31 Aralık 2021 Cuma

TSUTSU-GATA STİLİ ÇANAKKALE KASE (!)

Çağlar boyunca farklı coğrafyalarda üretilen pek çok artifakt (insan yapımı kültürel eser) birbirine benzemektedir. Bu benzerliklere seramikler de dahildir. Her türlü örneğin değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken ana husus ise bize göre önce kronoloji sonra kültürel verilerdir. Aksi takdirde sistematik bir şekilde elde edilmiş bir bilgiden bahsetmek mümkün olmaz. Böyle olunca da sanat eseri, plastik eser, zanaat ürünü, el sanatı ürünü tasarlayıp üretme noktasında çoğunlukla çıkmaz sokaklarda kaybolma riski mevcuttur. Hele ki yüzümüzü kültürü dahi olmayan A.B.D'ye veya müthiş batı Avrupa dünyasının verilerini esin kaynağı olarak kullanmaya kalktığımızda, sonuçlar daha da renklenebilmekte.

Bu yazıda tam tersini yapıp, yüzümüzü doğuya dönerek, seramik üzerinden kronolojik olarak bir karşılaştırma ve değerlendirme yapılmaya çalışıldı. Burada örneklemeye çalışılan geleneksel Çanakkale seramikleri arasında yer alan kâseler, Japon seramikleri arasında yer alan çay kâselerinden özel bir gruba benzemektedirler. Bu benzerliği bir müddet önce tespit etmiş fakat üzerinde yeterince duramamıştık. Yapılan araştırmalar sonucunda, ikinci ve üçüncü kâse grupları daha tespit etmiş ve bunların da Japon çay kâselerinde benzer karşılığı olduğunu saptanmış oldu. Bu araştırmayı yaparken konuyla ilgili yayınlanmış bilindik kaynaklara baş vurmak yerine, ele alınan örnekler müzayede sitelerinde satışa sunulan, büyük kısmı katalog ve kitaplarda, hatta makalelerde yer almayan örneklerden seçilmiştir. Böylece konu hakkındaki monotonluktan uzak kalmak amaçlanmıştır.

Kısa bir araştırmayla "Chawan" olarak adlandırılan Japon çay kaseleri ya da benzeri olan Kore'lilerin "macsabal"ı hakkında pek çok makale ve görsele kolaylıkla ulaşılabilir. Sonuçta chawan ve macsabal birer kasedir. Fakat chawan kültürünün özünde Japonlara ait  olmadığını, Çin ve Kore'den ithal ettiği kaseleri uzun yıllar kullandığı ve bu duruma son vermek üzere, Japonya'da çay kaseleri üretildiği kayıtlarda yer almaktadır.

Önemli olduğunu düşündüğümüz konu ise, insanların benzer ihtiyaçları için benzer seramik formlar üretme becerisidir. Bu durum tarih öncesi çağlardan beri süregelen bir durumdur. Hacılar'da üretilen kaseler ile belki yeşil matcha çayı ya da tavşan kanı Rize çayı içilmemekteydi fakat, bir şekilde sıvıların tüketilmesinde kolaylık sağlayan ergonomik ve fonksiyonel ürünler olarak tasarlanıp üretildiler.

"Tasarlanıp" üretilen derken kullandığımız tasarlama eylemi, batı medeniyetine, Bauhaus ekolüne ya da Gestalt prensiplerine göre elbette gerçekleşmedi. Fakat bu tasarım ve üretim bir ihtiyaçtan doğması nedeniyle, zaten o dönemki insanlığın, bir şeyler tasarlamak için böylesine ulvi bilgilere de zaten gereksinimi yoktu. Çoğunlukla denme yanılma yoluyla gerçekleştirilen icatlar, üretimi tetikledi, medeniyetlerin gelişmesini, teknolojiyi ve bunları da yazıya aktarabilmek adına Gestalt prensiplerini oluşturdu.

Malum Bauhaus bir mağazaya ad olmadan önce, Almanya'da kurulan bir tasarım okuluydu ve muhtemelen, orada geliştiği sanılan tasarım kuramları ve fikirlerin de temelinde mutlaka antikite vardı. Tasarım, sanat ve zanaatı birleştiren bir anlayışta bir vizyonu olan Bauhaus okulu, bu alanda çalışmalar üretti. Öte yandan Çanakkale'li çömlekçilerinde ne Walter Gropius ne de Max Krehan ve Theodor Bogler gibi seramikle ilgili tasarımlar üreten kişileri tanıma, ne de onların öğretilerinden nasiplenme gibi bir dertleri olmadı. Öte yandan kronoloji de zaten buna müsait değildi.

Ne var ki bize ait sanat ve zanaat eserlerinin kökeninde ne olduğuna dair bir şeyler hep ihmal edildi. tasarımda yüzümüz hep batıya döndü, Gaugin konu arayışı ile Hawai kültür ve sanatını keşfetmeseydi, ya da Pollock, Çin Zen felsefesi ve kaligrafisini keşfetmeseydi kim bilir neler olurdu. Benim bildiğim, kendi kültürümüze ait üretimlerin temelinde yattığı temel unsurların da günün birinde araştırılmaya başlanacağıdır. Bir kaç gün önce bana bu soruyu yönelten  öğrencime, burada yazdıklarıma benzer kelimeler kurup, konuyu özetlemeye çalışsam da içme sinmedi.

Aşağıda yer alan chawan tablosu sosyal medyada ve daha pek çok platformda bulunabilecek bir örnek. Burada esas dikkat edilmesi gereken chawan ise tsutsu-gata stili olarak adlandırılan yarım silindirik gövdeli kaseler. Aynısı Çanakkale'deki çömlekçiler tarafından üretilmiş.


Üstteki tabloda en üst sıra sağ köşeye bakmak gerekiyor. Alttakiler ise tsutsu-gata Çanakkale üretimi kaseler. Bunlar 19.yy. sonu 20.yy başı örnekler olduğundan, tsutsu-gata chawanların kronolojisine göre çok yeni örnekler. Fakat önemli olan ihtiyaç ve üretim arasında bulunan tasarım ilişkisi.




Tabi bir de "komogani-nari" adlı tipteki chawanlara benzeyen Çanakkale örnekleri de mevcut. En alttaki örnek için belki "wan-nani" benzeri demek daha doğru olacaktır. Aşağıdaki orjinal Çanakkale örneklerine  ise ada stili Çanakkale olarak isim verilmiş durumda. Neye dayanarak böyle bir adlandırılma yapıldığı konusunda bir fikrim yok fakat müzayede sitesinin açıklaması bu yönde. Aşağıda bahsedilen örnekler yer almakta.



Kaynaklar:
https://www.alifart.com/canakkale-seramk-teps-ve-kase-274275/
https://www.bayrakmuzayede.com/osmanli-donemi-canakkale-ada-isi-sirli-kase.html
https://www.bayrakmuzayede.com/osmanli-donemi-canakkale-isi-sirli-seramik-kase.html




2 Kasım 2021 Salı

Orta Öğretim Sanat Tarihi Ders Kitabı

Milli Eğitim Bakanlığının uzaktan eğitim EBA sayfasında yer alan Orta Öğretim Sanat Tarihi Ders kitabında yer alan "Çanakkale Seramiği" kısmını okumak sevindirici ve şaşırtıcı oldu. 224. sayfada yer alan ördek başlı yeşil testi ve hakkındaki kısa bilginin, genç kuşaklar için küçücük de olsa bir bilgi olarak aktarılması, kültürel zenginliklerin yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılabilmesi adına önemli. Sayfada yapılan açıklama ile bağdaşmayan bir örnek kullanılmış olması için oldukça şaşırtıcı.


Bilginin şaşırtıcı olmasından ziyade yanlış olması, kanaatimce oldukça da vahim. Görsel 7.18 de yer alan çay takımına ait şerbet bardaklarının Çanakkale seramiği olarak aktarılması, metin yazarının konu hakkındaki eksikliğini gösteriyor ya da, editör Doç.Dr.Kemal Özkurt'un gözünden kaçmış bir durum olabilir... Yorum size ait. Her halükarda 19. yüzyılda geleneksel Çanakkale seramikleri arasında, beyaz sırlı zemini olan, altın yaldız ve dekal dekorlu şerbetlik asla üretilmedi. Üretilmesi de zaten mümkün olmayan bir ürün grubu olduğunu, az çok Çanakkale seramiğini tanıyan herkes bilebilir. Bu tür ürünler Yıldız porselen fabrikalarında üretildi. Konu edilen şerbetlik hem malzeme, hem tarz olarak, hem de pişirim teknolojisi itibarıyla, Çanakkale seramikçiliği için imkansız bir durum.


Malum Çanakkale seramikleri, kırmızı zeminli, ağırlıklı olarak da çömlekçi çarkında üretildiler. Yukarıdaki yeşil sırlı ördek başlı testinin kitapta kullanılmış olması doğru ve yerinde bir durum. Fakat şerbetlikle ilgili açıklama, düzeltilmeli. Tabi bunun yanı sıra, Anadolu çömlekçiliği ile ilgili çok fazla söylenebilecek şey daha varken, bunlar maalesef es geçilmiş. Pek çok evde akıtma dekorlu bir Kınık saksısı büyük ihtimalle kullanılmış olsa gerektir. Yaşım itibarıyla, 70'lerde durum böyle idi, şahsen çok iyi hatırlıyorum. 80'lerin sonu ile plastiğin yaygınlaşması maalesef  tüm seramikler gibi seramik saksı kullanımına da darbe vurdu. Evlerde kil saksılar kullanılmaz oldu. Yalnızca saksılar mı? Eyüp ve Beykoz'un çömlekleri kaç eve girer oldu. İçleri sırlı küpler kullanıldı evlerimizde yıllarca. Sucuların cam damacanalarla taşıyıp boşalttığı Taşdelen sularından üç tanesiyle dolardı ancak  rahmetli babaannemin küpü.

Eğer kitabı incelerseniz, bol miktarda çini karoların uygulanmış örneklerini görebilirsiniz. Ne var ki günlük kullanım kapları, halk için üretilmiş olmaları nedeniyle bence çok daha önemli. Acaba kaç aile, mutfak ya da banyosunda İznik ya da Kütahya üretimi çinilere sahip olabildi. Hele ki tarihte daha da geriye gittiğimizde, Saray, köşk, kasır gibi kalburüstü yapılar haricinde bu tür karoları görebilmek neredeyse imkansızlaşmakta.

Demem o ki, halka halkı anlatıp, halk için üretilen ve pek çok eve rahatlıkla girebilmiş, günümüzde ise nostaljik ürünler durumunda bulunan seramik saksılar, bence, çini karolardan çok daha önemli. Sanat için sanat, saraylarda kalsın, bize testi, çömlek, saksı lazım....



Her şeye rağmen yaşadığımız pandemi sürecinde doğal yaşama olan ilginin artışı, seramiğe olan ilginin de bir parça artmasına neden oldu.  Takip edebildiğim kadarıyla internet ortamından yapılan satışlar, bende böyle bir izlenim oluşturdu. Hatta Anadolu'da farklı bölgelerdeki yerel üreticiler de belli bir direnç gösterip seramik üretmeye devam etmekte. Özellikle Menemen ve Avanos bölgesi bu konuda önemli. Bir kısım üreticilerin de interneti yaygın bir pazarlama aracı olarak kullanması, yine pandemi süreciyle gelişti. Eğer içme suyunuzu seramik küpte saklamak isterseniz Trendyol'dan siparişinizi verebiliyorsunuz. Ne keyifli...


Kaynaklar:
https://ogmmateryal.eba.gov.tr/panel/upload/etkilesimli/kitap/sanattarihi/sec/unite1/index.html#p=1
https://www.trendyol.com/bng-concept/toprak-kup-p-48533693?boutiqueId=61&merchantId=210165

12 Ağustos 2021 Perşembe

SERAMİKÇİNİN MAHLUKAT KILAVUZU II: TİFON (Tüm Canavarların Babası)

Modern ve gelişmiş batı uygarlığı perspektifinden bakıldığında, antik Yunan mitolojisine göre yaratıkların tümünün türemiş olduğu tek bir canavardan bahsedilir. Bu canavar Tifon (Tyfhon/Typhoeus/Typheus) olarak adlandırılır. Burada Tifon hakkında farklılık içeren bilgiler karşılaştırmalı olarak aktarılmaya çalışılmıştır. Gaia Tifon'un annesidir. Batı kaynakları, klasik Arkeoloji ve mitoloji literatüründe Gaia olarak adlandırılan tanrıça aslen toprak anadır. Toprak ana ise bize göre ana tanrıçadır, Kibele'dir. Bir kısım araştırmacıya göre Tifon Anadolu'nun Kilikya bölgesinde, Mersin sahilindeki Kızkalesi çevresinde doğup büyümüştür ve amacı  Zeus'tan Titanların (Devlerin) intikamını almaktır. Tifon o kadar güçlüdür ki, yıllarca savaştığı baş tanrı Zeus'u bile parçalarına ayırabilmeyi başarmış ve bir süreliğine onun yerine geçmiştir. Parçalarına, adelelerine ve hatta tendonlarına kadar kesip ayırdığı Zeus'un bedenini, Mersin'deki "Cennet ve Cehennem" mağaralarına, saklamıştır. Ölümsüz olan Zeus'un bedeni birleştirilmiş ve ambrosia içirilerek güçlenen Zeus ikinci savaşta Tifon'u alt etmeyi başarabilmiştir. Bu mitolojik anlatıda Tifon'u yenebilmesi için Zeus'a taraf olan yardımcılarının yeri çok büyüktür.

Kilikya bölgesinin arkeolojik geçmişinin MÖ 8000'li yıllara tarihlenen neolitik döneme uzandığı görülebilmektedir. Bu dönemde Avrupa'nın genelinde durum neydi diye baktığımda Anadolu'dan 1000 sene kadar geriden geldiğini, günümüz Yunanistan topraklarında ne vardı diye baktığımda ise neolitiğin MÖ 4500 civarında kıpırdandığını anlayabiliyoruz. Hal böyle olunca Tifon mitosunun da Anadolu üzerinden Yunanistan'a nakledildiğini söylemek çok yanlış olmaz. hatta bu durumu daha da kesinleştiren başka veriler de mevcut. İzmir'li Ozan Homeros, İlyada'da (II/782,783) Tifon'dan bahsederek, ininin Arimos Dağlarında (Katakekaumene: Yanık arazi Ülkesi, Mysia, Kula, manisa) olduğundan bahseder. Oysa ki batı literatürüne göre ise Zeus  mağlup ettikten sonra  Tifon'u Tartarus'a hapsederek üzerine Etna Dağı'nı diker. Şu halde batıya göre Tifon'un ini Etna Dağı'dır, Manisa değil, Sicilya'dır.

Ele almaya çalışılan Tifon'a ait seramik betimlemelerin bir kısmı, antik Yunan ve Etrüsk seramiklerinden örneklenmiştir. Üst gövdesi insan görünümlü, alt gövdesi yılan biçimli düşünceme göre sucul hibrit bir varlık olan Tifon'un sırtında bir çift kanadı yer almaktadır. Alt gövdede bacakların her biri yılan görünümlüdür. Aşağıdaki iki ve üç boyutlu seramik betimlemeler anatomik olarak birbirleriyle uyumludur. Tifon'un tema olarak hem seramik yüzeylerde resimsel betimleme hem de üç boyutlu olarak heykel ve mimari eleman olarak antefix tasarımında kullanıldığını görebilmekteyiz.


Resim 1: Tifon biçimli Etrüsk Antefix,
Terracotta, MÖ 6. yy.
Kaynak: Roma, Ulusal Etrüsk Müzesi, Villa Julia.


Resim 3: Tifon betimlemeli Alabastron,
Erlenmeyer Ressamı, Arkaik Korinth seramiği,
MÖ 610–600, 26 × 11.9 × 1.9 cm.
Kaynak: Yale Üniversitesi


Halikarnas Balıkçısı Tifon'u ejderha olarak tanımlamakta ise de, gövdesi yılan görünümlü olan her hayali varlığı ejderha olarak adlandırmak doğru olmayacaktır. Benzeri durum Şahmeran ve Medusa için de geçerlidir. Eğer Balıkçı'nın değerlendirmesine göre sınıflandıracak olursak, alt gövdeleri yılan olduğu için onlara da ejderha demek durumunda kalırız ki, bu tamamen yanlış olacaktır. Yaptığım araştırmalara göre insan gövdeli hiç bir ejder soyu tespit edebilmiş değilim. Bu yüzden Tifon'u hibrit bir varlık olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Tifon’u anatomik olarak değerlendirdiğimizde belirli özellikler dikkat çekmektedir. Şöyle ki:
1. Kanatları olması
2. Yılansı alt gövdesi
3. Dışa genişleyen iri kulaklar
4. Saçlı, sakallı ve bıyıklı olması

Hayal gücü sayesinde üretilmiş, mitolojilere konu olmuş hibrit varlıklar, özellikle günümüz tüketim toplumunda sıklıkla kullanılmakta olan metalara dönüşmüşlerdir. Pek çok hibrit tanrı, canavar, mahlukat, tüketim toplumunun farklı alanlarında karakter, sembol, maskot, kimi zaman da marka olarak tüketiciye sunulmaktadır. Fantastik edebiyat paralelinde gelişen sektöre yönelik hemen her türlü üründe, bu tür hayali varlıkları görebilmek mümkündür. Özellikle örnekleme yapmak isteğim bir sektör var ki, son 30 yıldır büyük bir ivme ile gelişimini göstermektedir.

Oyun ve oyuncak sektöründe masa ve kart oyunları önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle koleksiyonu yapılabiliyor olması nedeniyle kart oyunları bu sektörde yeni kart oyunlarının eklenmesiyle büyümeye devam etmektedir. Ticari ürün olarak 1993 yılında piyasa sürülen bir kart oyunu olan “Magic the Gathering” ele almaya çalıştığımız Tifon ve benzeri mitolojik, fantastik, hayali varlıkları kart tasarımlarında kullanmayı başarabilen en önemli örneklerden biridir. 2018 itibarıyla 35 milyon oyuncuya sahip bu sektör, gün geçtikçe gelişmeye devam etmektedir. Bu firmanın kullandığı farklı yaratık gurupları, farklı yıllarda yayınlanan değişik setlere serpiştirilerek üretilip satılırlar. Burada firmanın ilk ürettiği “Alfa” serisinden itibaren üretilip satılan bir kart ile ve bu kartın özellikleriyle devam etmek, hayali varlıkların günümüzde esin kaynağı olarak kullanılmalarına önemli bir örnek oluşturmaktadır.

“Lord of Atlantis” adlı oyun kartı, bağlı olduğu yaratık grubu itibarıyla “Merfolk” olarak adlandırılan, su halkındadır. Bu kart oyun sırasında masada yer alan tüm Merfolk ırkından kartlara farklı ek güç ve özellik katar. Hatta kart tasarımcıları bu halkı doğrudan Atlantis ile ilişkilendirerek, kartın adını da bu doğrultuda belirlemişlerdir. Kart nadir bir kart olup aynı zamanda iyi bir yatırım aracıdır. 

Bu kartta yer alan Merfolk ırkına ait özellikler, görüşümüze göre ilk olması nedeniyle, karakteristiktir. Ne var ki sonraki yıllarda üretilen farklı merfolk ırkı karakterlerde değişikliklere gidilmiştir. Kanaatimizce, kart tasarımcıları ilk olarak kendileri için en kolay yöntem olan mitolojik yaratıklara bakarak, uyarlamalar yaparak, yeni adlarla, yeni ürünler ortaya çıkarmışlardır.

Günümüzde çok büyük bir ticari sektöre dönüşmüş olan, fantastik roman, çizgi roman temelli sinema, çizgi filim ve dizi sektörü, beraberinde üretilip satılan promosyon ve hediyelik eşyalar, çok büyük bir müşteri potansiyeline sahiptir. Daha çocuk yaşlarda hayali yaratıklarla televizyon ve oyuncak sektörü ile tanışan bireyler, kültürel perspektif ve siyasi görüşe göre şekillendirilir, emperyalist görüş İçin uygun birer materyal ve kaynak haline dönüştürülmekteler.

Bu ve benzeri örnekler çok sayıda artırılabilir. Lord of Atlantis örneği, Marvel tarafından sinemaya uyarlanarak ticari bir başarıya daha dönüştürülmüştür. Devamı da gelecektir. Peki biz bu konuda ne yapmaktayız? Kendi görüşüme göre çok kısıtlı girişimlerle, uluslararası arenada kayda değer olmayan, yalnızca ulusal çapta ses getirmiş ve günümüzde çoktan unutulmuş bir kaç girişimden ibarettir. Aklıma ilk gelen örnekler Türkan Şoray’ın (1993) canlandırdığı “Şahmaran” filmi ve Murathan Mungan’ın (1986) şahmeranla bağlantılı “Cenk Hikayeleri” adlı kitabıdır.

Sanat, tasarım, yaratıcılık gerektiren sektörlerde, sahip olduğumuz köklü ve zengin mitolojik değerlerimizi kullanarak üretim yapmak, bu sayede hem sahip olduğumuz değerleri yaşatıp gelecek kuşaklara aktarmak hem de bize ait olan değerlerin, batının elinde harcanmasına göz yummayarak, onlarla rekabet etmek olmalıdır. Bu yazının sonunda,  Anadolu mitleri ile desteklenerek yeni bir öneri şeklinde sunulacak olan alternatif oyun kartlarının tasarlanmasında, Tifon'un farklı versiyonlarına oluşturmak amacıyla destek sağlayan önerimi değerlendirerek destek olan sanat üreticileri ile birlikte, yeni bir sürece başlamış bulunuyoruz.

Mert Yavaşça'nın Tifon çizimi.

Berrin Kayman'ın Tifon çizimi

Cumhur Okay Özgür'ün Tifon çizimi

Sencer Sarı'nın Tifon çizimi

Fatih Karagül'ün AI ve CGD Tifon çizimi

Hakan Daloğlu'nun Tifon'un ölümü çizimi.

Kaynaklar:

-Miray MİMAROĞLU (2013), GEDİZ HAVZASI’NIN SON TUNÇ ÇAĞI TARİHİ COĞRAFYASI, ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Y.Lisans Tezi

-Asaf KOÇMAN (2004), "YANIK ÜLKE"NİN DOĞAL ANITLARI: KULA YÖRESİ VOLKANİK OLUŞUMLARI, Ege Coğrafya Dergisi, 13 (2004), 5-15, İzmir

-http://ancientrome.ru/art/artworken/img.htm?id=292

-https://artgallery.yale.edu/collections/objects/74220

-https://commons.wikimedia.org/w/index.php?title=File:Terracotta_acroterial_statue_of_Typhon_the_%22Father_of_All_Monsters%22,_from_Gabii,_6th_century_BC,_National_Museum_of_Rome,_Baths_of_Diocletian,_Rome_(30051261004).jpg&oldid=499749472

https://gatherer.wizards.com/pages/card/Details.aspx?multiverseid=3921

12 Mayıs 2021 Çarşamba

SERAMİKÇİNİN MAHLUKAT KILAVUZU (Potters Monster Manual)

“... Tulpar binen alır düşmandan öcünü.

Erali/Şirali destanı


Tarih öncesi çağlardan itibaren sürekli gelişim gösteren insan oğlu, hayranlık ya da korku duygusu ile yaklaştığı, tapındığı ya da önem verdiği somut yada soyut varlıkları bir biçimde ifade etme ihtiyacı duymuştur. Bu ifade kimi zaman iki boyutlu olarak bir mağra duvarı gibi bir yüzeye, ya da üç boyutlu olarak biçim verebildiği herhangi bir madde ile olmuştur. Neolitik çağdan itibaren seramik üretmeyi öğrenen insanoğlu, gelişen teknik ve zevkleri sonucunda daha nitelikli ürettiği seramiklerde, bu biçimlendirme anlayışını devam ettirmiştir.

Hazırlamaya çalıştığımız bu kılavuzda, özellikle antik çağdan itibaren seramik biçim ve yüzeylerde karşılaştığımız, hayal ürünü yaratıklarla ilgili başlangıç niteliğinde bir derleme yapılmaya çalışılmıştır. Ele alınan örnekler yanlızca fikir vermesi amacıyla seçilmişlerdir. Bu örneklerde herhangi bir sistematik yaklaşım benimsenmemiş, yalnızca basit bir sınıflandırmaya gidilmiştir.

Seramiğin keşfi ile birlikte hayal ürünü varlıkların şekillendirilmeye başladığını söylemek elbette doğru olmaz. Bu nedenle, burada yer alan örneklerden en eskisinin geometrik döneme tarihlendirildiğini ve bu örneğin de bir at adam (sentor/centauros) olduğunu belirtmek durumundayız. Bu kısa yazı bir arkeolojik araştırma yazısı olmadığından, konu seramik çeşitliliğinin saptanmasına yöneliktir. Bu yüzden daha detaylı yapılacak araştırmalarda, geometrik dönem öncesine ait örneklerin varlığından da bahsedebilmek mümkün olabilir.

Bu konuyu ele almamızdaki nedenlerden biri, seramik sanat tarihine baktığımızda, eski ustaların ya da üreticilerin, belirli konular dahilinde çalışmış oldukları ve bu konuları çalışırken de, belli referanslara ihtiyaç duyduklarını ortaya koymaktır. Bizim referans noktamız ise din paralelinde gelişen mitolojik öykülerde adı geçen hayal ürünü yaratıkların, ki bunlara mahluklar da denebilir, seramik üretiminde sıklıkla esin kaynağı olarak kullanılmış olmalarıdır. Kullanılan bu mahluklar kimi zaman bildiğimiz canlıların çeşitlemeleri olabildiği gibi, kimi zaman da farklı bir kaç canlının tek bir bedende vücut bulmuş halleridir. Bu mahlukları temel olarak sınıflandırmak gerekirse:

I. İnsan çeşitlemesi mahluklar

    I.I. İnsan + hayvan birleşimi hayali mahluklar (Sentor: İnsan+at)

    I.II. İnsan + hayvan + hayvan birleşimi hayali mahluklar (Triton: İnsan+balık+at)

II. Hayvan çeşitlemesi müstakil mahluklar (Tepegöz)

III. Hayvan+hayvan birleşimi mahluklar

    III.I. 2 farklı hayvanın tek vücutta betimlenmesi (Grifon: Kartal+aslan)

    III.II. 3 farklı hayvanın tek vücutta betimlenmesi (Khimera: Aslan+keçi+yılan)

Listelenen mahluklara dair örnekleri ele almadan önce, konu olarak neden böyle bir tercihe gidilmiş olabileceği ve bunun sonucunda, günümüz seramik sanatına ne tür etkileri olduğuna değinmek de yerinde olacaktır. Seramikte gelişim süreçlerinin incelenmesi noktasında, ihtiyaç duyulan esin kaynakları arasında yüz yıllardır rastladığımız bu tür mahluklar hakkında, pek çok çalışma yapılmış, kitaplar yazılmıştır. Özellikle fantastik edebiyat ve sinemanın günümüzde popüler oluşu ve bir değer olarak yükselmesi sayesinde, fantastik mahluklar ile çok daha sık karşılaşmaya başladığımız şu günlerde, ele aldığımız mahlukların geçmişinin çok eski tarihlere dayanmakta olduğunu vurgulamaya çalışacağız. Bunu yaparken de, hayali, mitolojik, fantastik ya da adı her ne olursa olsun, bu mahlukların belirli nedenlere dayanarak ortaya çıkmış olabileceği gerçeğini göz ardı etmememiz gerekmektedir.

Antik çağ insanları, bu mahlukları, sözlü miras unsuru olarak kuşaklar boyunca efsaneler aracılığıyla aktarmış, yazının keşfi sonrasında ise önemli efsane ve masallarla kayda alınarak günümüze dek ulaşabilmiştir. Bu noktadan bakıldığında, disiplinler arası bir çalışmanın ortasında buluveririz kendimizi. Arkeoloji, mitoloji, etnografya, tarih, sosyoloji, teoloji, folklor, mimari, plastik sanatlar ve seramik bu mahluklar sayesinde iç içe geçmiş durumdadır. Her mahluka dair analizi ve kavramayı yapabilmek için, saydığımız bu disiplinlerden çoğunlukla bir kaçını birlikte ele alarak örnekleri değerlendirmek yerinde olacaktır.

En ilgi çekici bulduğumuz mahlukat, kanatlı at olarak betimlenen “Tulpar”dır ve farklı mitolojilerde Pegasus, Burak olarak adlandırılan örnektir. Kanatlı at farklı coğrafyalarda daha farklı isimler de almaktadır. Bu yazıda özellikle Tulpar örneği üzerinde durularak, Öntürk sanatından itibaren bilinen bu kanatlı atın, antik Grek (Helen) sanatı öncesine dayanması gerekmektedir. Kaynaklar ve örneklerle, Tulparın geçmişi üzeride, seramik verilerini de kullanarak bir saptama ve köken araştırmasının kanıtlarına ulaşılmaya çalışılacaktır. Böylelikle ulusal kültürlere ait verilerin gerçekçi bir şekilde ortaya konulması ve kültürel bozulmanın önüne geçilmeye çalışılacaktır. Kimi kaynaklarda kanatlı at figürünün geçmişinin Kuzey Mezapotamya'da MÖ 13-14. yüzyıllara tarihlenen Sümer ve Asur sanatında tasvir edildiği iddiası mevcuttur. Gürçay makalesinde kanatlı atın, Mezopotamya uygarlığında ortaya çıktığını (43) aşağıda yer alan silindir mühürü referans göstererek belirtmektedir. Kalsedondan mamül bir silindir mühür yüzeyinde betimlenmiş bu örnek, her ne kadar kanatlı at olarak algılansa da, Sümer mitolojisinde yer alan bu kanatlı at, aslında boynuzları olan ve hatta pençeleri olan karışık bir örnek olup, bildiğimiz kanatlı at figüründen çok farklı bir mahlukattır. Yine aynı makalede Gürçay’ın kanatlı at ile sentoru (centauros) aynı mahluk olarak belirtmesi (43), yazarın eksik bilgisi ile bu çıkarımı yapmış olduğunu ve kanatlı atın kökeni ile ilgili tespitinin talihsiz bir ifade olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle kanatlı atın kökenini Mezopotamya’da aramak yersizdir.

Kanatlı, boynuzlu ve pençeli at, MÖ 13-14.yy. Kaynak: Metropolitan müzesi

Bu noktada kanatlı at Tulparı Asya sanatında aramak ve bu paralelde değerlendirmek farklı bir yaklaşım olarak doğru olacaktır. Pegasus dendiğinde, ortalama sanatsever insanlar arasında bir fikir sahibi olanların sayısı, Tulpar dendiğinde fikri olanlara kıyasla oldukça azdır. En azından kendi gözlemlerimize dayanarak, sanat eğitimi alan öğrenciler arasında saptadığımız durum böyledir. Bu nedenle, Türk kültür ve sanatına ait bir verinin, Grek medeniyetine ait olduğunun zannedilmesi dahi, eğitim sistemimizde olan bir eksikliğin göstergesidir. Masal, efsane ve sanatımıza ait veriler, ilköğretim çağından itibaren yeterince önemsenmemiş, eğitim sistemimizin bir parçası haline getirilmemiş olduğundan, yaşanan bu durum aslında çok doğal bir sonuçtur. Bu durum müfredatta sanat ve sanat tarihi hatta kültür tarihi derslerinin olmamasının sonucu olup, yerli ve milli olma yolunda ilerlemeye çalışılırken, bir kez daha üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur.

Kaynak: Kanatlı At Betimlemelerinin Türk Resim Sanatındaki Masalsı İzdüşümleri sf.38

Tulpar örneğini Öntürk sanatıyla ilişkilendiren en önemli arkeolojik buluntu, Kazakistan'daki Esik Kurganı’nda bulunmuş olan “Altın Elbiseli Adam”a ait altın taçta yer alan bir çift kanatlı at figürüdür. Aynı kurbanda grifon betimlemesi de bulunmuştur ki, bu da incelenmesi gereken ayrı bir mahluktur. İskit sanatına ait olan bu kurganda bulunmuş örnekler MÖ 5. yy. a aittir. Her ne kadar bahsedilen örnekteki atların, boynuzları olsa da Kutlu da bu figürleri eserinde “Tulpar” olarak adlandırmıştır (2020:47). Bu kanatlı at figürü olan Tulparı, Öntürk olan İskit’ler ile doğrudan bağlayan örnek, kanatlı at inancının aynı zamanda İskit'lere ait bir inanış olduğunu da ortaya koymaktadır. İskitlerin MÖ. 900-250 yılları arasında tarih sahnesinde varlık gösterdiği bilindiğinden, Tulparın geçmişini MÖ. 10. yy.a kadar geriye götürebilmek mümkün görünmektedir. Bu tarih ise bizi seramik sanatı kronolojisinde Protoeometrik çağa ulaştırır. Protogeometrik dönem seramiklerini, üç boyutlu olarak ya da seramik yüzey bezemelerinde kullanılan figürler olarak değerlendirdiğimizde, kanatlı at figürüne rastlayabildiğimizi kendi adımıza söyleyemiyoruz. Bunun nedeni ise, kanatlı atın doğuya özgü bir figür olması ve doğuya dair mitolojik verilerin ve kültürel, dini unsurların antik Greklere, yani batıya henüz ulaşmadığı ve oryantalizan döneme dek de ulaşmayacak oluşudur.

Antik çağda kendilerinden olmayan halkları “Barbar” olarak nitelendiren Grekler, zenginliklerini artırma uğruna, kolonileşmiş, Ege’den Anadolu’ya oradan da daha içlere doğru devam ederek Perslerle çetin bir rekabete girişmiştir. MÖ.720 lerden itibaren kolonileşen Grekler, Anadolu kıyıları, Mısır, İran ve ötesine dair bilmediği yeni unsurları, bu tarihlerde başlayan oryantalizan çağ ile birlikte kendi kültürlerine aktarmaya başlamışlardır. Anadolulu halklardan Frig, Lidya, Likya ve niceleri, Greklere göre barbardır. Gerklere göre az gelişmiş olan, kendilerinden olmayan halklar her yönüyle birer doğal kaynak gibi değerlendirilmişlerdir.  Yalazı, “Panhellenizmin Kölelik Boyutu” adlı makalesinde Greklerin köleliğe bakışına, kölelik sayesinde zenginlik ve üstünlük yaratma anlayışlarına değinmiştir. “...  günümüzde az gelişmişlik, doğululuk gibi imgeler ile toplumların beşerî ve maddi zenginliklerinin gelişmiş, batılı ülkelere transferi söz konusudur. Aynı eğilimin antik dönemde de var olup olmadığı ise araştırılmaya değer bir konudur” (YALAZI:2020, 291) demektedir. Köleleştirdikleri Persleri, kazanç ve yaşamlarının önemli bir parçası olarak gören Grekler, bu davranışı Anadolu ve çevresi kavimler için de uygulayarak Roma uygarlığına dek bu sistemi devam ettirmişlerdir. Roma da bu sistemi koruyarak sürdürmüştür.

"Kolonizasyon  → Kölelik  →  Kültürel hırsızlık  →  Para  →  Zenginlik" zinciri Greklerde neredeyse bir saadet zincirine dönüşmüş, Tulpar ise bu kültür hırsızlığında, Grek mitolojisinde yer alacak önemli bir figür olan, Pegasusa dönüşmüştür.

Tulpar ya da Pegasus ile ilgili seramik malzeme ile şekillendirilmiş betimlemeler her ne kadar örnekler eşliğinde incelecek olsa da, burada özellikle üzerinde durmak istediğimiz bir örnekten bahsetmek, geniş zaman dilimlerinin aşılması ve geleneksel sanatlarda karşılık bulması adına önemli olacaktır. Bu örnek geleneksel Çanakkale seramikleri olarak bilinen ürün grubu içinde değerlendirilmesi gereken bir kanatlı at figürüdür. Bu kanatlı at ile ilgili daha önce yazdığımız yazıda da belirttiğimiz gibi, çok nadir bir Tulpar figürüdür.

Tulpar, Geleneksel Çanakkale Seramiği, Kaynak

Çanakkale seramikleri arasında yer alan at başlı testilerin boyun kısmının her iki yanında yer alan kanatsı yaprak eklemelerinin, yine Tulparın kanatları olma olasılığını tespit eden Berrin Kayman da, bu durumun önemini sunum ve yazılarında vurgulamıştır.

Aşağıda sınırlı sayıda yer verdiğimiz örnekler, konuya giriş niteliğinde olup, mahlukat çeşitliliğinin tespitinde kolaylık sağlaması için seçilerek kullanılmışlardır. Bu konu ile ilgili ödev hazırlayacak ve tasarım yapacak öğrencilerimin, buradaki örneklerden farklı olanlarını kullanmaları gerekmektedir.

Devam edecek....


Grifon, Frig, MÖ 600-550, Kaynak:

Kymera, siyah figür amfora, Etruria, MÖ 550-525, Kaynak:
  
Tifon, Kaynak:

Hidra, siyah figürlü Girit hidrası, MÖ, 346 Kaynak:

Apulian Hipokampus riton, MÖ 350-340, Kaynak:
 
Kadmos Ejderi, Arkaik, Siyah Figür Amfora MÖ 560–550 Kaynak:
 
Kerberos, Arkaik Kırmızı figür Attik, Atina MÖ 6, Kaynak:
 
Kuşadam, Arkaik Korinth pysix MÖ 570, Kaynak:
 
Etrüsk, Tulpar (Pegasus), Kaynak:
 
Satir, Korinth, MÖ 580-570, Kaynak:

Sfenks, Attika, MÖ 470-450, Kaynak:
 
Harpi, Rhodian, MÖ 550-500, Kaynak:
 
Tepegöz, Protoattic Eleusis Amfora, MÖ 660, Kaynak:
 
Sentor, Geometrik dönem, Kaynak:

Triton ve Herakles mücadelesi, Attik siyah figürlü hidra, MÖ 560-550, Kaynak:
 
Kaynaklar:
-Rıza Tan Buğra ÖZER (2018), Truva efsanesindeki mitolojik figürlerin seramik hayvan formları ile gerçeküstü anlatımı, Hacettepe Üniversitesi / Güzel Sanatlar Enstitüsü, S.Yeterlik tezi
 -Aziz Baha ÖRKEN (2020) "Seramik Sanatında Mizah" Afyon Kocatepe Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans tezi
 -Dilan DUYMAZ (2019), "Kanatlı At Betimlemelerinin Türk Resim Sanatındaki Masalsı İzdüşümleri", Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans tezi  
-Mehmet KUTLU (2020), Keşfinin 50. Yılında Esik Kurganı ve Altın Elbiseli Adam, Ege Yayınları, İstanbul
-Serdar GÜRÇAY (2019), “Mitolojilerde Uçan At Motifi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma” Aydın Türklük Bilgisi Dergisi, yıl 5, Sayı 8, Bahar, 37-54
-Esra YALAZI (2020), “Panhellenizmin Kölelik Boyutu”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 7 (1) İlkbahar, 289-327
-https://www.metmuseum.org/art/collection/search/327685
-https://www.wikiwand.com/en/Phrygia
-https://acikerisim.erbakan.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12452/4864/550582.pdf?sequence=1&isAllowed=y
-http://mfkaragul.blogspot.com/2012/08/pegasus.html
-https://www.worldhistory.org/image/3357/chimera-black-figure-amphora/
-https://ast.wikipedia.org/wiki/Tif%C3%B3n_%28mitolox%C3%ADa%29
-https://en.wikipedia.org/wiki/Lernaean_Hydra#/media/File:Lernaean_Hydra_Getty_Villa_83.AE.346.jpg
-https://www.flickr.com/photos/antiquitiesproject/4877925184
-https://tr.wikipedia.org/wiki/Kadmos
-https://www.sapere.it/enciclopedia/%C3%88rcole+%28mitologia%29.html
-https://www.getty.edu/art/collection/object/103WGK
-https://www.world-archaeology.com/issues/richard-hodges-travels-to-etruria/
-https://fr.wikipedia.org/wiki/Vase_plastique_corinthien_en_forme_de_buveur
-https://www.britishmuseum.org/collection/object/G_1873-0820-265
-https://www.metmuseum.org/art/collection/search/247207
-https://tr.wikipedia.org/wiki/Polifimos
-https://www.groton.org/list-detail?pk=28938
-https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/173863/mod_resource/content/0/ARKA%C4%B0KHEYKEL.2.pdf
-https://en.wikipedia.org/wiki/Triton_(mythology)

5 Mayıs 2021 Çarşamba

Çanakkale'nin Altını Zeytindir

Kazdağları ve çevresi tarih öncesinden beri sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynakları ile önemli bir coğrafyadır. Antik Troas bölgesi, daha nice zenginlikler barındırır. Bu yüzden değil midir, Truva'nın saçları uzun Ahaylar tarafından işgali? Diğer yandan, özellikle zeytin ve altın arasında süre gelen savaşa farklı bir bakış açısı ile yaklaşmaya çalışırsak, bir müddettir söylediğimiz gibi "Çanakkale'nin Altını Zeytindir" ifademizi ileride bilimsel kanıtıyla ortaya koymaya çalışacağız. Bu süreçte danışmanlığını yaptığım Yüksek Lisans öğrencim Zeynep Gülşah Aksoy'a gösterdiği çalışma arzusu, azmi ve sahip olduğu hayal gücü nedeniyle teşekkür ediyorum. 

Zeytin ve yağının, Ege kültürünün oluşumu için çok önemli bir değer olduğu yadsınamaz. Çok farklı açılardan bakıldığında bu ikili, yaşamın pek çok farklı alanında kendine yer bulmuştur. Zirati yapılan en eski bitkilerden olan zeytinin geçmişinin MÖ 2. binyıla kadar uzandığı kayıtlarda yer almaktadır (Eichberger vd. 2007: 124). Bir dönem Osmanlı İmparatorluğunun sofralık kullanımının hayvansal yağ olduğu, zeytin yağının ise aydınlanma amacıyla kullanılan stratejik öneme sahip bir hammadde olduğunu, İstanbula sevk edilen yağ kayıtlarından bilmekteyiz. 2013 tarihli bir makalemizde konuya değinerek vurgulamaya çalışmıştık. "...1802'de  150.000  kantar  olarak  hesaplanan  İstanbul’un  zeytinyağı  ihtiyacının  67.950  kantarı (383 ton) Midilli’den temin edilmiştir" (Arıkan,2006:21). Zeytin yağının aydınlanma amacıyla antik çağlardan beri kullanıldığı bilinen bir gerçek. Akeolojik kazılardan elde edilen seramik yağ kandillerinin envai çeşitleri, apayrı bir araştırma konusu olup, bu kandillerin tasvirleri üzerine ciltler dolusu tez, kitap ve makale yazılabilir. Bu konuda daha önce değindiğimiz Sinop'lu kinik üstad Diyojen'in betimlemesi yanlızca küçük bir örnektir.

Resim 1: Çanakkale Arkeoloji Müzesi, Apollon Smintheus buluntusu yağ kandilleri, Fotoğraf: Fatih Karagül

Tabi konu zeytin ve yağı olunca, zeytin doğrudan seramik ile bağ kurmaktadır. Yağın taşınması, saklanması, sunumu, sofrada kullanımı, yakacak, sağlık, kozmetik amacıyla kullanımı... gibi pek çok farklı işlevi ve bu işlevlere yönelik üretilmiş seramik formlar ile birlikte düşündüğümüzde ortaya çok büyük bir zenginlik çıkmakta. Zeytin ve seramikle bağlantılı nesnelerin, tüm kullanım alanlarını kendi içinde sınıflandırmaya kalktığımızda, disiplinler arası çok geniş içerikli bir liste ile karşılaşırız. Başta ziraat ve botanik, ardından seramik üreticiliği, resim, el sanatları, zannat, taşımacılık, ticaret, denizcilik, arkeoloji, sanat tarihi, tarih, etnografya, sosyoloji, teoloji, halk bilim, spor, gastronomi, felsefe, simya, kimya, ecza, tıp, jeoloji alanları ve daha fazlası seramik ve zeytin ile bağlantılıdır. Özellikle İzmir'li ozan Homeros zeytinyağına "Sıvı altın", Hipokrat ise "Ulu şifacı" yakıştırmasında bulunmuştur.

Resim 2: Siyah figür boyunlu amfora, Attik, Arkaik Yunan, MÖ 520, Antimenes ressamı, Y 40.64 cm. Kaynak: British Museum

Zeytinin hasat aşamasından itibaren zeytin hakkındaki neredeyse tüm süreci antik seramik betimlemelerindeki resimlerden ve kullanım amacıyla üretilmiş seramiklerden öğrenebilmekteyiz. Kap yüzeylerindeki betimlemeler, bizlere geçmişte zeytin ile ilgili oluşturulan kültür hakkında önemli belgeler sunmaktadır. Ayrıca, zeytinin atığı olan budanmış yapraklı dalları dahi, antik seramik fırınları için gerekli olan redüksiyon için, pişirimin en önemli yakacakları arasındadır.

Resim 3: Vücudundaki zeytinyağı temizleyen erkek, Attica kylix, Greek klasik dönem,MÖ 450–430 B.C., Yük:19 cm., çap: 28.8 cm, Kaynak: Boston Güzel Sanatlar Müzesi

Rahmetli arkeolog mimar Prof.Dr. Ümit Serdaroğlu, 90'lı yıllarda Assos kazısında görevli olduğum dönemlerde bizzat kendisi bu bilgiyi aktarmıştır. Öyle ki, kazı evinde tasarımını yaptığım fırında deneysel arkeoloji alanında, ilk yaş zeytin dalı ile redüksiyon uygulamamı da bu dönemde gerçekleştirmiş olma mutluluğunu yaşayabildim.  Bu redüksiyon sayesindedir bildiğimiz siyah ve kırmızı figürlü, güzelim firnisli seramikler. Arkaik çağın sonları yayılım göstererek Helenistik çağla beraber en üst seviyeye varan bu seramikler, zeytin redüksiyonü sayesinde bu denli güzellerdirler.

"Zeytin ve Seramik İlişkisi" adlı çalışmamızın, bir ömür boyunca sürecek bir macera olarak devam etmesi muhtemeldir. Bu çalışmamızdan kısa başlıklar halinde bilgiler aktarmaya çalıştığımız bu kısa yazıda, sıkıcı olmamaı adına, gelişen teknolojinin negatif yönlerine bir tepki gösterip farkındalık sağlayamaya çaba gösterilmiştir. Bu noktada Kaz dağlarında gerçekleştirilen altın madenciliği sayesinde yok olan tabiat, elde edilen altın ile yerine konamayacak niteliktedir. Kaldı ki çıkartılan altın ise yurrtdışı kökenli kişlere rant sağlamaktadır.

Konu paralelinde yeni öğrendiğim bir bilgiyi de paylaşmak yerinde olacaktır. Yapılan araştırma ve planlamalar neticesinde, çok yakın bir gelecekte Gökçeada'da varlığı tespit edilen altın rezervlerinin çıkartılması amacıyla yeni kazılar ve çevre adına yaşanacak hoş olmayan olayların yaşanması muhtemeldir. MTA internet sayfasında aleni şekilde yayınlanan bilgilerde, Dereköy-Tepeköy Porfirinde altın yatağı tespit edilmiştir.

Son sözleri söylerken, yazının başlığına dönerek, ne demek istediimizi somutlaştırmak gerekmektedir.  "Çanakkale'nin Altını Zeytindir" derken mecazi söylenmeye çalışılan bir ifade dile getirilmemiştir. Aksine somut bir bulguya dayanarak, tespit ettiğimiz bir gerçektir söylemeye çalıştığımız."Anadolu'da Artemis Kültü ve Seramik Sanatına Yansıması" başlıklı yüksek lisans tezini sonuçlandıran öğrencim Gülşah Aksoy, tez çalışması sırasında, zeytin küspesi külünden elde ettiği, artistik kül sırları hazırlamıştır. Kullanılan kül için gerekli hammadde olan zeytin küspesi, Çanakkale Geyikli'den temin edilmiştir. Hazırlanacak olan kül sırları için elde edilen zeytin külüne yapılan apılan XRD analizleri sonucu, zeytin külünde altın tespit edilmiştir. Bu sonuç bize göstermektedir ki, gerçekten de zeytinin bünyesinde bulunan altın, posaya, oradan küle, külden de sıra aktarılmıştır. İşte bu yüzdendir zeytinin altın oluşu....

Kaynakça

-ARIKAN, Zeki (2006), “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi , c. 25, sayı 40

-KARAGÜL, Mehmet Fatih (2013), "Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü", Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Yıl: 11, Bahar, Sayı: 14, ss. 85-105

-EICHBERGER, Christian & SIGL, Marianne & RÜHFLE, Hilde. (2007). Trees and Shrubs on Classical Greek Vases. Bocconea. 18. 117-130.

-Resim 2: https://www.britishmuseum.org/collection/object/G_1837-0609-42

-Resim 3: https://collections.mfa.org/objects/153716

-Resim 4: www.mta.gov.tr/v3.0/arastirmalar/kesfedilen-maden-sahalari

-https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=FgmkGchPKo23qQqBeqzVZpZPfD3UnvnxI5V2N6H__0BhMAIA79ebDi6LGzOMPCT3



13 Nisan 2021 Salı

Nestor Kabı

"….Nestor dernekte herkesten üstündü.
Kadın önce bir masa çekti önlerine,
güzel bir masa, göktaşından, cilalı,
üstüne tunçtan bir kap koydu,
…bir de iki ayaklı çok güzel bir kupa.
Altın kakmalıydı kupanın üstü,
Kulpu vardı tam dört tane,
Gagalıyordu her kulpu altından iki kumru.
Kimse kaldıramazdı onu doluyken,
Yaşlı Nestor kolayca kaldırdı onu"


İlyada’dan bir sayfada (278/632-637), Agamemnon’a fikir verip, teşvik ederek Troya’ya saldırmasına neden olan Akha müttefiki Pylos (Mora yarımadası-Navarin) kralı Gerenyalı Nestor’la alakalı. Bozcaada’lı Hekamede’yi yurdundan koparan Aşil, hem adayı yakıp yıkmış, hem de antik çağda kadına şiddetin ilginç bir örneğini sergilemiştir. Bir mal gibi Nestor’a verilen cariye Hekamede, Paris’in sağ omzundan yaraladığı şifacı Asklepios'un oğlu Makhaon’un iyileştirilmesi için hazırlanan masayı donatmıştır (Gaunt, 2017:92). Bu masanın göktaşı oluşu da oldukça ilginçtir. İlyada'daki yukarıda yer alan orjinal metinde masa üstünde yer alan iki farklı kaptan bahsedilmektedir.

İlyada'da konu edilen ve cemiyetin etrafında toplandığı masadaki bronz kap  doğrudan Nestor kabı ile ilişkilendirilebilir. Fakat kesinlikle o kap, bu kap mı belli değildir.  Eğer öyle olduğunu kabul etsek bile ne tür bir bronz olduğu sorusunun cevabı da henüz verilebilmiş durumda değildir. Bilindiği üzere antik çağda çok farklı tunç alaşımları kullanılırdı ve bunların bir kısmı ise oldukça nadirdir. Nestor'un kabının tunçtan olduğunu varsayarsak, bu kabın üretiminde kullanılan tuncun Corinthiacum, OrichalcumHepatizon mu olduğu belli değilken, hayal gücümüzü zorlamaya devam edebiliriz.

Hekamede (Briseis?) Nestor’a kykeon sunarken. MÖ 490,
Kylix tondosu, kırmızı figürlü Attik seramik.


Bahsedilen ikinci kabın yüzeyinde kısmen  altın kakmalı bezeme olduğu İlyada'da belirtilmiştir. Eğer ikinci kabın da tunç olduğunu var sayarsak, bu kabın bezenmesinde altın kullanılmış olması yönü ile,  kullanılan tuncun "Hepatizon" olma ihtimali mevcuttur. Jacobson ve Weitzman belirtiği gibi, "Kara Korint Tuncu" da denenen hepatizon alaşımının %7 ye kadar altın içermesi nedeniyle, bu öneri rahatlıkla sunulabilir. Öte yandan kabın kökeninin Kıbrıs olduğuna ait bir bilgi ise "Epik Döngü" de bir yerlerde yazılıdır. Kıbrıs bağlantısı ile kabın üretiminde yüksek oranda bakırın ve daha da ötesinde bakır yerine "Auricupride" kullanılmış olabileceğini de önerebiliriz.

Öte yandan ikinci kabın tunç yerine seramikten üretildiğini varsayarsak, bahsedilen altın süslemelerin, kabın belirli kısımlarında, varak işlemeciliği olarak kullanılmış olması mümkün olabilir. Bize göre efsanevi bir artifakt olan, Griffin'e (1980: 1-50) göre Nestor kabının, seramik olması kuvvetle muhtemeldir. Yapılan araştırmalarda Gaunt'un belirttiğine göre tanımladığı içki kabı için δέπας (Depas) adlandırılması yapılmıştır (2017:92). Bize göre depas adlı kap, içine peynir rendelenebilecek ağız açıklığına sahip değildir. Dar ağız yapısıyla bu işlev için uygun değildir, tek ayaklı ve çift kulpludur. Ayrıca Troia kökenlidir, fakay Nestor bu özel kabı kendi yurdu olan Pylos'tan getirmiş olmalıdır ve Pylos'da Miken ve Minos çömlekçiliğine ait seramikler kullanılmış, arkeolojik kazılardan bu seramikler ele geçmiştir. Bu yüzden Nestor kabı "Depas" olmamalıdır. Kabın üretiminde her ne kullanılmış ise bu yönü ile, antik yazarların, ilgisini çektikleri ise muhakkaktır. Özetle Nestor kabı, İlyada'da kullanıcısına şifa verme özelliğine sahip bir obje olarak karşımıza çıkar. Fakat bu gerçekte böyle midir?

Konu edilen şifalı içecek ya da yiyeceğin sunumu, yukarıdaki kırmızı figürlü kylix tondosunda betimlenmiştir. Bu betimlemede Hekamede'nin elinde basit bir nesne yer almaktadır. Biçimsel olarak bu kap, yan görünüş itibarıyla en fazla bir phialeye benzemektedir. Nestor'un elindeki kap ise, İlyada'da betimlenen kap ile ölçek, biçimsellik ve fonksiyon yönlerinden uyuşmamaktadır.

Homeros her ne kadar kabın tanımını yapmış olsa da, kabın kendisi yeni fikirler ve yeni tasarımlara ilham verebilecek bir konudur. İlyada’da iki ayaklı betimlenen bu kadehi, üç ayaklı düşünmek de olasıdır. Böylece denge sorunu da ortadan kaldırılmış olacaktır. Öte yandan bahsedilen dört kulpun ikisinin baskın ve fonksiyonel olması, kullanış açısından daha doğru olabilir. Diğer iki kulp ise dekoratif olarak düşünülebilir ya da köreltilebilir. Bu kabı alternatif olarak seramik malzeme ile üretilmesi de mümkündür. Mitoloji ve arkeolojinin sanata hizmeti olarak Nestor kabı iş başında.
 
Kaynak: İlyada, Can yayınları



KAYNAKLAR
-Jacobson, D. M. ve Weitzman, M. P. (1995) "Black Bronze and the 'Corinthian Alloy'", The Classical Quarterly, Vol. 45, No. 2, 580-583
-Gaunt, J. (2017), "Nestor’s Cup and Its Reception", Voice and Voices in Antiquity, Orality and Literacy in the Ancient World, Vol. 11, chapter 6, 92,93
-Sherratt, S. (2004), "Feasting in Homeric Epic", Hesperia: The Journal of the American School of Classical Studies at Athens, Apr. - Jun., Vol. 73, No. 2, Special Issue: The Mycenean Feast.
-Ridgway, D. (1997), "Nestor's Cup and the Etruscans", OJA 16, 325-344
-Griffin, J. (1980), "Homer on life and death" Oxford: Clarendon Press; New York: Oxford Üniversitesi yayını
-https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/mehmet-yalcin/anadolu-nun-sarap-tarihi-1429327

3 Ocak 2021 Pazar

Karaciğer Falcısı Kahin Kalhas

Kalhas'ın değneğinin peşindeki Rabu, aradığı ciğeri Wilusa’da buldu.
Sessizce boğazlanan keçiydi sunulan adak, sıcak ciğerin ardından sonra gökyüzüne bakarak.
Alexandu'nun sürüsünden arta kalan İda'daki keçi, verip de ciğerini, belirledi kayıp değneğin gizli yerini. 
Rabu günlükleri MÖ 7.yy

Truva antik kenti her ne kadar farklı dillerde Troy, Troia gibi değişik biçimlerde yazılsa da literatürde Latince İlium, Hititçe Wilusa olarak da kullanılmıştır. Malum Anadolu’lu ozan Homeros’un İlyada’sı ile batı dünyasının ilk edebi eseri olarak kabul edilen bu metin, batı medeniyetin oluşumunda da önem arz etmektedir. Kimi uzmanlar bu şekilde ifade etmeye çalışmış ya da üstü örtülü olarak bu mesajı vermişlerdir. Çok farklı mitolojik olaylar örgüsü ile anlatılan İlyada da, ilginç bir falcı kahinden bahsedilir. Thestor oğlu Kalhas (Kalkhas/Calchas) olarak bilinen bu kahin falcı, İlyada da birden fazla kere önemli rol oynar. Kehanet yeteneğini Anadolu'lu tanrı Apollon'dan almıştır. Kimi kayıtlarda tahta at kandırmacasının mucidi İthaka Kralı kurnaz Odesyus olarak geçerken, bu mucidin Kalkas olduğu yönünde bilgiler de vardır. Tahta atın yapılmasını Kalkas'ın tavsiye ettiği Britannica'da kayıtlıdır. Bu kısa yazıda kimin ne söylediğinden ziyade, karakter olarak Kalhas’ın kişiliği, karanlık yönü ve hazin sonuna değinilerek, bu veriler ışığında, yeni bir tasarım oluştururken kültürel mirasın esin kaynağı olarak kullanımını bir örnek verilecektir.

Antik çağda fal ve büyü önemli bir kültürel ve sosyolojik değerdir. Bu paralelde oluşturulmuş ritüeller, yaşanmış efsaneler, savaşlar vardır. Bu hikayelerin kimi acıklı sonla bitmiş kimi de kanlı sonuçlar doğurmuştur. Hatta kimi başlangıçlar bile bu kanlı organa bakılarak yapılar yorumlar sonunda gerçekleşen kanlı ritüellerle sonuçlanarak, tanrıların lütfuna mazhar olunurdu. Akha Kralı Agamemnon’un kızı İphigenia’nın kurban edilmesinin ardında da Kalhas vardır, tahta at kandırmacası ile Truva kentinin yok edilmesinin ardında da. Kanlı ve karanlık bir kişilik olarak zihnimde şekillenen Kalhas, aynı zamanda grotesk bir varlıktır benim için. Ölümlerin tebliğcisidir, fakat kendi ölümünü öngöremeyecek kadar da acizdir.

M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen aşağıdaki bronz Etrüsk aynasında betimlenen Kalkhas'ın adı, aynanın yüzeyinde Etrüskçe olarak okunabilmektedir. Bu betimlemede kahin, kanatlı bir şeytan olarak resmedilmiştir. Antik çağ üreticisinin, Kalkhas'ı neden karanlık ve kötücül bir karakter olarak betimlediğini bilme şansımız olmasa da, muhtemelen Agamemnon'un kızı Iphigenia'nın kurban edilmesi önerisini sunan Kalkhas için, bir nevi azrail oluşu nedeniyle böyle bir tercihte bulunulmuş olmalıdır.


Şekil 1: Etrüskçe 𐌙𐌀𐌋𐰸𐌀𐌔 (Çalkas) yazılı bronz ayna
Kaynak

Orhun’un da bahsettiği gibi, bir tür aydınlanma sürecinin, bilinmezden haber alma ve bu bilgiyi işe yarar hale getirip üstünlük elde etme sürecinin bir aracı olarak görebileceğimiz karaciğer falları, çok tanrılı düzende kimi toplumlarca vaz geçilmez olduğu kadar gerekliydi de. Babil'den Hatti'ye, Hatti’den Hitit’e, oradan Mezopotamya’ya, hatta  Etrüsk ve Roma’ya yayılan bu kehanet yöntemi, belki de karaciğer ile özdeşleştirilen ruh, akıl ya da diğer insana ait üstün vasıflar nedeniyle de önemliydi.

Bu çalışmanın başlangıç evresinde, biçimsel olarak organik karaciğer anatomisinin kısmen etkili olduğunu belirtmek durumundayım. Karaciğerin birebir aynısını biçimsel olarak ele alıp, bunu yüze benzetmek için birer göz, burun ve ağız eklemek çok anlamsız olacağından, antik dönemde şekillendirilmiş seramik karaciğer fal modelleri, biçimsel esin kaynağı olarak kullanılmıştır. Bu seramik modeller dikkatli incelendiğinde karaciğerin bir haritasının çıkartıldığı, tümsek, düzlük ve loplara ayrıldığı, bunların da antik kehanetlerde anlamsal karşılıkları olduğu görülmektedir. Mezopotamya’dan Etrüsk’e kadar bu seramik modellerin kimi zaman tunç malzemeyle şekillendirildiğini arkeolojik kazılardan ele geçen örneklerden bilmekteyiz. Hepatoskopi olarak adlandırılan karaciğer falcılığında kullanılmış olan tunç bir modelde Akçiçek, İltaş’ın araştırmasından naklettiği şekliyle, belirgin olarak şekillendirilmiş üç farklı tepeciği net olarak görebilmekteyiz.


Şekil 2: Seramik karaciğer modeli, Hitit,  MÖ 13. yy.
(Kaynak: Ünal 2004: 45)

Şekil 3: Seramik karaciğer fal modeli, Hitit
(Kaynak: Aslantürk 2018:34)

Şekil 4: Tunç karaciğer modeli, Etrüsk,  MÖ 3-2. yy.
 (Kaynak: Gore 1988:735 )

Detaylı incelendiğinde, antik çağ insanlarının kalp ve karaciğere, beyinden daha çok önem verdiklerini görebilmemizde, bu seramik karaciğer modellerinin ve tunç örneklerinin ne denli önemli olduklarını vurgulamaktalar. Anadolu’nun zengin kültürel miraslarından biri olarak, belki de çok azımızın farkına vardığı bu küçük organ, günümüzde ancak şiş kebap olarak değerlendirilirken, geçmişimize daha çok bakarak, saklı detayları sanat alanında kullanmanın sorumluluklarımız arasında olduğunu acılı ve bol terbiyeli bir şekilde ortaya koymaktadır.

Hitit başkenti Boğazköy'de bulunan seramik ciğer modelleri üzerindeki yazılar, bir sistem ve terminoloji düzeninde yer alırlar. Hititlerin kullandığı ciğer falı geleneği, Babil'den Hurrilere geçen uygulamalar aracılığıyladır. Dolayısı ile falın terminolojisi de Babil kökenli olup, Babil'ce çivi yazılı metinler seramik yüzeylerde doku etkisi oluşturmuşlardır.

Tasarım için yapılan analiz.



Karaciğer modelini tasarım anlamında yukarıdaki analiz tablosuna göre inceleyerek değerlendirdiğimizde gördüklerimiz; farklı boyutlarda alanlarda (tamamen bağımsız değiller) düzlük ve çıkıntılarla oluşan zıtlıktır. Lekeler üzerindeki çizgisel kazımalarla oluşturulmuş olan zıtlık, çivi yazısı ile düz yüzeylerde oluşturulan dokudur. Lekelerin kendi içinde oluşturduğu denge, dokunun kullanımıyla oluşturulan tekrar ve ritm vardır. Tüm bu veriler, bir tasarım oluşturabilmek için aslında gereğinden fazla bile sayılabilir. Bu noktadan itibaren, konu, karakter ve biçim arasındaki ilişkiyi, saydığımız tasarım unsurları ile birleştirerek, yaratıcı yeni bir heykel tasarımı oluşturmak, hiç de zor değildir.


Tasarım Fatih Karagül, İki farklı ciğer modelinden yararlanarak, yeni biçim oluşturma süreci

O kadar ilginç ve dramatik bir son yaşamıştır ki falcı kahin Kalhas, en sonunda kendi kahkahalarına boğularak, belki de ağzı açık bir şekilde son kahkahasını atarken Gyrenion kutsal korusunda boğularak ölmüştür (Bkz. İren K., 1993:3) Pek çok masum canın sorumlusuna, belki de ilahi adalet ya da kader tanrısı, uygun bir son hazırlamıştır Kalhas için. Araştırdıkça daha pek çok ilginç bilgi ve hikaye ile karşılaşılan Kalhas’ı mitolojik olarak ele almak yerine, kişiliği, icraatları ve sonuçları açısından değerlendirdiğimde, bir seri çalışmanın ilk aşamasını şekillendirmiş olduğumu fark ederek, bunu yeni bir sergide sunmak durumunda kaldım. Özellikle “Troas Denemeleri” olarak adlandırdığım bu sergide Kalhas’a yer vermemek olmazdı.


Grotesk Kalhas
Tasarım ve uygulama Fatih Karagül
 Grotesk Kalhas, 2019, "Troas Denemeleri" sergisi, Porselen astarlı gre, 17x17x5 cm.


Kaynaklar: 
-Akçiçek E. (1991), "Karaciğer Falı (Hepatoskopi)"  SSK Tepecik Hastanesi Vo.1, S.47-49
-Aslantürk N. (2018), "Eski Kahinler Hitit Falcıları" Magma dergisi, Haziran 
-Furley W., Gysembergh V. (2015), "Reading the Liver: Papyrological Texts on Ancient Greek Extispicy", Mohr Siebeck, Germany, pp. 13-17, 27-28
-Gore  R. (1988), “The Eternal Etruscans”, National Geographic, CLXXIII/6, pp.735
-Orhun M. (2009), “Hititler’de Karaciğer Falı, Kuş Uçuşu Falı ve Bunların Etrüskler’deki Uzantısı” Akademik Bakış, Cilt 3, Sayı 5, S. 231-250
-İren K., (1993), "Gyrenion Antik Nekropol'ündeki Seramik Malzeme", İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Y.Lisans Tezi
-Ünal, A. (2004) “Hititler’de Fal”, Arkeo Atlas, III
-https://www.britannica.com/topic/Calchas-Greek-mythology
-https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Calchas_Miroir.jpg
-http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/ancient/a10.htm
-https://www.timetoast.com/timelines/eje-cronologico-antigua-roma-942cd593-f56c-4aa8-a5c9-62e0e7110695