Bu konuyu Çanakkale Değerleri Sempozyumu sonrası hazırlanan, değerler envanteri maddesi için yazdım. Seramikçiler için önemli olan wollastonit minerali, ne yazık ki, artık maden olarak işletilip, pazarlanmıyor.
DEĞERİN KISA ÖYKÜSÜ: Teorik olarak bileşimi %48,25 CaO ve %51,75 SiO2 den oluşan Wollastonit minerali, lifli doğal kalsiyum metasilikattır ( CaSiO3). Nadiren saf olarak bulunur. Sentetik olarak da üretilebilmektedir. Özgül ağırlığı 2,9 ; Mohs sertliği 4,5 ; erime noktası 1540 Co, molekül ağırlığı 116 dır. Hidroklorik asitle tepkimeye sokulduğunda kompozisyonu bozulmaz ve bileşimindeki silikatlardan jel oluşturmadan ayrılır. Pek çok endüstriyel kullanım alanında kendine yer bulabilmektedir. Özellikle seramik ve çimento sanayisinde önemli bir yeri vardır. Diğer kullanım alanları boya sanayi, plastik sanayii, cam sanayi, tarım işleridir. Yıllık tüketim miktarı yaklaşık 1300000 tondur. Seramik sanayisinde çamur ve sırların üretiminde kullanılabilen wollastonit, çamur bünyelerde eritici olarak görev alıp, pişme sıcaklığının düşürülebilmesini sağlar. Yapısında karbonat bulunmasına karşın, pişme sırasında gaz çıkışı gerçekleştirmez ve bu nedenle tek pişirim özelliğindeki çamurlarda bile rahatlıkla kullanılabilirler.
Wollastonit düşük ısılarda sinterleşebilen, yüksek ısıya dayanıklı, mekanik direnci yüksek, su emmesi kontrol edilebilen, rahatlıkla preslenebilen ve yalıtım özelliği olan bir mineraldir. Bazı kristalleri uzun dalga ultraviyole ışık altında floresan özellikler gösterir ve 1120 Co de genleşme katsayısı değişerek psuedowallastonite dönüşür. İlk kez 1935 yılında Kaliforniya’da (A.B.D.) çıkartılan monaklinik kristal sisteminde beyaz çubuk şekilli bir mineral olan ve Amerika Birleşik Devletlerinde 1952 yılından beri kullanılan wollastonit için 2. Dünya Savaşının sonuna dek ekonomik anlamda işletilmesiyle ilgili bir çalışma yapılmamıştır. Rezervleri A.B.D., Rusya, Finlandiya, Romanya, İsveç, Meksika, Yugoslavya, Avustralya, Hindistan, kanada ve Türkiye (Çanakkale, Bursa, Balıkesir) de bulunmaktadır.
DEĞERİ KORUMA VE GELİŞTİRME STRATEJİSİ: Çanakkale’de Bayramiç Yeşiller Köyü, Çan Etili, Yenice Kurtlar Köyü Wollastonit yatakları bulunmaktadır. Kale Madencilik Bayramiç’de 1988 yılına kadar yalnızca kendi ihtiyacı için wollastonit ocağı işetmiştir ve ruhsat sorunları nedeniyle işletme kapanmıştır. 10 mikron wollastonitinin tonu 610 $ dır. Yurdunuzda şimdiye dek herhangi bir ihracat gerçekleştirilmediyse de yeterli miktardaki zengin rezerv varlığı, wollastonitin zenginleştirilmesiyle ciddi gelir getirebilecek bir ihracat kolu oluşturulabilir. Burada yerli üreticilerin sanayicilere talepte bulunarak işletmenlerin yeniden açılarak, zenginleştirme çalışmaları için yatırım yapılması gerekmektedir.
DEĞER STRATEJİSİNİ UYGULAYACAK KURUMLAR: Üniversite, Belediye, Valilik, Araştırma Merkezleri, Sanayi, M.T.A., KOBİ ler
16 Kasım 2011 Çarşamba
ÇANAKKALE'DE WOLLASTONİT
ÇANAKKALE İÇİN SERAMİK ALANINDA CILIZ BİR ÜMİT IŞIĞI
Çanakkale Belediyesi'ne, yaklaşık 4-5 yıl önce kendilerine yazdığım resmi bir yazı ile, kentteki seramik üretiminin niteliksizliğini ve sağlığa aykırı yönleri olduğunu bildirmiştim. Meclis salonlarına üreticiler toplandı, bilgiler verildi, yasaklar olacağı söylendi. Ne işlevi bile olduğunu bilmediğim bir kurulun başına getirildim, ya da onun gibi bir şey ama içi boşmuş. Seramik denetleme bilmem ne, bir şeyi. Durumu enine boyuna değerlendirdikten sonra, yetkliler üreticilere destek olmak, yeni fikirler oluşturabilmek ve bir nebze olun doğru yolu göstermek adına 3 yıl peş peşe hediyelik seramik eşya yarışması düzenlendi. ÇOMÜ olarak destek olundu. Yarışma sonrası bir sürü seramik üretildi, satıldı, savuldu, duman oldu. Yarışmada ödül alan seramikler, cam fanuslara konuldu, Belediye koridorlarında teşhir edildi. Gidenler görmüşlerdir. Uzun zamandır uğramadığımdan son akibetlerini bilemiyorum. Hatta bir kısmı da evlendirme dairesinde durmaktaydı ya, genç evlilere kültür ve sanat sevgisi aşılamaktaydılar. Ama kırık dökük halleriyle nereye kadar? Ardından bir festivalde sembolik olarak da olsa bir seramik çalıştayı düzenlendi. Yine ÇOMÜ destek oldu. Bu çalıştay yerel kaynaklarla uluslararası katılımcılı gerçekleşti, zaten festival de uluslararasıydı. Üniversite atölyeleri tepe tepe kullanıldı, çok özel seramikler üretildi. Sergi açılışı, şak şak, alkış, sonra seramikler yok oldu. Bir ara Belediye halkla ilişkiler standı arkasında haşmetli olarak bir örnek duruyordu, umarım kırmamışlardır. Bir örnekle de kent müzesinde gelenlere naneli şeker ikram ediliyordu, sonra uyarımı dikkate alıp kaldırabildiler sanırım, bir diğeri ise bir kapı önünde duruyordu umarım onu da kaldırmışlardır. Bu çalıştayın ürünleri, inşa edilecek bir müzede sergilenip korunacak diye planlanmıştı, ilk tamamlanan müze kent müzesi oldu ve burada bir reyon ayrılacağı söylenmişti. Ama olmadı. Çanakkale (çanak bir seramik biçimi oluyor) kenti, seramikleri ile övünen bu kent, nedense bu kentte üretilen bu eserleri kent müzesinde koruma ve sergiye alamadı, sevemedi, belki de birileri tarafından engellendi. Bu müze şöyle, bu müze böyle, burada seramik olmaz gibi imalar olmuş olabilir? Bence olmuştur. Vizyonu dar bir takım bilgelerle, bu işler nasıl yürü ki? Sonrası... Sonrasında Kent Müzesi'nin de hali malum diyorlar, halk mutsuz, müze yönetimi başarısız olmuş olsa ki, bu durum ve söylenceler oluştu. Akabinde kentte seramik konseyi kuruldu, Prof. Erdinç Bakla bu işte öncü oldu, onca insanı topladı, 2, 3 hatta 4 Rektör eskitti, ki 82'den beri kentte konferans vermiştir, Çanakkale'de bir seramik müzesine ihtiyaç olduğu gerçeğini defalarca vurguladı. Kente kaç kez geldi, kaç konuşma, konferans, sohbet yaptı ben takip edemedim. Bunların bir kısmında da katkımız oldu, tamamen gönüllü olarak. Müze için toplantılar, toplantılar. Bir de baktık durum artık gönüllülükten çıkmış, duygusallığa geçmiş. Bu duygusal kesimde yerimiz tabi ki yok, olmamalı da. Ama birileri de duygusal olmalı ama. Beklenen duygussallıkla işler tıkırında yürüdü, varsın yürüsün, yeter ki kent seramik müzesine kavuşsun. Lakin korkum odur ki, bu işin sonundan bir çapanoğlu çıkmasın, müze hedefinden şaşmasın. Bu süreçte ters giden şeyler olmadı mı? Oldu tabi. Prof. Erdinç Bakla kente küstü. Bir takım gazete havadisleriyle, yıpratılan durum, hedefine ulaştı. Bir takım işgüzarlar bir şeyler yazdı, ardından paparayı da yedi hani. Ardından, mevzunun seramikle ilgili kısmında, seramikten anlamayan birileri olaylara el attı. Bize ihtiyaçları kalmadı, çabalarımız sonuçsuz ve havada kaldı. Ama dahice fikirlerle bizler de aydınlanmış olduk, ihtiyacımız varmış demek! Seramiği yeniden öğrendik bir nevi. Bu bir kaç yıllık süreçte ÇOMÜ olarak, yerel pek çok seramik atölyesi ile ortak çalışma, fikir, bilgi, teknik alış verişimiz oldu, reklama gerek duymaksızın. İmkanlar ölçüsünde, sır, astar, form, malzeme konusunda katkı sağladık, üreticilerle birbirimize, üretim yaptık. ÇOMÜ öğrencileri aracılığıyla 2 yılda kente yaklaşık 20-25 bin seramik yaydık. Belediyenin misafirlerine ve satış mağzasına ÇOMÜ olarak seramik ürettik. Üreticilerden Esen Hanıma nar üretme fikrini verdik, bu fikri Midilli adasından getirdiğimiz örnekle gerçekleştirdik, bu fikri başka üreticiler de kullandı, iyi bir model oluştu. Artık Çanakkale narı diye bir süreç başladı. Kütahyalı uyanık bir üretici ise narın tescilini almaya kalktı. Sonrasını bilemiyorum. Nar Allah'ın narı, neyi nasıl tescil edeceksiniz, ama yaparlar. Olmaz olmaz derler. Polyester, alçı ve ziftli seramiklerle savaştık üretilmesin diye, dost üreticileri sırlı seramiğe yönelsinler diye teşvik ettik. Tevfikiye İlköğretim öğrencilerine seramiği anlattı, tanıtık, uygulattık, sergi açtık, belki toprağı severler diye, belki rahatlarlar, huzur bulur ve ilerde bir seramikçi kazndırırız diye. Tamamen gönüllü olarak, cebimizden para harcayarak, haftalarca çalıştık. Daha da ileri gidip, yerel üreticilerin eğitimi için çok mütevazi bütçeli bir eğitim projesi hazırlayıp sunduk, dikkate dahi alındığını sanmıyorum. Kutlu ve İsmail Usta eğitmen olacaktı, olamadı. Şimdilerde sanırım yeni sona eren bir proje gerçekleşti. İnternetten takip etme imkanımız oldu. Detaylı bilgimiz yok, açılışına ve eğitim sürecine davetli değildik, sağ olsunlar, yetkililer uygun görmemiş. Güney Marmara Kalkınma Ajansı'nın onayladığı 200 küsur bin liralık "Çanakkale Seramiği Anı Eşya Üretimi" adlı bir proje. Kent için yeni, güzel ve bence umutsuz bir girişim daha. İnternetteki sayfasında http://www.canakkale.bel.tr/bpi.asp?caid=226&cid=13551 detaylı güzel fotoğraflar var, bakılabilir. Fakat eğitmenlerden bahsedilmemiş, bari biz yazalım. Çömlekçi ustası İsmail Bütün ve ÇOMÜ'de uzman Necati Işık. Kurs düzenlendi, İsmail Usta çarkta çanak çekti, dekorlandı, pişti, sırlandı, oldu bitti. Peki usta ve diğer eğitmenler işten el etek çekince ne olacak? Karamsar bir tahminle, bir müddet can çekişme evresi, raflar tozlanacak, çamurlar kuruyacak, sırlar çökecek. Pişmemiş çanaklar hava durumuna göre küflenecek. Ya da dikkatsiz meraklılarca kırılacak. Pişenler, sağa sola dağılacak. Atölye ise sonunda ya birine devredilecek, ya da işlevselliği yitirtilip birisinin kontrolünde kabuk değiştirecek. Ben fırınlara üzülürüm esas, bir de tornalara. Duvarlardaki sıra sıra klimalar da uygun bir yerlere nakledilir belki, malum kentte yazlar çok sıcak geçiyor, dairelerde bunalıyor insanlar. Umarım karamsar öngörülerimde yanılırım ve bundan da çok büyük mutluluk duyarım. Ek olarak bir de burada kurs alanalar var tabi, acaba kaçı bu eğitimi mesleğe çevirip, seramik üretimine devam edecek? Zamanında Kültür Müdürlüğü bile düzenlediği kurslarda daha çok başarılı oldu bence. Küçücük bir atölyede, Yüksel Ergen Bey'in de malzme desteği ile, bir çok seramiğe gönül veren insan yetiştirdiler. ÇOMÜ de Kültür Evi'nde ve ceza evinde Çanakkale seramikleri temasıyla kurslar düzenledi (http://mfkaragul.blogspot.com/2011/10/geleneksel-canakkale-seramikleri.html). Buralara katılan kursiyerler, bu işleri yıllar önce kurdukları dernekle devam ettirmek istemişlerdi ama destek olan malesef çıkmadı. Ama Güney Marmara Kalkınma Ajansı sayesinde herşey birden değişti, iyi ki bu kurum varmış da, güzel bir şeyler olacak ümidi besleyebiliyorum. Biz ithal seramikçiler ve bu konuda gönüllü çalışmak isteyenler amacına ulaşamadı ama, olaya başka açıdan yaklaşılınca işler yoluna giriyormuş da, biz proje üretme noktasında aciz durumdaymışız. Her şey ne güzel .
15 Kasım 2011 Salı
ASSOS NEKROPOLÜNDE BULUNAN BİR PİTHOS RESTORASYONU
Assos arkeolojik kazısında restoratör olarak görev yaptığım 1995 senesinde gerçekleştirdiğim restorasyon projesi ve sonuçlarıdır:
Uygulamalı araştırma projesindeki amaç, 1994 yılında Assos arkeolojik kazısında Nekropol alanındaki K VII f-k/1-5 açmasında 08.08.1994 yılında bulunan ve restore edilecek bir pithosla (GR 5) (Resim 6: Fatih Karagül) ilgili temel bazı bilgileri aktarmak, küçük bir uygulama ve kısa bir araştırma nasıl yapılır konusunu restoratörlere ve genç öğrenci aktararak fikir verici olmaktır.
Tabi ki kazı alanlarının kısıtlı imkanları ile çok fazla test ve analiz yapmak mümkün olmamaktadır. Ancak özel izinler ile, üniversite ya da devlete ait hatta kimi özel laboratuvarlarda daha derinlemesine analizler de yapılabilir. Örneğin seramiklerin kesit analizleri, XRD, DTA ve renk analizleri gibi. Tabi ki bu veriler de o seramiklerin bünye, sır yapıları, yaklaşık pişirim dereceleri hakkında fikir verebilmektedir.
Pithoi arkeolojide pithos kelimesinin çoğulu olarak kullanılan bir kelime olup, pithos için ise şu tanım yapılabilir: Su ve erzak depolama işlevi dışında mezar kabı olarak da kullanıldığı saptanan bu küpler, genellikle büyük boyda, kaba hamurlu, kalın cidarlı çömlek tipinde kaplar olup, yabancı yayınlarda Yunanca kökenli “Pithos” ( Resim 6) adı ile anılırlar (ÖKSE, A. Tuba; Önasya Arkeolojisi Seramik Terimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1993, İstanbul,sf:55). 1981 yılından beri Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından gerçekleştirilen nekropol alanındaki kazılarda pek çok dönem ve bu dönemlerde kullanılmış farklı mezar tipleri ortaya çıkarılmıştır. Arkaik dönemden Roma çağına kadar kullanılmış olan nekropol alanı, dönem farklılıklarını mezar tipleriyle çok iyi bir şekilde yansıtmaktadır.
MEZAR TİPLERİ: Roma Çağı mezar mimarisi kendinden önceki dönemlere göre çok gelişmiş ve üst seviyededir. Özellikle aile mezarları ve beşik tonoz örtülü sivri çatılı kapaklı tek parça kaya oyma (andezit) lahitler gelişimlerinin son noktasını temsil etmektedir. M.S. 2. ve 3.yy larda beşik tonozlu tek ve çift odalı mezar anıtları da yapılmıştır (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Assos, Arkeoloji ve Sanat yayınları, 1996, İstanbul, sf:42). Bu büyük boyutlu lahitlerin bazıları yükseltilmiş podyumlar üzerinde yer almaktadırlar. MÖ. 4. yy - 1. yy arasına tarihlendirilen lahitler ise Roma Çağı’ndakilere göre daha sade kalmaktadırlar. Basit yapılı ve düz kapaklı bu tip tek parça lahitlerin üzerleri toprakla örtülüdür. MÖ. 5. yy a ait olan mezarlar ise çok parçalı taşlardan şekillendirilmişlerdir. Bu katın altında ise MÖ. 6. yy. (Asia Minor, Studien Band 5, Tido Janßen, Ausgrabungen in Assos 1990, Bonn, sf:103-106) Arkaik döneme tarihlendirilen pithos ve urna (yakılan ölülerin küllerinin içine konulup, ağızlarının kylix gibi seramik kaplarla kapatılıp gömüldükleri kaplara verilen ortak ad) mezarlar yer almaktadır [Resim 2: (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:55)]. Pithos mezar olarak kullanılan bu büyük boyutlu küplere ölüler 1 yada 2 kişi olarak düz, hoker (ana karnındaki fetüsün pozisyonu) yada yarı hoker duruşunda yerleştirilmişlerdir. Küplerin ağızları ise büyük boyutlu seramik kaplar ya da taş levhalarla kapatılmışlardır. Küplerin duruşu, ölülerin başlarının pithosun ağız kısmına göre yerleştirilmesi ve ağızlarının düz bir taşla kapak olarak kapatılışı pek çok yerde görüldüğü gibi (MÖ.2600-2450 Truva 2. katman (Asia Minor, Age, sf:103-106), MÖ.3000-2000 Eski Tunç Çağı Kalınkaya (ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, T.T.K. Basımevi, Ankara,1988, XVII) ; bazılarının ağızlarının içinde genişce kapak yerleri de vardır (ÖZGÜÇ, Tahsin; Maşathöyük II, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1982, sf: 63). Anadolu’da pek çok yörede, sanki doğacak çocuğu çevreleyen ana rahmine benzercesine, küpün çeperleri tarafından çevrelenmiş hoker duruşundaki cestler, ölü hediyeleriyle birlikte, toplum inançlarına göre belirli mekanlara yerleştirilmekteydiler. Ölüler Hitit’lerde sedirlerin altına gömülürken (ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, Age, XVII), Yunan uygarlığında ise nekropol alanları seçilmiştir. Bu ölü gömme metodu, MÖ. 2200 den itibaren Anadolu, Ege, Kıta Yunanistan, Sicilya, Karadeniz ve Kıbrıs’ta da görülür (Asia Minor, Age, sf:103-106).
ÇEŞİTLİLİK VE KULLANIM ALANLARI: Bu küpler pithos mezar olarak kullanılmadan önce muhtemelen başka amaçlar için de kullanılmış olabilirler. Bu düşünceyi doğrulayacak olan bir örnek 1990 kazısında ortaya çıkarılan CX karesindeki 17 nolu pithostur [Resim:1 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:42)]. Bu pithosun yüzeyinde kurşun kenet izleri bulunmuştur (Asia Minor, Age, sf:103-106). Bu izler pithosun daha önce kullanılırken kırıldığını ve tekrar kullanıma kazandırılıp, son olarak ise mezar amacıyla kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bu şekilde kurşun kenetlerle restore edilip tekrar kullanıma sunulan örnekler yalnız bu yörede ve pithos mezarlarla sınırlı olmayıp farklı seramik malzemeler ve farklı antik merkezlerde de görülmektedir. Assos’ta bulunmuş olan MÖ. 6. yy a ait olan bir yonca ağızlı sürahide [Resim:3 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:52 )] ve Oryantalizan anforada da yine kurşun kenet delikleri görülmektedir . Hatta adı geçen Oryantalizan örnek üzerinde tamir sonucu yerleştirilmiş olan kurşun parçacıkları, sağlam bir şekilde yerlerinde durmaktadır. Pithosların farklı bir amaç için kullanıldıklarını yüzeylerinin incelenmesinden bile anlayabiliriz. Öyle ki bazıları çok fazla aşınmışlardır. Bunlara örnek olarak ise Assos dışından, Gabalou Etolya’dan Protogeometrik (MÖ. 1000-875) Pithoslar gösterilebilir. Bu örnekler mezar amacından önce kırılmış ve yüzeyleri çok yıpranmışlardır (Asia Minor, Age, sf:103-106). Ayrıca Eski İzmir yerleşmesindeki Subgeometrik (MÖ.675-640) döneme ait XXXIV no lu odadaki bir çok büyük pithos, buranın bir kiler olduğunu açıklamaktadır (AKURGAL, Ekrem; Eski İzmir I, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993, sf:23) ve bunlar da gıda maddelerini depolamak için kullanılmışlardır. Dekorlu pithos örnekler kökende mezar kapları olarak üretilip kullanılmamışlardır. Buna neden olarak bu örneklerin, mezarlıklar dışında ev alanlarında bulunmalarından anlıyoruz. Bu pithos örnekleri MÖ. 8-6 yy arasında Girit, Rodos, Tenos ve Biotien’de görülmüştür (Asia Minor, Age, sf:103-106).
BULUNTULAR VE TARİHLENDİRME: Mezar amaçlı kullanılan pithos örneklerinden, içinde oldukları dönem ve uygarlıklara göre farklı tiplerde mezar hediyeleri bulunmaktadır. Anadolu’da özellikle mezar olarak kullanılan pithoslar, ölü hediyeleri ve çeşitlilik açısından zengin örnekler sunarlar. Eski Tunç Çağı’ndan (MÖ. 3000-2000) Kalınkaya yerleşmesinde ev tabanlarına yerleştirilmiş ve taş kapaklarla örtülü pithoslar bulunmuştur. Bu mezarlar Orta Anadolu’nun bu çağında çok yaygındır. Pithoslardan bulunan hediyeler tunçtan basit güneş kursları, hayvan figürinleri, seramik idoller, seramik kaplar, boncuk ve düğmeler, savaş aletleridir. Altın ve gümüş hediyelere rastlanmaz. Hediyelerin çoğunun benzerlerini Alacahöyük mezarlarında da bulmak mümkündür (ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, Age, XVII). Assos’ta ki pithoslardan gelme mezar hediyeleri ise seramik eserler ağırlıkta olmak üzere, gümüş ve bronz takılar, striglis [Resim:5 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf: 63)], iğne gibi objelerdir. Buluntular Helenistik dönem lahitlerindeki kadar zengin olmasa da, 1994 kazısında, K VII açması 5 no’lu mezardan bulunan Gordion Kylixi (MÖ.6. yy ilk yarısı) gibi nadide seramiklere de rastlamak olasıdır [Resim:6 (SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Age, sf:52)]. Buluntular sayesinde de tarihlendirmeler sağlıklı bir biçimde yapılabilmektedir. Ayrıca pithos mezarların tabakalanmada en altta bulunuşları ve belirli bir düzen içinde yerleştirilmeleri de fikir vericidir; lahitlerin pithos mezarların üzerlerinde yer almaları sonucunda 6. yy. ın 1. yarısından itibaren Assos’ta pithos ölü gömme geleneği, yerini lahit gömülere bırakmıştır. 1994 Döneminde gerçekleştirilen Assos arkeolojik kazılarında, nekropol alanında 6 adet pithos bulunmuştur. Nekropol alanındaki A VII açmasında 4 adet, K VII açmasında 2 adet bulunan bu pithoslar farklı özellikler göstermektedirler. Aryballos erkeklere ait bir koku kabı olduğundan, striglis ise sporcu erkeklerin kullandıkları bir tür metal kaşık olduğundan, GR 3 ve GR 18 pithoslarındaki cesetlerin erkeklere ait olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca dikkat edilirse bu iki pithos en uzun ilk 3 pithos arasında da yer almaktadır. Bu da erkeklerin kadınlara göre daha uzun boylu olmalarından kaynaklanmış olabilir. Buradan çıkan sonuçla 192 cm yüksekliğindeki GR 10 pithosu, içlerinde en uzunu olduğundan, içinde bulunan cesedin de bir erkeğe ait olduğu düşünülebilir. 161 cm yüksekliğindeki GR 15, pithosların içinde en kısa oluşu ve mezar hediyesi olarak da küpe ve bilezik sunması bakımından bunun bir kadına ait olma ihtimali kuvvetlidir.
ANALİZ: Pithos örneklerden alınan küçük parçacıklar üzerinde su emme testi yapılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda hassas terazide ilk tartımları yapılan parçalar 12 saat suda bekletilmiş ve sonra ikinci kez tartılmışlardır. Aradaki farka göre hesaplama yapılıp seramiklerin % su emmeleri saptanmıştır. Su emme (porosite) seramiklerde belirli faktörlere bağlıdır. Kalınlık, sinterleşme, malzeme yapısı ve dolayısıyla gözeneklilik bunların en önemlileridir. Kalınlık hacmi etkiler fazla hacim de daha fazla su emer. Sinterleşme pişirimle bağlantılıdır, seramikler ne kadar yüksek derecede pişirilirse o kadar az su çeker. Malzeme yapısı sinterleşmeyi etkiler, seramik bünyede bulunan alkaliler ve Fe2O3 pişirim sırasında eritici rol oynadığından, malzeme daha iyi pekişip az su çeker. Ayrıca yine seramik karışımında kullanılan organik malzemeler, pişirim sırasında yanıp yok olduğundan, yerleri boşluklar (poros) olarak çamur yapısında yer alır ve eğer yüksek derecede sinterleşme gerçekleşmezse porositeyi artırır. Örnekler incelendiğinde su emmenin malzeme kalınlığıyla bağlantısı olmadığı görülmüştür. 1.80 cm. et kalınlığındaki GR 18 %14,30 su emerken, aynı kalınlıktaki GR 17 % 12,50 su emmektedir ve aralarında %1,80 lik su emme farkı bulunmaktadır. 2,70 cm. kalınlığındaki GR 5 ise %13,80 su emerek, kendisinden 0,90 cm. ince olan GR 18 den bile % 0,50 daha az su emmektedir. Bu durumda kalın olan benzer seramiğin daha fazla su emmesi beklenirken saptamalar sonucu, tutarsızlıklar görülmüştür. Aralarındaki farklılıkların kalınlıktan kaynaklanmadığı saptanmış ve farklı nedenler üzerinde durulmuştur. Tüm bu incelemeler sonucunda % 12,5 su emmesi olan GR 17 diğer örneklere göre yumuşak olmasına rağmen, küçük ve az gözenekli oluşu, büyük ve çok miktarda şamot-taşcık, az miktarda kireç içermesi, 800-1000 0C lik pişimiyle diğer örneklere göre daha sağlıklı sonuçlar vermiştir. Diğer örnekler çelişkili verileriyle tutarlı bir kıyaslama imkanı yaratmamaktadırlarlar.
RESTORASYON: K VII f-k/1-5 açmasında bulunan GR 5 pithosu, resim 8 deki planda görülmektedir. Oyulmuş olan ana kayaya yerleştirilmiş ve ağzına da yassı bir taş levha kapak olarak yerleştirilmiştir. Dip kısmında, tüm gövdeye oranla üçte birini kaplayan bir başka lahdin kapağı yer almaktaydı. 07.08.1994 günü kazı sırasında bütün olarak (çatlaklı fakat dağılmamış halde) bulunan bu pithos, 2. günün sonunda parçalanmış bir halde kazı evine getirildi. Kazı alanında yerinden oynatılmadan parçaları numaralandırılıp, çizimi yapıldığından temizlikten (yıkanıp, fırçalandı) sonraki yapıştırma safhası başarıyla tamamlanmıştır. Her türlü duruma hazırlık amacıyla yapıştırma işlemi geri dönüşümü ve sökülmesi kolay bir malzeme olan ahşap tutkalı ile gerçekleştirilmiştir. Yapıştırmaya ağız kısmı aşağıya gelecek şekilde başlanmış ve dip kısmı yukarıya gelecek şekilde devam edilmiştir. İç kısımdan desteklemek için de tutkallı pamuklu (amerikan bezi) bezler geniş parçalar hallinde kullanılmıştır. Yapıştırılıp yükselen form yanlarından ahşap kalaslarla desteklenmiştir. Tümlenmesi biten pithosun parçalarının %95’i yerlerine oturtulmuş, eksik kalan yerler kazı alanında kaybolmuş olup daha sonra boş kalan yerler tamamlanmıştır. Tamamlamada ise yine ahşap tutkalı kullanılmıştır. Tutkal, kalekim seramik karo yapıştırıcısıyla karıştırılıp kıvamlı bir macun hali alması sağlandıktan sonra boşluklar doldurulmuştur. Pithosun sergilenmesi için gövde altından kuşaklı bir şekilde saracak demirden üç ayak yaptırılması düşünülmüş olup, hali hazırda resim 1 deki gibi kazı evinin bahçesinde sergilenmektedir. Sonuç olarak şu ana kadar nekropol kazılarında bulunmuş olan pek çok pithos, adı geçen örnek kadar şanslı durumda değildir. Çoğu kazı alanında her hangi bir korumaya tabi tutulmadığından, parçalanmış, parçaları etrafa saçılmış durumdadır. Pek çoğunun ise parçalarının yarıdan fazlası bir şekilde kaybolmuş, yalnızca ana kayaya oyulmuş çukurlukları kalmıştır. Oysa ki gün ışığına çıkarılan bu seramikler her ne kadar büyük boyutlu olsalar da, hiç olmazsa farklı tipteki örneklerden birer tanesinin korumaya alınmasıyla, geleceğe daha sağlıklı aktarılıp, sınırlı bir koleksiyon elde edinilebilinir. Eserleri bir seramikçi olarak ve bu boyutlarda küpler şekillendirmiş biri olmanın verdiği deneyimle, bu seramiklerin üretimini de göz önüne aldığımızda (bu boyuttaki malzemeler çiğken taşınması tehlikeli olacağından oldukları yerde pişirilmekteydiler ve pişirimler uzun sürmekteydi), günümüzde eski eserlere karşı çok tutarsız kaldığımızı, antik dönem insanı kadar dahi elimizdekilere değer vermediğimizi fark edebiliyoruz. Antik dönem insanları gerektiğinde sınırlı olanaklarla kırılan eserlerini bile kurşun kenetlerle bin bir zahmetle tamir edip kullanırken (kurşun kenetleri yerleştirebilmek için seramiği daha da zedelemeden delikler açmak gerçekten de zorlu bir uğraşıdır), bizler, onca imkan ve malzeme çeşitliliğine rağmen tutarsız kalabiliyoruz.
Kaynakça
-AKURGAL, Ekrem; Eski İzmir I, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993
-Asia Minor, Studien Band 5, Tido Janßen, Ausgrabungen in Assos 1990, Bonn
-ÖKSE, A. Tuba; Önasya Arkeolojisi Seramik Terimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1993, İstanbul,sf:55
-ÖZGÜÇ, Tahsin;İnandıktepe, T.T.K. Basımevi, Ankara,1988
-ÖZGÜÇ, Tahsin; Maşathöyük II, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1982
-SERDAROĞLU, Prof. Dr. Ümit, Assos, Arkeoloji ve Sanat yayınları, 1996, İstanbul
14 Kasım 2011 Pazartesi
SİNGAPUR'LU SERAMİKÇİLERDEN BİR SEÇKİ
Uzakdoğu seramikleri, yurdumuzda çok fazla bilinmez. Varsa yoksa batı sanatı ve özellikle de Avrupa. Güney Amerika sanatı örnekleri de uzakdoğu seramikleri gibi bahtsızdır ve hatta daha da kötü durumdadırlar tanınmışlık adına. Çin ve Japon seramikleri bir parça olsun tanınır, daha az oranda da Kore seramikleri. Bunun dışındaki memleketler ve seramiikçileri sanki üvey evlat. Oysa ki çini, Anadolu topraklarına Çin seramiklerinin Osmalı döneminde sarayda popüler olmasıyla girmemiş midir? Ya da ihtiyar Avrupa; Marco Polo sayesinde porselenle haşır neşir olmaya başlamamış mıdır? Tarih kitaplarının ilgili bölümlerinde detaylı açıklamalar mevcut. Fakat, Malezya, Singapur, Filipinler, Seylan vs. vs. vs. gibi memleketlere ait seramikçi ve seramikler hem yaygın olarak hem de sanat ve eğitim materyali olarak pek karşımıza çıkmazlar. Tabi ki günümüzde internetten hemen her türlü bilgiye ulaşmak mümkün fakat bu nokta da Türkçe kaynak sıkıntısı baş göstermekte. Dolayısı ile, 2009 yılında gerçekleştirdiğim Singapur gezim sırasında, çektiğim fotoğraflar ve edindiğim bilgileri paylaşmakta yarar görüyorum. Genel olarak, gördüğümüz tüm seramikçiler bana göre mükemmeliyetçiler. Seramiklerin son durumları ve sunuşları doğal olduğu kadar kusursuz ve estetik. Tasarım ya da zevkiniz adına seramikleri beğenmeseniz bile kusur bulacak bir nokta tespit edemiyoruz ve hayranlıkla geçip gidiyoruz. Konu ettiğim sergileme mekanı galeriler olsa anlayabileceğim. Fakat kimi durumda seramikçinin evi, kimi durumda da bahçesi sergi mekanı olmakta. Bu durumda bile bir kusur bulamadık. Seramikler ağırlıklı olarak fonksiyonel olarak düşünülüp üretilmiş. Salt heykel olarak şekillendirilmiş olanlar da mevcut. Nobarigama, Ejder fırın yurdumuzda sıklıkla göremeyeceğimiz fırın türleri arasında ve bu fırınlar seramikçiler tarafından ustalıkla kullanılmakta. Bu fırınlarda pişirilen seramiklerin görsel etkileri de çok daha fazla zenginlikler sunmakta. Ayrıca klasik kamara fırınlar ve raku pişirimleri de yaygın olarak kullanılmakta. Sagar tekniğini kullanan seramikçiler de mevcut. Gezimiz sırasında bize eşlik eden seramikçi arkadaşımız, enine boyuna gerçekleştirdiğimiz farklı gezi programlarımız sırasında, farklı seramikçilerle de tanıştırdı bizi. Özellikle üstünde durmak istediğim Yang Pow Sing, çok büyük bir çömlekçilik işletmesinde çalışmakta. Ayrıca seramik heykeller de üretmekte ve bunları daimi olarak açık hava galerisinde sergilemekte. Ürettiği çömlekler ise çok küçük boyuttan çok büyüğe uzanan bir çeşitlilik gösteriyor. Bunların tümü fonksiyonel saksılar. Büyük bir kısmı ise park ve bahçe elemanı olarak düşünülebilir. Çok canlı renklerde kullanılan sırlar formları monotonluktan uzaklaştırmakta. Choon Kee, bizi evinde ağırlayıp misafir etti. Tümü çömlekçi tornasında şekillendirdiği seramikleri artistik sırlarla pişirilmiş. Sagar, oil spot, raku, akışkan sır örnekleri ilk bakışta gözüme çarpanlar. Şişe, vazo, çanak, kase gibi küçük formların her biri kendine has. Daha ziyade toprak tonda sırların hakimiyeti görülmekte. Bir diğer seramikçi Joyce Loo ise ev atölyesinde üretip sergilediği ürünleri ile Singapore Art Show Essen Art Colony 01 nolu mekan sahibi katılımcısı. Kendisinin fonksiyonel ağırlıklı seramikler ürettiğini söylesem de tek parça sanatsal heykelleri de mevcut. Bu heykellerin büyük bir kısmı ise yine çömlekçi çarkında üretilmekte. Toprak renklerin hakim olduğu sırlarının renk skalası, efektli sırlardan oluşmakta ve elektrikli kamara fırında pişen bu ürünler hijyenik açıdan da oldukça sağlıklı ve günlük kullanımda sofra eşyası olarak da kullanılabilmekte. Ayrıca henüz adını anmadığım 2 seramikçi daha bu listeye eklenebilir ki bu da yazının fazlasıyla uzamasına neden olacak. Bu noktada genel anlamda fikir verebileceğini düşündüğüm bu yazıya ilişkin daha detaylı bilgi edinmek isteyenler benle iletişime geçebilirler.
Değinilen gezi, M.Fatih Karagül, M.Berrin Kayman ve H.Numan Suçağlar tarafından 2009 yılında gerçekleştirilmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)