Bir seramikçi olarak 2007 yılından beri defalarca ziyaret ettiğim Midilli arasından, seramikler ile ilgili bir paylaşım yapma gereği duydum. İçinde bulunduğum pek çok atölye, dost edindiğim pek çok adalı seramikçi, koleksiyonuma kattığım pek çok seramik, gerçekleştirdiğim saatlerce süren röportaj, video kayıt, çizimler ve yayınlarla karşılaştırmalı olarak kültürleri incelemek, sonu gelmeyecek bir süreç. Her yıl yeni bir şeyler öğrenmenin sonu yok.
Midilli'ye giden pek çok kişi, örnek verdiğim Skala Skaminea adlı yerleşimde 1 şapel, 1 balıkçı barınağı, 2 hediyelik eşya satan dükkan, 3 lokanta ve 2 tane kafe olduğuna dikkat etmemiş bile olabilir. Fazlasına gerek yok demişler, rakamlar yıllardan ber aynı. Bu sayı yurdumuzda olsa eminim çok daha fazla olurdu. Halkımız maalesef Grekler kadar mütevazi değil bu konuda.
Sardalya ve zeytin temalı paylaştığım seramikler, adada hediyelik eşya ve fonksiyonel ürünler olarak bence çok önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gastronomi, zanaat, kültürel miras ve tabi ki ticaret bu seramiklerle yaşatılıp yayılıyor turizm aracılığıyla.
Kalloni körfezinde yakalanan sardalyalar, ada yaşamı için çok değerli bir unsur, hem tazesi hem de birbirinden farklı ve leziz konserve çeşitleri mükemmel, açıkçası çeşitlerin sayısını tespit edemedim. Aynı sardalya Çanakkale'de var. Karşılaştırırsak; bizdeki durum maalesef çok geride. Çanakkale'de iyi sardalya pişiren çok yer yok. "Sardalye" adlı ayaküstü bir yer var, o da bol hamurlu bir kızartma yapmakta...
Adada heryerden zeytin ağacı fışkırıyor. Patates ve diğer sebzeler dahil tüm kızartmalıklar zeytin yağı ile kızartılıyor, salatalar zeytinyağı ile hazırlanıp sunuluyor. Zeytinyağı üreticileri şık ambalajlarla ürünlerini pazarlıyor, zeytini meze olarak tüketiyor, tuzlu balıklarını zeytinyağında muhafaza ediyorlar. Zeytin ağacını işleyip envai çeşit fonksiyonel kullanım ve hediyelik eşya üretip, yüksek fiyata satıyorlar. Aynı zeytin kütüğünün Tuzla'daki bir lokantada yakacak olarak kullanıldığına şahit olunca bir parça kütüğü izin alıp sahiplenme yoluna gitmiştim. Midilli seramikçileri zeytini tema olarak ürünlerinde ustaca kullanıyorlar. Saganaki, stifado, giouvetzi, mousakka, sucukakia, imam vd yerel sırlı seramik kaplarda pişirilerek servis ediliyor, dahası da var.... Endüstriyel margarini kullanmıyor, fritözde sağlıksız "deep fry" yapmıyorlar.
Çömlekte pişen "Stifado" |
Çömlekte pişen "Feta saganaki" |
Bizdeki durum ise biraz farklı. Çanakkale'de de zeytin var elbet fakat zeytini bir hammdde, bir gıda ya da esin kaynağı olarak Grekler (eski İngilizcede Greka) kadar doğru biçimde kullanmayı beceremiyoruz. Zeytin işleyip satanlar uzmanlaşmalı, yaratıcı ve tok gözlü olmalı. Yağ, zeytin ve sabun ayrı işletmelerde satılmalı. Herbiri için o kadar çok çeşit var ki, herkes kazanır. Aynı durum süt ürünleri satanlar için de geçerli olmamalı. Eskiden yoğurtçular vardı, artık kalmadı. Alerjik kişiler için sağlıklı olan keçi yoğurdu çok zor bulunur oldu. Manda, koyun, inek yoğurt, ayran ve kefirleri üretip satmak bence özel uzmanlık gerektiren bir dal.
Yıllardır söylerim, Aynalı Çarşı'nın anlayışını değiştirmek, Çanakkale'ye büyük bir değer katar. Bir keresinde Eski başkana "Çanakkale Nasıl Kurtulur?" mevzusunu, mecazi manada şu şekilde anlatmaya çalışmıştım: Kalitesiz yerli ve Çin malı ürün satışı yasaklansa, her dükkan tek bir şey ile ilgili uzmanlaşıp işletilse, kent için daha faydalı ve karlı olur.
Aynalı çarçı koskoca bir Mısır Çarşısı değil elbette, yine de yerel ürünlerden pişirilmiş Çanakkale mutfağı sunan 2 masalık bir lokanta barındırsa fena mı olur? Benzeri Kuzguncuk'taki Asude retoranda vardı. Zeytin ve çeşitleri bir dükkanda, zeytinyağları farklı bir dükkanda ve şık tasarımlı şişelerde satılsa, sabun ise başka bir dükkanda; oldu 4 dükkan.
Peynir çeşitleri için ayrı, süt, yoğurt, kefir, ayran için ayrı bir dükkan olsa, bunlar da yine olabildiğince çömleklerde satılsa (örneği İstanbul Bakırköy'e vardı, dedemle depozitolu çömlek yoğurdu almaya giderdik); oldu 6 dükkan.
Dahası ıhlamur, papatya, şevketi bostan, kaya koruğu, sarı kantaron, kekiğin 5 çeşidi, belki fazlası ve daha nicesi yerel otlar ve ürünler satan bir aktar. Yerel etler satan bir kasap olsa, mevsiminde oğlak, sakız kuzusu, hatta oracıkta aldığın eti ızgara yapıverse. Hemen yanında bir balıkçı tuzlu balık, sardalya, kolyoz, uskumru, konserve çeşitleri, lakerda, akya ve palamut pastırması, kalamar kurusu ve çiroz, günlük kabuklu çeşitleri satsa, hatta balık sosu bile üretilse... oldu 9 dükkan.
Yanlızca Çanakkale seramiklerinin replikalarını yapan bir seramikçi, ayrıca gelenekselin çağdaş yorumlarını yapan başka bir seramikçi olsa. Bu seramiklerde yerel deniz canlıları, özellikle sardalya motif olarak kullanılsa fena mı olur? Antik çağda üretilen balık tabaklarında kullanılan en yaygın ve sevilen deniz calısının çipura balığı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Acaba Çanakkale kenti çipurayı yeterince pazarlayabiliyor mu?
Başka bir dükkanda Çanakkale'nin yerel pirincini, yer fıstığını, bezelye ve baklasını, atalık buğdaylarını, tohumlarını vd çömlek kavanozlarda satan bir hububatçı olsa şık ve 12. dükkan olur.
Tabi ki içinde yerel Çanakkale kumaşlarını dokuyan küçük bir tezgahın olduğu atölye, o atölyede dokunan kumaşı satan bir kumaşçı, o kumaşları üçeteğe, yeleğe dönüştüren bir terzi, ısmarlama iskarpin, yemeni, sandalet üreten bir kunduracı, bir halı ve kilim satıcısı, çeşit çeşit motiflerle örme yapan bir sepetçi, sahan, çamçak, tava,çan üreten bir bakırcı ve kalaycı, Babakale'li bıçakçı, Biga'lı kıspetci ve derici ile 22 olur. Teflon ve alüminyum temelli mutfak eşyalarını sevmiyorum, sağlıksıszlar da. Bakırın devri yeniden yükseliyor, kullanalım.
Nohut kahvesi de satan bir çay hane, yanında peynir helvacısı ile iyi gider. Keçi sütlü dondurma üreticisi de komşusu olsa yakışır. Koruk suyu, gelincik şerbeti, nar ve karadut suyu satan bir şerbetçi ile bir turşucu da mutlaka olmalı. Şimdilik 27 olan bu sayı daha da artar elbet.
Var olan dükkanları saymadım ama çoğu birbirinin benzeri, niteliksiz ürünler satan yerler. Şu önerdiklerim bile Aynalı Çarşı'da yeniden yapılansa, Çanakkale için hem turizm, hem de kültürel mirasın yaşatılması adına çok önemli bir çekim merkezi olur. Umarım yetkililer Çanakkale'nin yeni yönetiminde bu fikirlerden yararlanırlar.
İş ahlakı yüksek ve tok gözlü toplumların ticarette daha başarılı olabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle önerdiğim dükkanların işletilmesinde, yerel değerlere önem veren, bunları koruyarak, kültürel mirasımızı tanıtıp, yayıp gelecek kuşaklara aktarılmasını imkan sağlayacak kişilerden seçilerek bu görevi omuzlamaları gerekecektir. Bunun için kayırmacılık olmadan liyakatli kişilerin belirlenmesi, Çanakkale'nin tüm yörelerinde adil bir şekilde Aynalı Carşı'da temsil edilmesi bir o kadar önemlidir. Aynalı Çarşı "Artizan" ürünlerin satıldığı bir mekan olmalıdır. Öte yandan Çarşının arastası düzenlenerek düzenli etkinlikler de gerçekleştirilebilse, yaygın etki daha da güçlendirilmiş olur. Gastronomi, zanaat eseri üretimi atölye, sohbet ve etkinlikleri seramik müzesi ve kent müzesi ile birlikte düzenlenip gerçekleştirilebilir.
Verdiğim örneklerle karşı komşumuz Midilli adasını veya Grek kültürünü övmek derdinde değilim. Dikkat çekmek istediğim, boşa heba olan kültür mirasımıza dikkat çekerek farkındalık yaratmaktır. Katma değeri yüksek ürünler üretebilmek elimizde. Seramikçiler olarak bizlerin de bu süreçte küçük de olsa bir payı bulunmaktadır.
Kentte yaşayarak üretim yapan seramikçiler olarak Çanakkale'nin Faenza ya da Vallauris gibi önemli seramik şehirleriyle yarışabilmesinde elimizden geleni yapmalıyız. Bunun için hem yerel yönetimin hem de Kültür Bakanlığının el birliği ile destek olması gerekmektedir. Var olan bütçelerin "Kültür Yolu" projelerine ve anlamsız festivallere aktarılmasındansa, adını seramikten alan Çanakkale'nin seramikçiliğine yatırım yapılması daha doğru olacaktır. Eğer Çanakkale bir Faenza kenti gibi dünyadaki herkesin bildiği bir seramik merkezi olursa, bana göre Çanakkale kurtulmuş demektir. Çünkü seramik disiplin, süreklilik ve özveri gerektirir. İşte bu değerler ve niceleri ile birlikte peşi sıra gelecek olan kültür ve zenginlik Çanakkale'yi kurtaracaktır. Aksi durumda Kepez panayırı, şehir trafiği keşmekeşi, temiz su ihtiyacı gibi konularla boğuşur dururuz.
Gelecek gençlerimizin ellerinde şekillenecektir. Mimesis ve katharsisten bihaber Z kuşağı bu gidişle kültür sanat alanında geleceğimizi yok edecek. Artık Pinterest seramikçiliğini bırakmanın zamanı gelmiş de geçmiştir. Kopyacılık, hem de kötüsü hiç bir fayda sağlamaz. Genç kuşak seramik öğrencileri sanat ve tasarım eğitimi kadar alanlarına katkı sağlaması için kendilerine yetecek kadar estetik, sosyoloji, arkeoloji, antropoloji, ergonomi, mimari, geometri, tarih, coğrafya, botanik, zooloji, astonomi, mitoloji, filoloji eğitimi de almalıdırlar. Z kuşağı gençliği eğer geleceğimiz ise çok yönlü eğitilmelidirler. En azından üçgenin iç açılarını bilebilmelidirler...