilimler, popüler kültür temaları paralelinde şekillendirilmiş seramik örnekler, sanatçı bazında ele alınarak detaylı incelenmiş. Bu kitapta yer alan Kolomb öncesi seramiklerle çağdaş örnekler, aradan çok uzun zaman geçmesine rağmen rekabet edebilecek düzeyde zengin bir yorumlama ve plastik dil içermekte. Sofra seramiklerinden, farklı alanlardaki kullanım eşyalarına, biblo ve heykellerden sıradışı tasarımlara varana dek geniş bir yelpazede seramiklerin yer aldığı bu kitap da arkeoloji, sanat tarihi, tasarım ve seramik alanında çalışmalar yapanlara tavsiye edebileceğim yararlı bir kaynak.  Geçmişten günümüze kültürel değişimin, seramiklere yansıması bu kitaptabelirgin bir şekilde izlenebilmektedir.
 
Öte yandan antik seramiklerde ele alınan erotizm temasının iki ve üç boyuytlu olarak işlendiğini görebiliyoruz. Daha sık karşılaştığımız vazo resimleri ve plastik olarak şekillendirilmiş heykelcikler üzerinde durulması gerek. Daha nadir olarak fonksiyonel seramik kapların belli bir kısmında da konu ele alınmış olabiliyor. Örneklerdeki yoğunluğa göre değinmek gerekirse, vazo resimleri zaten hemen her konuda bize detyalı bilgiler sunmakta. Özellikle geometrik dönemde acemice başlayıp, gelişimini hızla devam ettiren siyah figür tekniği arkaik döneme gelindiğinde vazo ressamlarının kaliteyi geliştirmeleriyle ve akabinde kırmızı figür tekniğinin de uygulanmaya başlamasıyla, çok özel örnekler olarak günümüze dek ulaştılar. Hellenistik dönemle zirveye ulaşan bu tür seramikler, bizler için çok önemli bilgi ve esin kaynaklarıdırlar.  Erotizim, cinsellik ve seks üçgeninde insan yaşamının farklı uygulamalarını konu alabilen bu seramiklerde, çok sıradışı görüntüler betimlenmiştir. Özellikle fallus imajı pek çok uygarlıkta bereket ve çoğalmayla ilgili sembolik anlam zenginliği oluşturduğundan, konu ettiğim seramiklerde de farklı biçimlerde karşımıza çıkmakta. O dönem toplumlarda çıplaklığın günümüzdeki gibi ayıp sayılmadığı ve hatta bazı aktivitelerin de çıplak gerçekleştirdiğini hatırlayıp, bu durum çok sıradan ve doğal bir olgu olarak karşımıza çıktığını vurgulayalım. Bu seramikler için örnek olarak seçtiğim bir kaç farklı biçim, konuyu daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır.

 
 
 
Örnekleri çok sayıda arttırmak mümkün, burada yalnızca fikir vermek adına sınırlı örnekleme yaparak, bu durumun yalnızca antik Yunan seramikleriyle kıstlı kalmadığını vurgulamalıyım. Antik Anadolu topraklarında çok sayıda Yunan kolonisi ve kenti bulunduğundan ve bir kısmının da diğer Anadolu kentlerini etkileri altına almalarından, bunların seramik geleneğini daha yakından takip edebilmekteyiz. Ne var ki, Afrika ve Prekolombiyan Moche sanatında da benzer anlayışta şekillendirilmiş seramiklerin varlığını belirtmek gerekir.
 
Kaynaklar:
-Andrew Clark, Understanding Greek Vases: A Guide to Technical Terms (2002), J. Paul Getty Museum; 1 edition
-George F. Lau , Andean Expressions: Art and Archaeology of the Recuay Culture (2011), (The Iowa Series in Andean Studies) University Of Iowa Press; 1 edition
-John Boardman, Athenian Black Figure Vases (1985), Thames & Hudson
-John Boardman, Athenian Red Figure Vases: The Archaic Period: A Handbook (1985), Thames & Hudson 
-John Boardman, Athenian Red Figure Vases: The Classical Period (1989), Thames & Hudson
-Joan M. Gero, Sex pots of ancient Peru: post-gender reflections. In Combining the Past and the Present: Archeological Perspectives on Society, edited by Terje Oestigrad, Nils Anfinest and Tore Saetersdal, International Series 1210. Oxford: BAR
-Mary Weismantel, Moche sex pots: reproduction and temporality in ancient South America (2008). American Anthropologist 106
-Michael Vickers (2007), Ancient Greek Pottery (Ashmolean Handbooks) Ashmolean Museum
-Tom Rasmussen (Editor), Nigel Spivey (Editor)(1991), Looking at Greek Vases, Cambridge University Press; 1995 Reprint edition edition
Bu makaledeki yazı ve görseller izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Ayrıca bakınız:
http://www.orartswatch.org/body-beautiful-sex-and-the-single-sculpture/
 
 

21 Aralık 2012 Cuma

17. YÜZYILDA AVRUPALI BİR ÇÖMLEKÇİ


Barefoot Hafner adlı çömlekçinin 1605 tarihinde atölyesinde çalışırken resmedildiği bu el yazması kitap, Amb. 317b.2° Folio 71 recto (Mendel II) adıyla kayıtlanmış bulunmaktadır.  Kitabın geneli o dönem meslek gurupları hakkında açıklayıcı ve görsel bilgiler vermektedir. Çömlekçi bir sürahi şekillendirirken görülmektedir. Oturduğu yerin hemen sağında üç kil topağı şekillendirilmeyi beklemektedir.  Raf ve masada daha önce şekillendirilmiş olan ve bir kısmının sırlı olduğu belli olan (sarı ve yeşil olan örnekler muhtemel sırlı olmalıdır, aksi takdirde renk farkının bir anlamı olmaz) kulplu ve kapaklı farklı seramikler yer almaktadır. Çömlekçi çarkı çok ilkel bir mekanizmaya sahip olup, bu çark üzerinde üretim yapılabileceği şüpheli bir durumdur. Çömlekçi atölyesinin detayları incelendiğinde, atölyenin metal kapısının menteşeleri ve kilidi dahi düşünülerek resmedilmişken, çömlekçinin ellerini ıslatmak için kullandığı su kabı malesef gösterilmemiştir. Üstelik çömlekçinin giydiği pelerinimsi kıyafet de üretim yapan bir ustanın tercih edeceği bir kıyafet değildir. Resimdeki diğer detaylar çizer tarafından gözden kaçırılmamıştır. Yerde duran çamur yığını, iki sürahi su kabı ve orjinal kayıtta sırlı fayans soba olarak adlandırılan yerde duran iki tane yeşil dikdörtgen prizması görünümlü obje ilginçtir. Kişisel yorumum, bu resmi çizen kişi bir şekilde herhangi bir çömlekçiyi çalışırken izlemiş fakat bir takım detayları atlamıştır. Bu çizimi ise hayalinden yapmış olabileceği ihtimali üzerinde durmaktayım. Orhinal metnin Almanca olması ve kaligrafik açıdan okumanın zorluğu daha detaylı bilgi edinmemize imkan vermemekte. Yine de o dönem üreticileri hakkında bilgi vermesi adına önemli olduğunu düşünüyorum.
Kaynak:http://www.nuernberger-hausbuecher.de/index.php?do=page&mo=2

19 Aralık 2012 Çarşamba

SERAMİK TEMASININ TÜRK FİLATELİSİNDE KULLANIMI


1956 Truva Turistik Seri
Türk filatelisi  konu olarak seramiği sevmektedir fakat seramikçilerimizi sevmemektedir. Seramikçileri sevmemek ne demek, yazının devamında anlaşılacak. Saptayabildiğim kadarıyla 1956 yılları ile 2009 yılları arasında basılan toplam 21 serideki 44 pulda, farklı seramikler tema olarak seçilip kullanılmıştır. Yalnızca 2007 ve 2010 yıllarında basılan 2 adet ilk gün zarfında ise seramik teması kullanılmıştır. Bu zarfların pullarında seramik yoktur fakat zarf baskılarında seramik görülmektedir. Pullarda kullanılan seramiklerin 18 tanesi arkeolojik eser iken 18 tanesi etnografik nitelikli çini ve evani özelliğindeki seramiklerdir. Yalnızca 7 tanesi güveç ve servis tabağı görünümlü günlük kullanım seramiği olup, sanat eseri sayılabilecek hiç bir çağdaş seramikçinin eserine yer verilmemiştir. Oysa ki Türk resim ve heykelinden önemli ressam ve heykeltraşların çalışmalarına Türk pullarda yer verilirken, ne yazık ki, hiç bir Türk seramikçisi çalışmalarıyla bir pula konu olamamıştır. Acaba seramik denilince akla daha önce kullanılmış olan hep bu tür örnekler mi gelmektedir, yoksa gelmesi mi beklenmektedir? Yurt içinde ve dışında yapıştırıldığı zarfların üzerinde seyahat edip, farklı mekanlara ulaşabilen pullardaki görüntülerde hiç bir çağdaş Türk seramikçiye yer verilmemiş olması, bu durumun ressam ve heykeltraşlar kadar seramikçilerin önemsenmediği gerçeğini ortaya koymaktadır. Pullar önemli bir tanıtım ve bilgilendirme özelliği taşır, koleksiyonu ve müzayedeleri yapılır. Günümüzde gelişen teknoloji ile artık posta yolu ile iletişimin tercih edilmeyişi, pulları bir miktar gözden düşmüş olabilir. Nerdeyse pek çoğumuz eposta ve kısa mesajlarla gün içinde pek çok kez haberleşip, ruhsuz bir iletişim yöntemini kullanmaya mecbur bırakılmış kimseleriz. Güzel yazan bir dolmakalemle son kez imzamızı atıp, mektuba pulu yapıştırışımızı kaç kişi hatırlıyor?
 
Beklediğimiz birisinden gelen mektubun gecikmesi ve yarattığı heyecan duygusu. Sanırım bunları giderek kaybediyoruz. Fakat bu mektuplaşmanın ve pulların tamamen önemini yitireceği anlamına gelmez. Sevdiklerimize pullu mektuplar yollayalım, bir zahmet postahaneye kadar gidelim ve güzel pullar seçelim. Hatta kendi pullarınızı tasarlayarak bastırabiliyordunuz bir zamanlar, kendi seramiklerimizi pullara neden basmayalım. PTT böyle bir hizmet vermekte. Bu duruma beni sevindirn tek örnek Prof. Zehra Çobanlı'nın üzerinde seramik eserinin de bulunduğu pulu göstermek olacaktır. Umarım bundan sonraki basılacak yeni pul serilerinde, önemli Türk seramikçilerinin çalışmalarına yer verilir ve bizler de ruhu olan mektuplaşmaya daha çok önem vererek, pul kullanmayı sürdürebiliriz.


 
1966 Türk Çinileri
 
1974 Tarihi Eserler

1975 Bölgesel İşbirliği

1976 CEPT

1977 Türkiye İran Pakistan Bölgesel İşbirliği

1983 Avrupa Konseyi Sanat Sergisi


1985 Topkapı Müzesi III

1986 Topkapı Müzesi III

1987 Topkapı Müzesi IV

1989 Tarihi Eserler


1990 Tarihi Eserler

1991 Tarihi Eserler

1991 Türk Seramik Sanatı

1992 Tarihi Eserler

1993 Akdenizin Kirliliğe Karşı Korunması

1994 Türk Mutfağı


2007 Türk Mutfağı

2007 Anadolu Uygarlıklları (FDC)

2009 Türkiye Portekiz Konulu Ortak
2009 Anadolu Uygarlıkları

2010 Anadolu Uygarlıkları Eski Tunç Çağı
2012 Yöresel Yemeklerimiz
Kaynak: http://www.ptt.gov.tr/?wapp=postalServices_tr&id=53847B86-7CD4-48DC-B429-63511CBF5873&open=1&im=3
 

15 Aralık 2012 Cumartesi

KARARTMA TEKNİĞİ

 Avanos çömlekçiliği ve seramikleri hakkında yazılmış bir takım tezler, staj raporları ve makaleler mevcut iken ben burada, daha sade ve özgür bir dil kullarak, deneyimlerimi aktarmayı tercih ettim. Aklımda kalan bilgileri unutmadan kaydetmek için, gezi notları tadındaki bu yazıyı yazmaya yıllar sonra başladım. Bir seramikçi olarak Avanos'a ilk kez 1995 yılının ılık bir ilk bahar günü gittim. Yolculuk sırasında yanımda okul arkadaşım Sibel Baltacı da vardı. Kendisi bir kaç yıl önce stajını Avanos'ta yapmıştı. Sibel staj anılarını anlattıkça, bir seramikçi olarak Kapadokya Bölgesindeki Avanos'u mutlaka görmem gerektiğine karar vermiştim. O zamanlar İstanbul Topkapı'da Anadolu Otogar'ı denen bir keşmekeş vardı. İsmail Ayaz otobüs firması ile ilk hareket noktam olan Topkapı'dan yola çıkıp, Harem'de Sibel'le buluşup yola  devam ettim. Avanos'a vardığımda ilk kez bu denli kıraç bir iklim ve coğrafya ile karşılaştığımı hatırlıyorum. Görebildiğim yegane su, bulanık akan Kızılırmak nehriydi. Ömrüm boyunca görmeye alışkın olduğum Boğaz'ın maviliklerinden eser yoktu ama hiç değilse su vardı ve su hayattı. Antik Yunanda adı Halys olan Kızılırmak da bu bölgeye yüzyıllardır hayat getiriyordu.   Hititler'in Maraššantiya adını verdikleri bu nehir çömlekçiler için yüz yıllardır bir hayat kaynağı durumundaydı. Nehir tarafından şekillendirilen ve seramik üretimine elverişli olan bu topraklar, Avanos'ta da çömlekçiliğin gelişmesi için uygun bir zemin hazırlamıştı. Avanos'ta yaşadıkça Anadolu'nun bu en uzun nehrine alıştığımı ve hatta tuhaf bir şekilde sevmeye başladığımı fark ettim.

Vardığımız ikinci gün Avanos'ta pek çok ustayı yetiştirmiş olan Ahmet Taşkıran'ın atölyesi gittik. Kendisi bizi bekliyordu ve yola çıkmadan önce yanımızda kendisi için getirdiğimiz bir çuval boraksı ve bir kaç kilo krom nikel teli bekliyordu. Bu malzemelerle deneysel çalışmalarını devam ettirebilecekti. Avanos'ta geleneksel üretim sürecinde seramikler sırlanmazdı. Babacan tavırlı ve kısa sürede gözümüzde amcalığa terfi eden Ahmet Taşkıran, namı diğer "Baş Usta", bize deneme yanılma yoluyla elde ettiği sırlama becerilerini ve yönteklerini anlttıkça, kendisini hayranlıkla dinliyordum. Hurda kamyon akülerin parçalayarak içinden çıkardığı kurşunu ve bunu tavada kavurarak mürdesenk haline getirişini anlatması, kendisine bir simyacı gibi yaklaşmam gereğini hissettirmişti. Meydanda abisinin şekillendirdiği heykelin altında kahvede oturup sohbet ederken, zaman zaman zevkten tüylerim diken diken olarak, aklıma dahi gelemeyecek şeyleri gerçekleştirdiğini dinlemek bana büyük bir haz veriyordu. Sanırım "teneker" kelimesini yıllar sonra yeniden anlattığı hikeyelerin birinde duyuyordum. Teneker aslında borakstı. Kendisine getirdiğimiz bir çuval boraksı sır hammaddesi olarak kullanacaktı ve aslında bu sohbetler sırasında kısa hikayelerle karışık, bana "cila" dediği sır formüllerini veriyordu. "Falanca ölçü rakı şişesi kırığı, filanca ölçü teneker, bir tutam tebeşir, birazcık  da mürdesenk, cila tamam oldu işte". Bu şeffaf sırın formülüydü. Formüldeki kelimelerin bazılarını, 70'li yıllarda altın kaynağı yapan dedem Memet Usta'dan duyduğumu hatırladım. Nişadır, kezzap hep yıllar öncesinden hafızamda kalmıştı.
 
Ahmet Taşkıranla geçirdiğimiz günler zarfında, kısa sürede kendisinin bir nevi çırağı olmuştuk. Bu arada kendi çalışmalarımızı ve ilginç fikirlerimizi de hayata geçirmeye çalışıyorduk.   Burada kaldığım süre içinde pek çok önemli çömlekçi ustası ile tanışma ve atölyelerini ziyaret etme fırsatı da buldum. Çalışırken onları izledim, öğrettiklerini öğrenmeye çalıştım. Bunların benim için en önemlileri ise Büyük Mehmet Körükçü ve Küçük Mehmet Körükçü ustalardı. Ne tesadüftür ki her ikisinin de ad ve soyadları aynı ve kardeş değillerdi. "Büyük-Küçük" ayrımı ise hitabeti  kolaylaştırdığından, bunu yaşlarına uygun bir ön ek olarak kullanıyorduk ki bu durum herkes için (Avanoslu'lar için de) en pratik çözümdü. Belediye kararı gereğince şehir merkezinde fırın yakmak yasaklandığından, Ahmet Taşkıran ve bazı büyük üreticiler atölyelerini, sanayi bölgesine taşımışlardı. Daha küçük çapta üretim yapan ve daha ziyade turistik üretici konumundakiler ise şehirdeki küçük atölyelerinde çalışmaya devam ediyorlardı. Küçük ve zararsız fırınlarını ise akşam saatlerinde yakmayı tercih ediyorlardı. Mehmet Körükçü ustaların her ikisi de, şehirdeki küçük atölyelerinde üretim yapmayı tercih edenler arasındaydı. Dolayısı ile atölyelere daha çok gelen giden oluyor, yabancı turistlerle tanışma ve konuşma fırsatı bulabiliyordum. Çoğunluğu Fransız ve Japon turistlerin olduğu kafilelerden yolunu kaybeden bir kaç şanssız turistle tanışarak bir kaçına çömlekçi tornası kullandırma deneyimi bile yaşadım. Özellikle Japonlar çok komik oluyorlardı. Hele genç bir Japon oturmaya bile gerek duymadan ayakta çömlek çekip kendi kendine konuşuyor, ilginç mimikler eşliğinde tuhaf sesler çıkararak (misal:AREE) azimle ve üçüncü denemesinde basit bir çanağı şekillendirebiliyordu. Çalışmalarımızı tamamlayıp, yaklaşık 1 ay aynı atölyede çalıştıktan sonra, İstanbul'a dönmeye karar verdik. Sonunda tezgahta düzgün bir üzlük (bir tür yoğurt veya ayran kabı) yapmayı becerebilmiştim.

Tekniği açıklamaya başlamadan Önce kısaca K.Mehmet Körükçü'den de bahsetmek istiyorum. Kendisi turistik tabir edilen geleneksel Hatti ve Hitit formlarını ve diğerlerini en başarılı ve detaylı şekillendirebilen, şimdiye dek gördüğüm eli en hızlı ve pratik üretim yapabilen ustadır. Detaycılık, disiplin, işçilik ve kaliteye verdiği önem tüm ürünlerinde görülebilir. En iyi gaga ağızlı ve simit gövdeli formu kendisinin üretebildiğini iddia etmişimdir. Bu iddiamda haklı olduğumu da düşünüyorum. Özellikle gaga ağızlı testinin 15 cm. olanından 1 metreden daha uzun olanına dek üretebilen ve bu üretimi çok hafif bir seramiğe dönüştürebilen yegane usta.  Bu açıkama biraz ekşi sözlük maddesi gibi oldu fakat, kendisini son görüşümde yeni merakı olan udu ve dümbeleğe sarmıştı. Fevkalade örnekleri gayet iyi fiyatlara İstanbul'a pazarlaması, diğer çömlekçilerin de gözünü açmıştı fakat malesef diğer üreticilerin üretimleri aynı kalitede değil . Üretimdeki bu değişim ve pazarlamanın İstanbul'a kayması iddiamı doğrulamakta.

5. tür Avanos tepme tezgahı
Prof.Güngör Güner, Anadolu'da yaşamakta olan ilkel çömlekçilik adlı kitabında Avanos'ta kullanılan çömlekçi tornasını 5. tür tezgah olarak adlandırmıştır. Günümüzde atölyeler tepme tezgah da denen bu çömlekçi çarklarını turistik gösteriler dışında kullanmayı artık pek tercih etmiyorlar. Elektirikli torna Mehmet Körükçü gibi seri çalışan ustalar için önemli bir kolaylık sağlamış durumda.

Konu başlığı olan "Karartma Tekniği" B.Mehmet Körükçü'nün bana öğrettiği ve aslında basit bir redüksiyon denebilecek  teknikti. Bu teknikle üretilen seramiklere kara mal diyorlar ve satış fiyatını da sırf büyüzden ikiye hatta üçe katlıyorlardı. Bu kara mallar mutlaka perdahlı seramiklere uygulanıyor, redüksiyonun oluşturduğu siyah etki perdahla güçlendiriliyordu. Standart pişirime göre nispeten daha zahmetli ve riskli olduğundan, redüksiyon işlemi için seramiklerin de fırından sıcakken çıkartılması gerektiğinden, çömlekçiler çoğunlukla bu riske girmek istemiyor ve bu durum da, bu tür seramiklerin az üretilmesine neden oluyordu. 1997 yılındaki ikinci Avanos seferimden sonra, 1999 yılında üçüncü kez yine geldim. Bu kez ağırlıklı olarak B.Mehmet Körükçü Usta ile çalışıyordum. Çarşıdaki dükkanların bazılarında yüksek fiyata satılan siyah ve kısmen alacalı çömlekleri görüp ne olduklarını sorduğumda, bana istersem bunlardan yapabileceğimizi söylemişti. İşte o an heyecandan yine tüylerim diken diken olmuştu. Bu noktada kısaca ve adım adım karatma tekniğini açıklamak istiyorum.
 
B.Mehmet Körükçü fırını yakarken
Uygulamanın orta ve küçük boyutlu fırınlarda gerekleştirilmesi sağlıklı olur. Ölçü vermek gerekirse fırının 1 metre küp ve altı tercih edilmeli. Çünki pişecek seramikler fırın içinde üst üste yığılarak istifleniyor. Karartma yapılacak olanlar ise fırın bacasından en rahat dışarı alınabilecek şekilde yerleştirilmeliler. Pişirim tamamlandığında, derecenin geldiğini, çömleklerin akkor olmasını gözleyerek anlıyoruz. Aslında bu sıcaklıktaki seramiğe çıplak gözle bakmak doğru değil ama önemseyen mi var sanki yıllardır aynı şeyleri tekrar ederek bu güne dek gelmişler. Karartılacak seramikler kanca yada maşa ile fırın bacasından dışarı alınmadan önce kapaklı bir metal kap içerisinde redüksiyon için kullanılacak organik malzemeler yerleştirilir. Bir miktarı da en son seramiklerin üzerlerini tamamen kapatmak için ayrılır. Biz hazırda olduğu için yağ tenekesi kullanmayı tercih ettik ve içinde sırasıyla her sefrede farklı olmak üzere ince talaş, ince saman ve kömür tozu kullandım. Toplam 3 farklı deneme gerçekleştirdim.
 
Seramikler çıkartılmadan önce bacadan görünmleri
İlk denemede içerisine talaş yerleştirdiğim yağ tenekesine fırın bacasından akkor halde iken aldığımız seramikleri hızlıca doldurduk. Yaklaşık 10 cm. boşluk kalacak şekilde seramikleri tenekeye yerleştirip, üzerlerini tamamen artan talaşla kapladık. Tenekenin ağzını da ağır ve muhkem bir kapakla kapatıp bir gece soğumaya bıraktık. Soğuma süresi yaklaşık 10-12 saat yeterli oluyor. Bu sürede sıcak seramikler yanıcı organik malzeme ile buluşup yanma sonucu ortaya karbon çıkartıyor ve bu karbon da seramiğe hapsoluyor. Bu durum redüksiyon değil de nedir ki? Böylece kırmızı zeminli seramik siyaha dönüşüyor. Eğer talaşa gömülen seramik bir yerden hava alır ya da yeterince üzeri örtülmez ise, o kısımda alacalı bölgeler oluşuyor ki bu görüntü de çok artistik bir etki oluşturmakta. Sırf meraktan bu seramiklerin bazılarını kırarak kesitlerini de inceledim. Redüksiyon süresinin uzunluğuna bağlı olarak kesit rengi de griden siyaha kadar değişmekte. Sonuçta bünye içten ve dıştan karbonla siyahlaşmakta. Eğer bu siyahlaşan seramikleri tekrar pişirir ve redüksiyon yapılmazsa yeniden kırmızı seramiğe dönüşmekte.
 

Perdahsız ve kısmen redüklenmiş kylix
Fotoğraf: Aykan Özener
Redüksiyonu üç farklı yanıcı ile denedikten sonra en başarılı parlak ve doygun siyah etkiyi  saman ile elde ettim. İkinci sırada talaş yer aldı ve en kötü etki de elenmiş kömür tozuyla elde ettim. Çalışmalarım sonucunda antik yunan formlarından replikalar üreterek bunları farklı organik malzemelerle kararttım (redükledim). Perdahsız örneklerde de deneme yaptım ve çok başarısız bir etki oluştuğunu saptadım. İzlenimlerim sonucu turistlerin, doğal oluşları nedeniyle ile kısmen lekeli olan alacalı seramikleri tercih ettiklerini de fark ettim. Redüksiyon sonucunda tamamen siyahlaşmış seramiklerin sentetik boyalarla renklendirilmiş olabileceği şüphesi ile, alacalı olan seramikleri tamamen siyah olanlara yeğliyorlardı. Süreç olarak hem eğlenceli hem de bilgilendirici bir uygulama olan karartma tekniği, açık bir alanda üretim yapma şansı olan her seramikçi tarafından rahatlıkla denenebilir. Bahçeli bir atölye, ya da havalandırmalı kapalı bir atölyede bile uygulanabilir. Yalnız kullanılan fırının odunlu veya gazlı fırın olması tercih edilmeli. Elektrikli fırında da uygulanabilir fakat rezistans telleri zarar görecektir. Eğer elektrikli fırının içi ceketli ve teller korunaklı ise bu fırınlar da rahatlıkla kullanılabilir. Görselliği yüksek iyi sonuç elde etmemek ise imkansız.
 
Perdahlı olup, redüksiyona uğrayan ve uğramayan aryballosların yüzey farkı
Fotoğraf: Aykan Özener

Perdahlı ve perdahsız lekhytos yüzeylerinde redüksiyonun etkisi
Fotoğraf: Aykan Özener

Amphoriskosta başarılı bir perdah ve redüksiyon
Fotoğraf: Aykan Özener

Aryballosta başarılı bir perdah ve redüksiyon.
Fotoğraf: Aykan Özener
Bu makalede kullanılan bilgi ve fotoğraflar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
KAYNAKÇA:
-GÜNER Güngör, Anadolu’da Yaşamakta Olan İlkel Çömlekçilik (1988), Ak Yayınları Kültür Serisi, İstanbul

13 Aralık 2012 Perşembe

YAZILI KAYITLARDA, HAVVA'DAN ÖNCE İNANNA VARDI

Seramik İnanna rölyefi, Eski Babil (M.Ö. 19-18. yy.), h=49,5 cm.
http://en.wikipedia.org/wiki/File:British_Museum_Queen_of_the_Night.jpg
http://goddessinspired.files.wordpress.com/2012/06/inanna-descent.jpg
Günümüzde yer yüzündeki yaşantımıza ve konumumuza ulaşana dek geçirdiğimiz gelişim ve geçmiş kültürlere ait veriler, yazının icadıyla birlikte kayıt altına alınmıştır. Eski uygarlıklar pek çok alanda ilklerin temelini atarak, varlıklarını bir şekilde günümüze dek aktarabilmeyi başarmışlardır. Teknolojiye ve modern çağa rağmen, kılık ve kabuk değiştirerek kendinden olanları binlerce yıl sonrasına taşıyabilmek gerçekten çok derinlerde ve sağlam atılmış temellere sahip oluşun göstergesi değil midir? Günümüzde din, inanç, mucize adı altında bizlere sunulanlar, bilgelerden duyduklarımız, efsaneler, mitler... Tüm bunların farklı coğrafyalarda benzer niteliklere sahip oluşu, ortak bir atadan, başlangıçtan ya da fikirden türemiş olduğunu mu ispatlar? Bu tip yorumlara girişmek tabi ki kendi adıma uğraştığım bir mevzu olamaz fakat seramik üretme geleneğinin bir noktasında karşılaşılan ve adına İnanna denilen dişi varlık, kökleri çok derinlere uzanışı, ilklerden oluşu ile gerçekten üzerinde durulması gereken bir şahsiyet. Dinler tarihi araştırıcıları Yahudilik, Hırstiyanlık ve Müslümanlığın kutsal kitapların tümünde olduğu gibi, insanlığı Adem ve Havva ile başlatır. Bu durum tabiki tek tanrılı dinler için geçerli iken, antik ve  pagan inanışlarda durum daha farklı. Geçmişten günümüze kavim ya da uygarlıkların taptığı, adına adaklar sunduğu, sahiplendiği, benimsediği, hatta popüler olup transfer ettiği dini figürler bilinmekte. Fakat yazılı metin olarak ele alındığında, yazıyı ilk bulan uygarlık olan Sümer'lerin çivi yazılı tabletlerinde İnanna adlı dişil bir karakter kayda geçirilmiştir. Doğrudan bolluk ve bereketle ilişkilendirilen Sümer ay tanrısı Nanna'nın kızı İnanna aslında ana tanrıçadır. Bu kişiliğin Hitit ve Hurri'lerin anatanrıçasından (Hannahannah) gelişerek oluştuğu tahmin edilmektedir. Değişim geçirerek Mısır'da Hathor, Akad'da İştar (Star), Frig'de Kibele, Fenike'de Astarte,  Yunan'da Demeter, Artemis, Afrodit, Etrüsk'te Menrva, Roma'da Venüs olur, Mysia'da sirenle özdeşleştirilir. Asurlarda Mylitta, Homeros İlyada'sında Clytemnestre olan İnanna Nebati'lerde Al-Lat (El-Lat) olarak adlandırılır, diğer adı Kaab olan Al-Lat'ın sembolü ise kutsal siyah taştır. Kaab'a (Al-Lat) inananlar bu kutsal karataşa tapmışlar. Bu durumun, Kabe'deki kara bir taş olan Hacer'ül Esvet'e, kaynaklık ettiğinin ya da etmediğinin bir ispatı değildir. İslam öncesi Mekke'nin 3 baş tanrıçasından biri olan ve Kabe'de yaşadığına inanılan Al-Lat'ın adı Kuran-ı Kerimdeki Necm suresinde geçer ( "Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?" ).

Sümer dinine ait olan ve çok yönlü bir kişilik olan İnanna, Tanrı Tammuz ile evlidir. Tabiatın enerjisini barındıran Tammuz her yıl temmuz ayında, eşi İnanna ile birleşerek dünyaya hayat saçar (Kutsal evlilik). Temmuz ayı adını, 6 ay yer altında 6 ay yer üstünde yaşayan Tanrı Tammuzdan alır. Dumuz, Dumuzzi gibi adlarla anıldığı da olur. İnanna ve Tammuz'un evliliği kutsal evlilik olarak adlandırılır ve bu tema, Adem ile Havva anlatılarına dek ulaşır. Kutsal kitaplarda detaylarıyla işlenen ilk insan ve neslinin devamındaki süreç, yazılı kaynaklara ancak yüz yıllar sonra işlenebilmiştir. Ne var ki İnanna'nın hikayesi kil tabletlere çok öncesinde kazınmıştır. Tevratın anlatıları Muazzez İlmiye Çığ'a göre Sümer efsanelerinden beslenir. M.Ö. 5. yy. da İsrail bilginleri Babildeki Sümer bilginlerinin aktardıkları bilgileri kullanarak tevratı yazmaya başlamışlardır. Tevratın günümüzdeki hali, ancak M.S. 2. yy.da Yunancaya çevrilen metninden gelmektedir. Adının ilk hali Nin-Anna olan ve anlamı Cennetin kraliçesi, gökyüzünün hanımı olan İnanna, 8 köşeli bir yıldız şeklinde Venüs gezegeniyle de özdeşleştirilir. Sabah yıldızı olan İnanna savaş tanrıçası, akşam yıldızı olan İnanna ise aşk tanrıçasıdır, Babil'in kutsal fahişesidir.  M.Ö. 1900-1600 yıllarına tarihlenen bir sümer şiirinde İnanna'nın Cennetten yeryüzüne düşüşü anlatılır (Düşüş miti). Buna bir tür kovulma da denebilir ki, bu tema gelişerek Havva'nın Adem ile birlikte Aden'den (Cennet) yeryüzüne kovuluşlarıyla örtüşmektedir. Düşüş miti sonrasında Havva (anatanrıça) figürü ikinci plana itilerek baba tanrı figürü ön plana çıkarak ataerkil düzen başlar. Mitler farklı formatlarda değişime uğrayarak, farklı dinleri etkilemiş ve günümüze dek ulaşmıştır. Yine farklı bir anlatımda İnanna, yaptığı seçim sonrasında çiftçi tanrı Enkimdu ile evlenmeyi, tercih eder ve çoban tanrı Tammuz ile evlenmez. Bu tercihin en önemli nedeni bitkileri ve tahılı Enkimdu'nun bol yeteştirmesidir. Bu durum doğrudan bolluk ve bereketle bağ kurarak İnanna'nın varlığını ve niteliklerini daha da güçlendirir. Gelişen olaylar sonrasında ise, Kramer'e göre İnanna daha sonra Tammuz ile evlenir. Çiftçi Enkimdu ve çoban Tammuz çekişmesi, çiftçi Kabil ile çoban Habil'in acıklı sonu için kaynaklık etmiş olabilir. Tammuz'un özel güçleri arasında hastalıkları iyileştirme ve ölüleri diriltme vardır. Tammuz'un yeniden doğuşu ile ilgili önemli bir tarih olan 25 aralık günü, tıpkı iyi çoban İsa için de önemlidir ve günümüzde Noel olarak kutlanır. Bu tür benzer örnekler çok sayıda mevcuttur.

Sümerliler bir kadında olmasını istedikleri tüm özellikleri İnanna üzerinde toplayarak onu ölümsüzleştirmişlerdir. Güzel, şuh, çekici, şefkatli, hırslı, kavgacı, önder, kurnaz sıfatları üzerinde toplayan İnanna bereketin ve çoğalmanın da temsilcisi, kaynağı olmuştur. Plastik açıdan bu özelliklerin büyük bir kısmı İştar Vazosunda şekillendirilmiştir. Bu denli zengin bir karaktere sahip olan kültürlerin sanat eserlerine tema olarak İnanna'yı aktarması ve bunların bir kısmının seramik örneklerle şekillendirilmesi, bir seramikçi olarak paylaşmak istediğim ilgi çekici bir nokta oldu.

İnanna betimlemesi, İştar vazosundan detay
http://en.wikipedia.org/wiki/File:Ishtar_vase_Louvre_AO17000-detail.jpg

Seramik İştar vazosu, Larsa (Mezapotamya), M.Ö. 2. binyıl
http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Ishtar_vase_Louvre_AO17000.jpg


Myrina (Mysia), M.Ö. 1. yy.
http://en.wikipedia.org/wiki/File:Funerary_siren_Louvre_Myr148.jpg


Sümer'lilerin Ur şehrinden prehistorik seramik İnanna heykeli (h=75 cm.)
http://www-personal.une.edu.au/~rrelke/inanna.htm



Son olarak İnannanın eşi Dumuzi (Tammuz) için söylediği şiirden küçük bir kısmı aktarmak uygun olacak. Çünki bu şiirde de Çoban Dumuzi vahşi bir boğa olarak işaret edilmekte, gücü, dölleyici özelliği vurgulanmaktadır. Ataerkil sistemde boğa erkek tanrının, baş tanrının sembolüdür ve pek çok seramik boğa heykeli, bu kültün önemli sembollerindendir.
... güveyim
dumuzi'm, vahşi boğam
beni hoşnut tutsun
bırakın sözcükleri dökülsün
ağızlarından
ah! şarkıcılar
onların gençliği için söyleyin
nippur'daki şarkıyı
tanrı'nın oğluna armağan olsun
ben onu övmek için
şarkı söyleyen kadınım
şair onun şiirini söylesin
ben inana'yım
vulva şarkımı ona verin
benim derin vulvam
vulva cennetin kayığı
yeni ay güzelliği vulvanın üzerindeki
ekilmemiş çöl vulva
vahşi kızların tarlası
benim tepeciğimin
onun fışkırmasını özlediği yer
benim tepeciğim açık duruyor
ve soruyor
kim onu sürecek
vulva sırılsıklam
ben kraliçe
bu öküzü buraya getirdim
"o senin için
sürecek sabanı
kralımız dumuzi sürecek
senin için"
vulvamı sürün, kalbimi
kutsal kasıklarım onunla ıslandı
ah kutsal anne ...

MS2367/1 İnanna'ya ait bir ilahi metni, Sümer kil tableti, Babil, M.Ö. 20-17. yy., 21x17x4 cm.
http://earth-history.com/_images/ms2367a.jpg

Bu makalede kullanılan metin izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Kaynakça:
-BATUK, Cengiz , "Âdem ve Havva’nın Kitabı: Eski Ahit Apokrifasında Âdem ve Havva’nın Hayatı" Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/2,c.V, sayı: 10,ss.51-96.
-CAMPBELL, Joseph, Yaratıcı Mitoloji, çev.: Kudret Emiroğlu, İmge Yay., Ankara, 1994, ss. 26-27
-ÇIĞ, Muazzez İlmiye , İnanna’nın Aşkı, Kaynak Yayınları, 1998
-KRAMER, Sümer Mitolojisi, ss. 179-181; James B. Pritchard, Near Eastern Texts Relaeted to the Old Testament Princenton University Pres, New Jersey 1955,41-42
-YAZIR, Elmalılı Hamdi, Türkçe Kur'an Meâli. http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=3&sid=53 URL erişim tarihi: 13.12.2012
-http://www-personal.une.edu.au/~rrelke/inanna.htm URL erişim tarihi: 13.12.2012
-http://en.wikipedia.org/wiki/Burney_Relief URL erişim tarihi: 13.12.2012
-http://earth-history.com/Sumer/Clay-tablets.htm#MS 2367/1  URL erişim tarihi: 13.12.2012