22 Ekim 2012 Pazartesi

ÜNAL CİMİT VE SERAMİKLERİ

Bu yazıyı daha önce 2004 yılında 2.Üsküdar Sempozyumu için hazırlayarak sunmuştum. Sempozyum komitesince basılan kitapta tüm metin yer almakta. Buraya, yazıyı arayıp da ulaşamayanlar olabilir düşüncesi ile olduğu gibi aktardım. Özet kısmını gerek olduğu üzere  değişiklik yaparak düzenledim ve önsöz niteliğinde bu kısmı yeniden hazırladım. Aslında bu yazıya ilişkin durum şöyle gerçekleşti: 18 Ekim 2012 tarihinde Çanakkale'ye gelmiş olan Ayhatun Ateşin'e tesadüf ettim. Kendisi ile sohbet ederken, Naile Cimit ortak tadıdığımız olduğundan mevzu Ünal Cimit'e geldi ve ilk tanışıklığımız da yine Naile Cimit sayesinde olmuştu. Laf lafı açarken artık kendisinin Kuzguncuk'ta bulunmadığını, rahmetli Ünal Cimit için onca uğraşısının sonuç doğurmadığını ve her şeyi toplayarak İzmir'e dönerek yerleştiğinden bahsetti. Bu duruma üzülmüş olmamla beraber, anılarımda tazelenen hatırlar ve Ünal Cimit'i yeniden anmamla bu yazıyı paylaşmaya karar verdim. Henüz yeni seramik öğrencisi olmuş iken, sağlığında kendisiyle tanışma fırsatı bulduğum ve bor mineralini çok önemseyen Ünal Cimit, sinirli ve çabuk heyecanlanan mizacına rağmen, yüreği sevgi dolu bir sanatçı idi. Türkiye’de sanat eğitimini tamamladıktan sonra, Almanya’ya giderek kendisini seramik teknolojisinde de geliştirerek, özel kuruluşlarda çalışmıştır. Sanatçının Türkiye’de bulunduğu yıllarda, özel sektörde ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde görev yaptığı, bu dönem içerisinde özel atölyesinde sanatsal çalışmalarını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Anadolu'nun bereketli toprağına şekil veren bir seramik ve heykel ustası, seramik ve heykelin farklı tatları olduğunu belirterek, seramik üretimini ‘‘uzay ve insan beyninin alçılanmaları’’ olarak tanımlamış, heykellerini ‘‘sevi çiçekleri’’ olarak yorumlamıştır. 1993 yılında aramızdan ayrılan, seramikçi ve heykeltıraş Ünal Cimit, yakın dönem Türk seramiğinin usta temsilcilerindendir. Ünal Cimit, Üsküdar Kuzguncuk’ta kurmuş olduğu atölyesinde, sanatsal çalışmalarının son dönemini gerçekleştirmiştir. Vefatından sonra kendisi gibi seramikçi olan Eşi Naile Cimit, bir dönem aynı atölyede çalışmalarını sürdürmüştür ve eşi adına gerçekleştirmeyi düşündüğü “Ünal Cimit Müzesi” için çalışmalar yapmış ve girişimlerde bulunmuştur. Ünal Cimit’in değerli eşi ve meslektaşı Naile Cimit’e bu yazıyı hazırlamam sırasında sağladığı katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunarım.

YAŞAM ÖYKÜSÜ
Ünal Cimit 1934’de Karadeniz Ereğli’de doğdu. İlk ve orta eğitimini Ereğli’de, lise eğitimini Bursa Ziraat Lisesi’nde tamamladı. Liseden sonra 1952 de başladığı Güzel Sanatlar Akademisi yüksek resim bölümünde, üç yıl Halil Dikmen ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde öğrenim gördü. Daha sonra Avrupa’ya gitti. Üç sömestr Offenbach/Main Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’na devam etti. Ardından Höhr Grenzhausen Sctatliche Keramische Schule’ye geçti. Buradaki eğitimini üstün başarı diploması ile bitirerek, bir süre Heykeltraş Fr. Schmit Rueter’in asistanlığını yaptı.

Almanya’daki çeşitli seramik ve porselen fabrikalarında form ve dekor tasarımcılığının yanı sıra, bölüm yöneticiliği de yaptı. Almanya’da yaklaşık 10 yıl süren yaşamı sırasında, seramikçi Sadi Diren ve Alev Ebuzziya ile tanıştı. Sadi Diren’le aralarındaki dostluk, Türkiye’ye döndükten sonra hayatına yeni bir yön verdi. Bir süre Eczacıbaşı Süs ve Mutfak Eşyaları Fabrika Müdürlüğü görevinde bulundu. Kısa bir dönem Turgut Bayraktar ile birlikte ortak olarak Levent’teki atölyesinde çalıştı ve bu atölyeyi İbrahim Tayfun Durat’a devretti.

1976 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim görevlisi olarak atandı ve endüstriyel seramik tasarımı atölyelerinde görev yaptı. Naile Cimit ile, 1981’de İzmir’de açtığı sergiden sonra, kısa bir dönem Buca’da Eğitim Yüksek Okulunda hocalık yaptığı dönemde tanışmıştır. Naile henüz son sınıfta öğrencidir ve Ünal Cimit’ten son derslerini almıştır. O yıl mezun olur. Aradan yaklaşık bir yıl geçer ve 29 Ekim 1982’de eşi Naile ile evlenir. 1982 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesinde, daha sonra da 1984 sonlarına kadar Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Ana Sanat Dalı’nda görev aldı. Bu kurumda Hamiye Çolakoğlu ile dost olup birlikte çalıştılar.

Ünal Cimit 1984 yılında üniversitedeki tüm görevlerini sona erdirir, kısa bir süre sonra kendisine Kanada’dan profesörlük teklif edilir. İyi bir maaşın yanı sıra oturmaları için bir de ev önerirler. Bu teklif eşini de heyecanlandırmıştır ve teklifi kabul etmesini arzular. Oysa ki Ünal Cimit, hayatının 10 yılını yurt dışında geçirmiştir ve bu deneyimlerinden, yurt dışında 2.sınıf görülen Türklerin dramını bilmektedir. Vatanımdan ve ailemden ayrılmam diyerek cazip teklifi reddeder. Kanada’da profesör olarak çalışmaktansa, Levent Sanayi Mahallesinde Güncü Seramikte serbest sanatçı olarak çalışmayı yeğler. O dönemde yaşamını eşiyle birlikte 1.Levent’te sürdürmekteydi. Yaklaşık bir buçuk sene sonra Üsküdar’a taşınarak, Kuzguncuk’ta İcadiye Caddesi 86 Numaraya yerleşirler.

İcadiye Caddesi’nde bir üst sokak olan Menteş Sokak 1 numarada Kilise vakfından kiralık boş bir arazi vardır. Arazi kiralıktır fakat çevre insanların çöplük gibi kullandıkları bir yer olduğundan, kimse alıcı gözle bakmaz. Ünal Cimit eşiyle birlikte daha geniş ve rahat çalışabilecekleri bir mekana ihtiyaç duyduklarından bu arsayı kiralarlar. Uğraşılar sonucu alandan 20 kamyon dolusu çöp çıkartılır.Temizlenen mekanın zeminine beton atılır fakat parasızlık yüzünden bir yıl boyunca tek bir çivi bile çakılamaz. Paraları ancak kirayı ödemeye yeter. Daha sonra kendisi alanın etrafına duvar örmeye karar verir ve örer. Atölye yavaş yavaş çalışılabilir bir hal almaya başlamıştır. Böylece kuzguncuğa daha sıkı bağlarla bağlanırlar. Sanatçı 23.11.1993’te vefat edene dek bu mekanlarda çalışmalarını sürdürmüştür.

Ünal Cimit ilk kişisel sergisini 1978 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde gerçekleştirmiştir. Toplam 34 kişisel sergi, sayısız karma sergi, konferans ve etkinliklere katılmıştır. 2 uluslararası ve 3 ulusal toplam 5 ödülü bulunan sanatçı, 1982 yılında Serpo Cam fuarında, 1992 yılında ise seramik alanında yılın sanatçısı seçilmiştir. Ayrıca 22 yapıtı müze ve koleksiyonlarda yer almaktadır.

SANATI, SANATÇI KİŞİLİĞİ ve SANAT GÖRÜŞÜ
Aslen resim eğitimi alan sanatçı, Almanya’da seramikle tanışarak, resim eğitiminde hocası Bedri Rahmi’nin canlı renk armonisini yorumlayarak seramiklerinde, çiçekler açtırmıştır. Seramik iki ve üç boyutlu düzlemde değerlendirilebilen, plastik sanatlar alanında sanatla bilimi bünyesinde birleştirmiş özel bir dalıdır. İyi bir seramikçi, tasarım ve kurguyu 3.boyuta sağlıklı bir şekilde taşıyabilmesi gerektiği kadar, aynı zamanda, seramik teknolojisini de iyi bilmeli ve uygulamalıdır. Bu uğurda teknolojik gelişmeler ve bilimsel yöntemler seramikçinin emrindedir.

Ünal Cimit işte bu noktada, iyi bir seramikçi ve toprağı bir şekillendirme amacı olarak kullanan iyi bir heykeltıraş olarak değerlendirilebilir. Seramiği şöyle tanımlıyor sanatçı: “Kısır döngüler içinde yoz beğeniler değildir seramik olgusu. Bir tutku ki, yaşatan, seven, sevdiren; sesler, ışıklar, sözcükler, gönüller dolusu bir tutkudur seramik.”[1]

Almanya’da seramikle tanışması, sanatçının 2. boyuttan, 3. boyuta geçiş yapmasını sağlamış, seramiği tuvale tercih ederek, 3 boyutun gizemi ve çok yönlülüğünü, kendisine özel renklerde oluşturduğu sırlarıyla heykellerine aktarmıştır. Oluşturduğu seramik heykellerini, bir adım daha öteye taşıyarak, bazılarını ve yenilerini bronzdan da şekillendirmiştir. Zaman zaman ürettiği duvar panoları ve duvar tabaklarında, seramik yüzeyleri tuval gibi kullanarak, canlı renklerle oluşturduğu ekspresif lekeleri, dokuları, renk uyumlarını bir ressam mantığıyla değerlendirmiştir.

Doku Ünal Cimit’in çalışmalarında ön planda yer almaktadır. Oluşturduğu sırları kendine özgüdür ve bu sırların bazıları, toplanmalı sır olarak adlandırılan cinstendir. Redüksiyonlu ortamda oluşturduğu sırlarla yüzey ve formları, çıplak yüzeylere kıyasla, izleyicileri görsel anlamda farklı düşüncelere yönlendirmektedir. Ele aldığı konular ise her zaman Anadolu topraklarından çıkışlıdır. Heykellerinde kibeleler ve Anadolu çiçekleri sıklıkla işlediği temalardır. Bunun yanı sıra küp ve amfora biçimli seramiklerini de yoğun olarak üretmiştir.

Üretmiş olduğu seramikleri için kendisi şunları söylemiştir: “Seramik yapımı için gerekli tüm kil ve mineraller Anadolu toprağında dopdolu... Özellikle boraks ve türevleri yönünden dünyanın en zengin ülkesi Türkiye’dir... Ondandır Anadolu insanı evrende seramik tutkusuna ilk tutulan insanlardandır... Böyle güzel topraklara borcumuzu, onları daha iyi değerlendirerek, daha güzel yapıtlar vererek ödemeliyiz... Çalışmalarımda özenle dikkat ettiğim nokta tümüyle yerli malzeme kullanmaktır. Çanaklarımda bu daha belirgin vurgulanır. Rölyef ve heykellerimde aynı olguya, kişiyi yorumlamayı da ekliyorum. Sevinçler üzüntüler coşkular, sevgiler bazen iç içe, bazen yan yana benim için. Bir çanak, bir rölyef veya bir heykel bir şiir olmalı.”[2]

Parmakkapı İşbank Sanat galerisinde açtığı sergisinden sonra Sezer Tansuğ, sanatçı için görüşlerini şöyle dile getirir: “Seramik sanatında Melike, Candeğer, Güngör, Filiz, Alev, Bingül vb. arkadaşlar... tümünün çıkış noktasında Füreyya Koral’ın dolaylı ya da dolaysız bir yeri bulunduğunu da yinelemekte yarar görülebilir. Öte yandan Sadi, Atillâ, Fehmi v.b. gibi sanatçıların etkin bir varlık gösterdikleri bu alan Ünal Cimit’in son sergisinde seramiğe ilgi çekici bir form ve doku katkısında bulunduğu etkinlikle, üzerinde henüz enine boyuna bir araştırma yapılmamış olan çağdaş Türk seramik ekolünün ciddi boyutlar kazandığı gerçeğini ortaya koynaktadır.”[3]

Kemal Moralı ise sanatçı ve çalışmaları için şunları söylemiştir: Kendisini sanatına adamış olan Ünal Cimit seramik konusu açılınca hemen o ünlü coşkusuyla “Yeşermiyorsa sevgi tohumları ellerinde gelme”der... ve kendince seramiği şöyle tanımlar: “...çağlar boyu gelen insanın evriminde ilk sanat dallarından biridir. İnsanoğlunun ateşi bulmasıyla beraber seramik olayı karşımıza çıkmıştır. Ve günümüze dek gelmiştir. Bütün çağlarda her ülkede, her yerde seramik olayıyla karşılaşıyoruz. İlk önce insan bunu yalnızca kullanımı için düşünmüş... Sonra bunu bezemeye çalışmış, daha bir güzelleştirmeye başlamış... Tanrılara adamış, eşine, sevdiğine armağanlar hazırlamış... Evini, mekanını panolarla güzelleştirmeye çalışmış, ki bu hâlâ devam ediyor ve dünya durdukça devam edecek...”

Ünal Cimit, gerek form gerek malzeme yönünden Anadolu’nun köklü seramik olgusundan yararlanır. Toprak sırlarını araştırır, seramiğine ham sırları uygular. Heykellerini pişmiş toprakla gerçekleştirir. Heykel çalışmalarında en sevdiği malzeme hep seramik olmuştur... Ve bütün seramik ve heykel çalışmalarında tamamen yerli malzeme kullanmakla övünç duyar... Nitekim aynı konuda “Her malzemeden heykel yapılır seramikten neden olmasın ki? Binlerce yıldan beri yapılmış. Ben de şimdi Anadolu Ephesus Artemi’inden günümüze yorumlamalar yapıyorum,” diyor...”[4]

Sanatçının Atatürk Kültür Merkezi’nde açtığı sersi sonrasında ise eserleri ile ilgili şu yorumlar yapılmıştır: “Ünal Cimit’in Anadolu’nun binlerce yıllık seramik geleneğini çağdaş bir beğeni düzeyine ulaştırmak yolunda öteden beri süren araştırıcı, sevecen, coşkulu ve üretken çabasına yeni bir katkı sayılabilir. Cimit’in soyut ve çoğul formların kombine etkisini gözeten yapıtları kendi kökeninden kopmayan antik bir çağrışım uyandırıyor. İlk kez bu sergide izlediğimiz 52 yeni pano seramiğinde ise toprak sırın doğal renk etkileri soyut bir resim tadıyla biçimlendirilmiş. Efesli Artemis ve Kibele formlarının çağdaş yorumlarını öngören figür soyutlamalarında da sanatçı, seramik sanatının beşiği Anadolu topraklarının bir çoğu olarak, bu esin kaynağından yararlanmaktan geri kalmıyor.”[5]

Sanatçı 1991 yılında rahatsızlanır ve Kadıköy Numune Hastahanesinde tedavi olur. Hiçbir sosyal güvencesi olmadığından, taburcu olabilmek için gereken masraflar ödenememiştir. Hastahanede rehin tutulur. Bu durumdan bir şekilde dostu Can Yücel haberdar olur ve konuyu görüşmek üzere zamanın belediye başkanı ile görüşür. Başkan konudan haberi olmadığını belirterek Can Yücel’e yazdığı mektubu verir ve mektubun Hastahane başhekimine verilmesini söyler. Eşi Naile, mektubu söylendiği gibi başhekime verdiğinde, başhekim üzülerek neden durumu bana haber vermediniz? der. Akabinde Ünal Cimit çiçekler eşliğinde taburcu edilerek evine uğurlanır. Tüm bu olaylar yaşanırken sanatçı geçmiş yılların birikimlerini harmanlayarak, hasta yatağında projeler üretip, tasarımlar gerçekleştirmiştir.

O dönem kaleme aldığı notları şöyledir: “Yaklaşık 4,5-5 yıl önceydi (1986-87). Sevgi tohumları ile dopdoluydum. Burhaniye / Ören’de yine bir sabah erkenden kalktım. Daha önce de severdim çiçekleri, konuşurdum, onlarla dostluk kurardım. O günden bu yana yüzlerce (belki bin) çizim yaptım irili – ufaklı. İki yıl önce üç boyutta biçimlendirmeye aşladım. Şu anda 250-300’ü buldu. Kırılganlığını önlemek için bronz dökmeye başladım...Büyük bir istekle sürdürmekteyim. Hastanede olsam bile ileride Toros ve Erciyas Dağlarını anıtsal olarak düşünmekteyim. Ardından sevi insanları dizisi biçimlendirilmeye başlanacak....Ah bir de zaman ve maddi sorunlar...”[6] “...seramikten heykel formlarına uzanan tutkulu bir çalışmanın, bulgularla bütünleşen verimlerini ve bu verimlerin zenginliği... bugüne kadar kendisine öğretilmiş olanlarla, kendisinin bizzat öğrenmiş olduğu şeyleri aşmaya yönelik bir çaba var ki, bu çabanın benzerlerini bir çok meslektaşında bulmak gerçekten zor. Olanaklarını kendisi yaratıyor, sınırlarını kendisi çiziyor...sırlanmış tabaklarında, amfora ve küplerinde, sanki tarihin derinliklerine ilişkin sırları dışarı vurmak istercesine, yüzey dekorasyonu altında hareket kazanıyor. Cimit’in seramik objelerinde toprak, sıradan bir hammadde değil, onun ötesinde bir ifade aracı. Tabak formlarında, bu toprak yüzeyi örten mat ve transparan sırların oluşturduğu alaşım, gizemli bir oluşumu simgelemekte sanki....Amfora ve küp yüzeylerindeki yoğun seramik dokuyla, deniz altında yıllanmış arkeolojik buluntuları andırıyor. Aynı şeyin bir benzerini sanatçının lale formundan esinlenerek oluşturduğu bronz heykelciklerinde de görmekteyiz. Onların da yüzeyinde oksidasyona uğramış bir kabuk, bize eskimişliğin antik şiirini anımsatıyor.”[7]

Sanatçı Ünal Cimit gerçekleştirdiği farklı branşlardaki sanatsal çalışmalarla, plastik sanatlar alanında çok yönlü bir kişiliği olduğunu gözler önüne koymuştur. Anadolu topraklarına gönülden bağlı bir insan olarak, tarihi değerlerimizi ve üzerinde yaşadığımız toprakların, köklü geçmişini günümüze yansıtabilmek için, eserlerini araç olarak kullanmıştır. Eserlerinde, sergilerinde, yazılarında, notlarında ve röportajlarındaki her fırsatta, kültürel, arkeolojik ve minerolojik değerlerimizi ön plana çıkartıcı yönünü ortaya koymuştur. Eserlerinde organik biçimler ağırlıklı olarak görülür ki, bu da ele aldığı konular paralelinde gelişim göstermiştir.Seramiklerini sırlamada kullandığı karakteristik doğal ve yerli hammaddelerle geliştirdiği kendine özgü sırlarıyla, haklı bir ün sahibidir. Anadolu toprağının değerini bilip, bunu uygun olan her alanda kullanılarak, yaşadığımız topraklara ancak bu şekilde layık olabileceğimizi belirtmiştir. Bu konuyla ilgili son sözler yine sanatçının kendi notlarından: “Yer kabuğundaki Boraks rezervlerinin %68’i Türkiye’de bulunmaktadır. Cam ve seramik sanayisinin ana maddesidir. Uzay araçlarının katı yakıtı kurgusu içindedir. Ülkeler vardır petrol ülkesi olarak tanınır. Ülkeler vardır altın, gümüş, bakır, sanayici olarak tanınır. Neden Türkiye Boraks veya cam veya seramik ülkesi olarak tanınmasın. Aydınların, yöneticilerin bu büyük hatasını en kısa zamanda kapatmalıyız. Boraks gülmeli, Anadolu gülmeli camda, seramikte sevgi çiçekleri açmalı tüm evrene kokular saçan, allı morlu, karalı aklı”.

Yurduna bu kadar önem verip hassasiyet gösteren bir sanatçının duyarlılığını, hepimizin hissedebilmesi ve o şekilde yaşaması sağlıklı olandır. Sanatçının eşi tarafından, atölyesinin bir müzeye dönüştürülme fikri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kabul edilmiş olup, işlemler devam etmektedir. Yine de toplum olarak, yitirdiğimiz değerlerimize ne derecede değer veriyor ve onları yaşatabiliyoruz. Kuzguncuklular ve kendi branşından sanatçılar tarafından yeterince tanınan Ünal Cimit’in adına başlatılan bu projenin bir an önce sonuçlanmasını diliyor, kendisini rahmetle anıyoruz.
 
Bu yazının orjinalinde yer alan görüntülerin tümüne basılı kitaptan ulaşılabilir. Kullanmak istediğim son görüntü ise koleksiyonumda yer alan bir Ünal Cimit seramiğine aittir.
 
 



[1] Cumhuriyet Gazetesi, 2 Şubat 1982
[2] Ünal Cimit’in 11 Ocak 1982’de ODTÜ kütüphanesinde açtığı sergisi için TRT röportajından alıntı.
[3] TANSUĞ Sezer, “Değinmeler” Sanat Çevresi, No:19, Mayıs 1980, sf:26
[4] MORALI Kemal, “Toprakla Şiir Yazan Sanatçı: Ünal Cimit” Sanat Çevresi, No:91, Mayıs 1986, sf:46
[5] KÖKSAL Ahmet, “Çoker, Cimit, Genç...” Milliyet Sanat Dergisi, No:185, 1 Şubat 1988, sf:47
[6] Ünal Cimit’in Hastahane notları
[7] ÖZSEZGİN Kaya, Milliyet Sanat Dergisi, No:283/1, 1 Mart 1992
Bu bildiri ve görselleri izin alınıp kaynak gösterilmeden kullanılamaz.