Çanakkale’nin çanak çömleğiyle, 1950’lerin ikinci yarısında tanıştım. Bu bir ‘ilk buluşma’ idi; çünkü daha çocuktum… Ama oyuna olduğu kadar, her güzel şeye merak duyduğum o yıllarda, Çanakkale seramikleri de, canlı renkleri ve çocuksu, naif formlarıyla beni çekmişti. Gençlik yıllarımda, birkaç tanıdık koleksiyoncunun ‘Çanakkale’ye ilgisi dışında, bu seramik türüyle pek bir alışverişim olmadı. Ancak 40’lı ve 50’li yaşlarımda, İznik’leri, Kütahya seramiklerini tanıdıktan sonra, Çanakkale ile daha fazla ilgilenmeye başladım. Çünkü Kütahya parçalar ve İznik’ler karşısında, bende hep kenara itilmiş, kadri bilinmemiş bir tür izlenimi bıraktı Çanakkale seramikleri: Çukur tabakları, küpleri, kâseleri, testi ve sürahileriyle… İşte belki de sırf bu yüzden, seramik koleksiyoncularının piyasasını takip ederken, “Çanakkale nasıl gidiyor?” sorusunu da kafamda hep taşıdım. Son yıllarda, Türk devri Çanakkale seramikleri antika piyasasındaki yerini sağlamlaştırdı. Ama bugün Türkiye’de, antika piyasasının dışında da, Türk devri Çanakkale seramikleriyle ilgilenenler var… Bunların başında, ‘Seramik Şehri Çanakkale Projesi Konseyi’ geliyor… Nedir bu ‘Konsey’ dedikleri; ne yapar, ne işler?.. Gelin biraz geri gidelim ve ‘Çanakkale’yi eski günlerdeki gibi bir seramik şehri yapmak’ sevdasının peşinde koşan bu Konsey’in 8 Mayıs 2008 Perşembe günü, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Kampüsü’ndeki M. Kofmann Troia Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiği ilk toplantıyı izleyelim:
Seramik Şehri Çanakkale Projesi Konseyi’nin öncülüğünü yaptığı bu ilk etkinlik; Mart 2008’de kurulan konseyin oluşumunun ve girişimlerinin Çanakkale halkına, Türk devri Çanakkale seramikleriyle ilgilenenlere duyurulması, projenin çalışma gruplarının tanıtılması amacını taşıyordu. Ayrıca bu etkinlik, akademik yaşamında Çanakkale seramiklerine özel bir önem vermiş olan seramik sanatçısı Prof. Dr. Erdinç Bakla’nın ‘Eşsiz Çanakkale Seramikleri’ adlı konferansıyla noktalanıyordu.Konsey çalışmalarından ve Erdinç Bakla’nın konferansından söz etmeden önce, söz konusu Konsey’in oluşumuna değinelim… Konsey, Çanakkale Rotary Kulübü’nün çabalarıyla; ama Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Ali Akdemir’in, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın Çanakkale Valisi Orhan Kırlı’nın desteklerini de alarak yola çıkmış gönüllü bir oluşum…Aslında Konsey Koordinatörü rotaryen Hülya Acar’ın dile getirdiğine göre, ‘Çanakkale’ye tekrar bir seramik şehri kimliği kazandırabilmek için’, ilk çalışmalar 2006’da başlıyor: Üniversite bünyesinde iki ulusal sempozyum ve iki de ulusal seramik yarışması gerçekleştirilmiş bugüne kadar. Çanakkale Belediyesi de bu kapsamda iki ulusal seramik yarışması düzenlemiş. Ama Hülya Acar’ın konuşmasında vurguladığı gibi, ‘Seramik Şehri Çanakkale Projesi Konseyi’nin oluşumu, bu tür çabalara bir genel çatı sağlayacak. Bu oluşum; arkeolog Rüstem Aslan gibi bilim insanlarından Çanakkale’nin farklı sivil toplum örgütlerine kadar, kentin çok değişik kesimlerinin de gücünü arkasında toplamış… Üniversite rektörü, belediye başkanı ve Çanakkale Valisi de, bu noktayı kıvançla vurguladılar ve Türk devri Çanakkale seramiklerinin tanıtılacağı bu konferansın aynı zamanda, bir ‘Çanakkale Seramikleri Müzesi’ kurulması yolundaki çalışmaların duyuru platformu olduğunu bildirdiler…İyi güzel de, iş bir müzeye kadar gidecekse, bu noktada kimi sorular takılıyordu insanın kafasına: ‘Eski günlerde Çanakkale nasıl bir ‘seramik kenti’ idi? Nasıl oldu da bu özelliğini kaybetti? Bugünün Çanakkale’sinde ‘seramik’ ne durumda?Önce geçmişe bir göz atalım: 17. yüzyıl İstanbul’unun ikinci yarısını anlattığı ünlü ‘İstanbul’ kitabında çağdaş tarihçilerden Robert Mantran, Çanakkale’den gelen çömleklerin İstanbul’da satıldığını, belgeleriyle ortaya koyar. Zaten Prof. Dr. Gönül Öney’in ‘Türk Devri Çanakkale Seramikleri’ adlı çalışmasında (Çanakkale Seramik Fabrikaları Yayını, 1971, Ankara) vurguladığı gibi, Çanakkale’de seramik atölyeleri, ‘tahminen Beylikler Devri’nde de’ faaliyet göstermişlerdi. Ancak bugüne kadar, erken dönem tarihli bir Türk devri Çanakkale seramiği ortaya çıkarılamamıştı... Ama biliyoruz ki, 1701’de Çanakkale’yi ziyaret eden Edmund Chishull, kentte Doğu’ya özgü sırlı testiler yapıldığını görmüştü.
1743-45 tarihli yapıtında İngiliz gezgin R. A. Pococke da, o zamanlar 1.200 nüfuslu kentte, çanak-çömlek ticaretinin önemli bir yer tuttuğundan söz eder. Pococke, kentin adını da çömlek atölyelerinden aldığını, ‘Çanak Kalesi’ diye anıldığını yazar. Bu tarihlerde çanak-çömlek üretimi, ‘çark’ adı verilen torna tezgâhlarında, kırmızı çömlek kiliyle yapılırdı. Yüzeyleri beyaz bir astarla kaplandıktan sonra seramik, kobalt mavisi astar boyalarla işlenen bitki motifleriyle bezenirdi. Ardından şeffaf sırla kaplanan seramikler, 850-900 derecede fırınlanırdı…Çanakkale seramiklerinde, 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısını kucaklayan dönemin ürünleri, stil, kompozisyon, renk ve desen örnekleriyle ilgi çeker. Kaba kırmızı ve ender olarak da bej hamurla, sır altı tekniğiyle işlenmiş bu ürünlerde, çoğunlukla saydam sır kullanılır. Desenler ise, kahverengi, kahverengine yakın bir mor, turuncu, sarı ve mavi-lacivert renklerle yapılır. 20. yüzyıl başlarına dek önemli bir seramik merkezi olan Çanakkale’de; çukur tabak, kâse, küp, sürahi, testi ve vazo üretimi ön planda olmuştur. En ustalıklı desenler, bugün İstanbul’daki Çinili Köşk Müzesi’nde, Londra’daki Victoria and Albert Museum’da, Atina’daki Benaki Müzesi’nde, Ankara’daki Etnografya Müzesi’nde bulunan çukur tabaklarda görülür. Bunlar çoğunlukla 22-23 santim çapında, çorba tabağı biçiminde, büyük ve kenarlı seramiklerdir. Desenler, çukur tabağın tüm yüzeyini kaplayacak şekilde, ortada yer alır.Çanakkale seramiklerine Avrupa’nın ilgisi, belli başlı müzelerin 1840’lardan itibaren yaptıkları satın almalarla gelişecektir: İlk örnek, 1845’te Paris’teki Sevres Müzesi’dir. Londra’daki Victoria and Albert Museum da, 1880 ve 1890’larda üst üste alımlar yapacaktır. Ancak bu parçalar, 19. yüzyılın ilk yarısına kadar olan örneklerdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında, Çanakkale seramiklerinin kaderi değişecektir…19. yüzyılın sonlarında kente gelen yabancı gezginler, Çanakkale seramiklerinin Avrupa rekabeti karşısında gerilediğini yazarlar. Bu doğrudur; o dönemde bile kentte ihracata yönelik bir seramik üretimi vardır. Ama İstanbul piyasasını da kaplamış olan Avrupa porselenleriyle Çanakkale seramiklerinin yarışabileceği düşünülemez. Zaten bu nedenle olsa gerek, 19. yüzyılın ikinci yarısında, yaygın kullanıma dönük niteliksiz bir üretim öne çıkacak ve Çanakkale seramikleri bölgesel bir pazar içine hapsolacaktır. Bu dönemde, dolgun kabartmalarıyla adeta ‘barok’ bir tarza bürünen süsler, Çanakkale seramiklerinin karakteristik özelliği olacaktır. 20. yüzyıl başlarında ise, bu örneklerin daha da yozlaşmış olduğunu düşünen kimi akademisyen ve sanatçı, örneğin Prof. Dr. Gönül Öney, “Zevksiz, kötü kalite Çanakkaleler de, son derece acayip formlarıyla, modern çağın Pop Art örnekleri kadar çarpıcı olmaları bakımından dikkate değer…” diyecektir.Bugünün Çanakkale’sinde, 1960’larda kapatılan geleneksel atölyelerin ardından piyasayı kaplamış olan ve ‘hediyelik eşya’ diye pazarlanan ürünler, bu ‘soysuzlaşma’ düşüncesine hak verdirecek boyutları, dün olmasa da, bugün yakalamıştır!
Çağdaş atölyelerin kaliteli kopyalarıBugün, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin çatısı altında, bir ‘Seramik Bölümü’ de yer alıyor. Fatih Karagül’ün başkanlığındaki bu bölüm, ‘Çanakkale Seramikleri Araştırma-Geliştirme ve Uygulama Merkezi’ adı altında, akademisyenlerin denetiminde bir atölye oluşturmuş. Bu atölyenin kent merkezinde bir satış merkezi de var. Ayrıca Çanakkale’de, yine seramik bölümlerinden mezun kimi sanatçıların kurdukları farklı atölyeler de açılmış... Bu atölyelerde, değişik müzelerde yer alan 19. yüzyıl özgün Çanakkale seramiklerinin replikaları (birebir kopyaları) yapıldığı gibi, sanatçıların stilize çalışmaları da satışa sunuluyor. Bu atölyelerden biri, Reyhan Güleç Hoşnut’un ‘Reyhan’ Seramik Atölyesi (İnönü Cad. No. 185/A; Tel.: 0 286 213 92 87), diğeri de Ayşe Künelgin Gürkan’ın ‘Kepenek Keramik’ adlı atölyesi (Kemalpaşa Mah. Fetvane Sok., Yalı Hanı; Tel.: 0 286 213 25 79)… Bu atölyede, fotoğrafta da görüldüğü gibi, değişik replikalar, açıklamalarıyla birlikte yer alıyor vitrinlerde: Fotoğrafın sol üst köşesinde yer alan halka gövdeli testinin altında, İstanbul’daki Çinili Köşk Müzesi’nin envanter defterine kayıtlı balık motifli bir çukur tabak (1750-1850); hemen onun altında, yine aynı döneme ait ve Ankara Etnoğrafya Müzesi’nden, fisto motifli, şeffaf sırlı, krem rengi bir çukur tabak göze çarpıyor. Daha sağda, ortada, dik duran çukur tabak ise, yine Çinili Köşk’ten ve kenarlarında, aralıklarla doldurulmuş kafes motifi yer alıyor. En sağdaki balık motifli çukur tabak ise, yine Çinili Köşk’ten ve 1750-1850 dönemlerinden…
Ama son yıllarda, özellikle Onsekiz Mart Üniversitesi’nin yarattığı ortam ve getirdiği olanaklar çerçevesinde, genç kuşak kimi seramik sanatçıları, açtıkları özel atölyelerde, Çanakkale seramiklerinin seçkin örneklerinin kopyalarını üretiyor, bu arada özgün stilize ürünler de yaratıyorlar. İşte 1670’lerden bugüne, Çanakkale seramiklerinin serüvenini yakından takip etmiş olan Prof. Dr. Erdinç Bakla da, bu tür seramik atölyelerinin gelişip yaygınlaşması çabasının, Çanakkale seramiklerine geçmiş günlerin ününü kazandıracağını düşünüyor…1963’te kapanan son iki seramik atölyesinden birinde ‘çıraklık yapmış olma onurunu taşıdığını’ söyleyen Erdinç Bakla’nın Çanakkale seramikleriyle kader birliği, 1973’te İstanbul’da açtığı ilk ‘Çanakkale Seramikleri’ sergisiyle sürmüş. Bir dia gösterisiyle renklendirdiği konferansında Erdinç Bakla; Suna Kıraç, Süleyman Bodur, Bedri Rahmi Eyuboğlu gibi koleksiyoncuların parçalarını bir araya getiren söz konusu o serginin en ilginç yönünü de, bugün bize fotoğraflarla aktarıyor: Çanakkale seramiğinin son ustalarından Hasan ve ‘Fiyakalı İbrahim’ ustalar, bir ‘torna çekme’ gösterisiyle katılmışlar bu sergiye… 1982’den itibaren de, Çanakkale seramikçiliğini yeniden canlandırma projeleri içinde yönlendirici olarak yer alan Erdinç Bakla, seramik müzesi, uluslararası yarışmalar, sempozyum ve konferanslar, bir de tabii ki, kaliteli yayınlar yoluyla, ‘Eşsiz Seramikler Kenti’ sıfatının Çanakkale’ye verilebileceğini düşünüyor.