28 Şubat 2018 Çarşamba

CICB 2013


Romanya'nın Cluj-Napoca kentinde Cluj Uluslararası jürili seramik Bienali (CICB 2013) düzenlendi. M.Fatih Karagül toplam 114 seramik sanatçısının katıldığı seramik bienaline, Türkiye'den seçilen 10 seramikçiden biri olarak (http://www.ceramicsbiennale.com/artists), eseri sergilenmek üzere davet edildi ve ayrıca yine aynı kentte düzenlenen “Ceramics and Glass between Tradition and Contemporaneity” temalı 9. Uluslararası seramik sempozyumuna da katılarak "Bonding Between Traditional Çanakkale Pottery and Contemporary Turkish Ceramics" adlı bildiriyi sundu (http://www.ceramicsbiennale.com/symposium). Bienal kapsamında toplam 3 sergi, 1 performans, 1 çömlekçilik fuarı ve bir yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirildi. Bienal ana sergisi güzel sanatlar müzesinde 2 ayrı salonda gerçekleştirildi.


Kaynak:
CICB  2013 kataloğu

MİDİLLİ ADASI VE ÇÖMLEKÇİLİĞİNE AİT NOTLAR

Midilli adası 1,632 kilometre karelik yüzölçümü ve 320 km. lik kıyı şeridiyle, Ege Denizi'nin kuzeydoğusunda, Edremit körfezinin batısında yer alır.  Yunanistan'ın en büyük 3. adasıdır. Denizden Ayvalık'a 8 mil, Altınova'ya 6 mil uzaklıktadır. Başkent sayılabilecek en önemli liman yerleşimi Mytilene'dir. Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ile birlikte, Saruhan adaları (Doğu Sporatlar) grubuna girer.  Midilli  %40 ını kaplayan 11 milyon zeytin ağacı, %20 sini kaplayan çam, fıstık, meşe ağaçları ve diğer meyve ağaçları ile zümrüt ada olarak adlandırılmaktadır. Adadaki zeytin ağaçlarından yılda 50 bin ton dolayında zeytinyağı çıkarılmaktadır. Adanın yıllık ortalama sıcaklığı 18 °C dir ve en yüksek noktası ise 968 m. ile Lepetymnos Dağıdır. Orta ve küçük boyutlu gemiler için güvenli birer sığınak oluşturan Giera ve Kalloni körfezleri, sıcak kaplıcaları, tatlı su kaynakları ile, mitolojide adaların patronu olarak adlandırılır. Homeros'un sıvı altın olarak adlandırdığı zeytinyağının, önemli üreticilerinden biridir. Yerel ekonomide turizm, hayvancılık ve balıkçılık da önemlidir. Tatlı su kaynakları nedeniyle Yunanistan’ın yöresel içkisi olan uzonun en önemli üretim merkezidir.  Ayvalık, Dikili ve Akçay limanlarından Midilliye feribot seferleri yapılmaktadır.

Midilli'nin ilk yöneticisi Macareus, mitolojide bir titan olan Güneş Tanrısı Helios ile, bir  Nereid (su altı perisi) olan karısı Rhode'nin 7 oğlundan biridir. Tarihte, her dönem önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunan adalılar, Trakya ve Troas'ta sömürgeler kurdular. Arkaik dönemde aristokratlar siyasal çatışmalar yaşadı. Terpander, Sappho, Mytilene'li  Christopher gibi şairlerin ve Theophrastus gibi filozofların doğup yetiştiği Midilli'de fikir hayatı da güçlüydü. Midilli siyasal tarihi İyonya ile iç içeydi.  Midillililer Persler'e boyun eğdiler fakat sonra ayaklandılar ve Attik Delos Birliği'ne katıldılar. M.Ö. 428'de Atina egemenliğine karşı da ayaklandılar.   Bu  durumda   Atinalı’lar Midilli'yi kolonileştirmekle yetindiler. Ptolemaios hanedanının, Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Midilli, Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle Bizans'a geçti, Latinler İstanbul’u işgalinden sonra bir süre Venedikliler'de kaldı. Ada, İmparator Yuannes tarafından 1355'te kız kardeşi ile evlenen Cenevizli Françesko Gattulisyo'ya verildi. Bu egemenlik bir yüzyıldan fazla sürdü. Oruç Reis (1470 veya 1474-1518), Barbaros Hayreddin (1467–1546)  gibi denizcilerin de doğum yeri olan Midilli, Sultan II. Murat döneminde, yıllık 4.000 düka vergiye bağlandı. Adada başlayan kardeş kavgaları, İtalya ile Aragonya'dan gelen korsanların adayı bir üs haline getirmelerinden rahatsız olan  2.Mehmet, adayı 1462'de Osmanlı topraklarına kattı. Ada yöneticileri ve elit tabaka İstanbul’a gönderildi. Avamdan 2.500 kişi köle olarak Anadolu’ya getirildi, 15.000 civarındaki çiftçi ve zanaatkâr adada bırakıldı. Osmanlı iskân politikasınca, Karaman Türkmenlerinden 2.000 kişi adaya yerleştirildi. Midilli’ye de uğrayan Evliya Çelebi 1654 yılında ada nüfusunu tahmini olarak 30.000 kişi vermiştir.  Balkan Savaşı sırasında Ocak 1913’te Yunanlıların işgal ettiği ada, 30 Mayıs 1913'te Londra Antlaşmasıyla Yunanistan'a bırakıldı. Türkler Midili adasını tam 461 yıl yönettiler. Adadaki Türk nüfus ile, Anadolu'daki Rum nüfus arasında 1922 yılında mübadelede gerçekleşti. Bu süreçte adadan gelenler 7.511 kişidir. 2. Dünya Savaşı sürerken  4 Mayıs 1941 de ada, Hitler tarafından işgal edilmiştir.

Hammer, Midilli'nin doğal zenginliklerini anlatırken ünlü şaraplarından bahseder. 1790'lı yıllarda Midilli'yi gezen Olivier ise, burada üretilen 40.000 kental (4 ton) zeytinyağının İstanbul'a gittiğini belirtir. 1802 de 150.000 kantar olarak hesaplanan İstanbul'un zeytinyağı ihtiyacının 67.950 kantarı (383 ton) Midilli'den temin edilmiştir ve bu ihtiyacın karşılanmasında ada, ilk sırada yer almıştır. Zeytinyağı dışında, adadan İstanbul'a zift, reçine, peynir ve gemi yapımında kullanılmak üzere kereste de gönderilmiştir.  1877 yılından itibaren Midilli'de 29 ay  sürgün hayatı yaşayan ünlü yazar  Namık Kemal, 1879 tarihinde sancağın mutasarrıflığına getirilerek, 1884 yılına dek bu görevde kaldı. Ona göre de adanın en birinci ürünü zeytin tarımıdır.

Midilli'de göze çarpan pek çok unsurun başında, halkın yaşam şekli dikkat çekmektedir. Adanın yazın sıcak bir iklime sahip oluşuyla, hayat erken saatlerde başlar. Çoğunlukla halk alışık olduğumuzun dışında sade bir kahve ile güne başlayan, öğleden sonra 14:00 civarı öğlen yemeği yiyerek, hava biraz serinleyene dek siesta denen ikindi uykusuna yatmaktadır. Bu nedenle, ada genelindeki pek çok işyeri de geçici olarak kapanır. Bu duruma alışık olmayan yabancılar nispeten sıkıntı çekebilmektedir. Akşam yemeği ise 22:00 civarı yenir. Yemekleri, deniz ürünleri ve et ağırlıklı olup bunun yanı sıra meze adını verdikleri zeytinyağlı seçenekleri çok bol ve çeşitlidir. İlginçtir kızartmalar dahi zeytinyağında pişirilir. Adanın merkez limanı olan Mitilini'ye Ayvalık'tan yaklaşık 90 dakikalık bir yolculuktan sonra varınca, limanda yer alan pek çok yemek noktası, iştah açıcı menüler sunmakta. Ada genelinde halk genellikle, evlerde yemek pişirme ve yeme alışkanlığına sahip değil. Bu nedenle öğlen ve akşam yemekleri bizim lokanta olarak adlandırdığımız tavernalarda yenmekte.

Denizle iç içe olan bir yaşam, deniz ürünlerinin çokça ve farklı zenginliklerde tüketilmesine de imkan sağlamış durumda. Ege'nin tanımadığımız balıkları, yemeğe alışkın olmadığımız köpekbalığı türleri, farklı pişirme yöntemleri ile insanı şaşırtan ahtapot, kalamar, böcek ve kabuklu türleri, damaklarda farklı aromalar bırakabilmekte. Zeytinyağlı yemeklerin bir kısmı hiç de yabancısı olmadığımız lezzetler. Musakka, bakla, karnıyarık, yalancı dolma, mücver, farklı ege otlarıyla yapılan çeşitlemeler tadılabilir. Kadayıf, baklava, döner kebap ve hatta kabak çiçeği dolması bildiğimiz lezzetler arasına. Tüm bu yemekleri kendi kültürlerinin bir parçası olarak sahiplenseler de, denizin her iki yakasında kültürlerin yüzyıllardır kaynaşması, neyin nerede başlayıp bittiği konusunda insanın kafasını karıştırıyor. Adada çoban salatamız Yunan salatası yada Türk kahvesi Yunan kahvesi oluveriyor. Cacığa cacıki, fıstığa fıstıki dedin mi, bizden çıkıp onların oluveriyor. Milliyetçi duygularla bu duruma kızan da var, "bunlar kültürün bir güzelliğidir" diyen de. Önemli olan hümanist duygularla, içinde bulunulan ortamda huzur bulabilmek. Adada dolaşırken yorulduğunuzda, rahatlıkla soluklanabileceğiniz pek çok kahvehane var. Özellikle de daha küçük yerleşimlerde, sokak aralarında, köy meydanlarındakiler, huzurlu ve keyifli anlar sunmakta. Hiç bir garson, "bir an önce içip de gidin" dercesine gözünüzün içine bakmaksızın, saatlerce ortamın ve kahvenizin keyfini çıkartmanıza müsaade etmekte. Kimi zaman mor salkımların altında yalnızca su içmek isteseniz bile, aynı tolerans ve hizmeti almanız mümkün. Osmanlı hâkimiyetinde geçen onca yılın ardından, sokak aralarında dolaşırken hayranlıkla izlediğiniz cumbalı tarihi evlerin önünde durup da, Türkçe konuştuğunuzu duyan orta yaşın üzerindeki bir Yunanlı, birden yolunuzu kesip, benim dedem İzmir'den, Çanakkale'den, Ayvalık ya da Çatalca'dan buralara gelmiş dediği anda, mekanla birleşen atmosfer insana tuhaf hisler uyandırmakta.

Adanın kuzeyindeki antik Mithymna ya da çağdaş Molivo kenti turizm açısında oldukça önemli. Plajları, limanı, kalesi, gece yaşamı ve tabiî ki yemek kültürü. Çanakkale'nin Babakale Burnu'ndan, Assos'a kadar görüş açısı olan ve hatta geçmişte buralı göçmenlerce antik Assos kentinin kurulduğu bilinen yerleşim yeri, pek çok tarihi Türk yapısını barındırmakta. Molivo’daki taş döşeli daracık sokaklardan kaleye doğru çıkarken görülebilecek minaresi yıkılmış tarihi cami, ya da Petri'nin taş duvarlı cumbalı ve alaturka kiremitli evleri, kendinizi yabancı hissetmemenizi sağlıyor. Deniz ve beraberinde getirdiği yaşam her noktada hissedilebiliyor burada. Denizin sunduğu her imkândan sonuna dek yararlanan ada halkı, deniz canlılarının varlığı sürdürme konusunda da duyarlı. Adanın milli balığı olan sardalyenin, Çanakkale'de meşhur olduğunu bilinir fakat buradakiler çok daha iri ve lezzetli. Her türden tatil seçeneğini adada bulmak mümkün. Deniz, güneş ve kum isteyen, Molivo, Petra, Skala Eressos, Plomari gibi plajlardan yararlanmakta. Sahil kıyısında yolculuk ederken görebileceğiniz küçücük halka açık ve ücretsiz bir koy ya da kumsalda yorgunluğunuzu atıp, sakince güneşlenerek denize girebilirsiniz. Sahilde gün batımını yaşamak da ayrı bir keyif. Gün batımından sonra eğer bir de mehtaba denk gelirseniz, o günü çok daha hoş bir şekilde sonlandırabilirsiniz.  Macera severler için kiralanabilecek dört çekerli araçlar veya motosikletle gezilebilecek farklı safari güzergâhları mevcut. Çam ağcı ormanlarındaki kıvrımlı, sessiz ve tali yollarda yapılabilecek turlar, adayı keşfetmek için birebir. Öte yandan din turizmi de yabancılarca tercih edilmekte. Ada genelinde  yer  alan çok sayıdaki kilise ve şapel, pek çok adak sahibi için dua ve dilek imkanı yaratıyor. Mantamados'ta 1700 yılında inşa edilen Taxiarches kilisesinde, kimi zaman rastlayabileceğiniz dini yortularda dağıtılan lokma veya keşkek ziyafetleri farklı deneyimler yaşatmakta. Meraklılarına  kültür amaçlı geziler için de adada farklı ziyaret noktaları mevcut. Arkeolojik ve tarihi kalıntılar bakımından Helenistik ve Roma dönemi Molivo nekropolü ve villaları, Midilli tiyatrosu,  Roma su kemeri, Menandros'un mimiklerini tasvir eden mozaikler ve özellikle 1373'te kurulan bir Ceneviz kalesi önemli eserlerden. Ören yerlerinden elde edilen arkeolojik buluntular, bu günkü Mytilene Limanı'nın hemen yakınında yer alan 2 ayrı arkeoloji müzesinde sergilenmekte. Volos kiremit ve tuğla müzesi, Eresos yakınlarındaki taşlaşmış orman, Agia Paraskevi'deki Avrupa Nostra ödüllü endüstriyel zeytinyağı müzesi, zeytin mucizesini çok başarılı bir müzecilik anlayışı ile ziyaretçilere aktarmakta. Molivo ve Mitilini kalesi, Mitilini Ermo caddesindeki Yeni Camii ile hemen karşısındaki  restore edilmiş Türk hamamı görülebilecek diğer noktalar. Adadaki sokak aralarında dolaşırken, ilginizi çekebilecek diğer bir unsur da, dükkânların tabelaları. Her biri ait olduğu dükkânın niteliklerini en iyi şekilde yansıtan birer aidiyet sembolü, bir birinden hoş ve sanki ruhu olan birer varlık gibi. Ahşap zemine fırçayla boyanarak üretilen tabelaların yüzeylerindeki zamanın oluşturduğu yıpranmışlık bile, ait olduğu işletme hakkında ip uçları verir bize. Hediyelik eşya satın almak için ada genelinde çok fazla seçenek mevcut. Bu dükkânlarda farklı türlerde seçenekler olduğu gibi, satılan farklı türdeki çömlek ve seramikler de bu adanın genel özelliği.

Özellikle çok sayıda seramik atölyesini barındıran Mantamados, çömlekçiliği ile adada ün yapmış bir yerleşim. 1700 yılında inşa edilen Taxiarches kilisesi ile ünlü yerleşimde, aralıklı olarak 21 yıldır uluslararası çömlekçilik ve seramik festivali düzenlenmekte. 2012 yılında "CERAMEUS" adıyla Uluslararası Doğu Akdeniz Geleneksel Çömlekçilik ve seramik festivali etkinlikleri  gerçekleştirildi. Bu festivalin 17.si de, 53 seramikçinin katılımıyla "CERAMEUS" kapsamında restore edilen tarihi zeytinyağı fabrikasında gerçekleşti. Festival kapsamında gerçekleştirilen sergide de yer alan Dimitris Stamatis, Stilianos Stamatis, Dimitris Hatzigiannis, Georgia Zachariadou geleneksel Çanakkale seramiklerinin yorumlarını günümüzde üretmekteler. Agiasos'ta çok önemli bir çömlekçi aile olan Hatzigannis'ler yaşamakta ve adada geçmişiyle haklı bir üne sahipler. 3 kuşaktır çömlekçilik yapan ailede, baba oğul çalışmalarını sürdürmekte. Kurucuları olan dedeleri ise, mübadele sırasında Çanakkale Biga'dan göçerek buraya yerleşmiş ve mesleğini devam ettirmiş. Geleneksel Çanakkale seramiklerinin etkileri, günümüzde ürettikleri seramiklerde varlığını sürdürmekte. Adada meşhur olmuş pek çok seramikçi de bu atölyede çıraklık yaparak mesleğe ilk adımlarını atmış. Georgia Zachariadou da 4 yıl Yannis Hatzigiannis atölyesinde çalışarak meslekte yetişen ve hala geleneksel Çanakkale sirkeliklerini üreten seramikçilerden. 1990 yılında Ermou caddesinde atölyesini açan Georgia, Hatzigiannis ustanın yanında çalışmaya başlamadan önce Bologna'da seramik eğitimine başlayan ailesindeki ilk seramikçi. Sonrasın da o da oğlunu seramikçi olarak yetiştirmiş ve halen birlikte çalışmalarını sürdürüyorlar. Günümüzde günlük kullanıma yönelik seramikler üretmekteler. Ada, çömlekçiliği ile o denli gelişmiş ki, döneminde Anadolu'ya hep gemi yoluyla çömlekler satılmış.

Günümüzde tamamen geleneksel yöntemlerle çömlekçiliği sürdüren ve Prof. Sevim Çizer'in belirttiği üzere ailesi Çanakkale Narlı'dan göçen bir tek Dimitri Kouvdis usta kalmıştır. O da bu mesleği kendi babasından öğrenmiş. Dedesi ve babaannesi de çömlekçiymiş. Kendisi Mantamados Aghios Stefanos'taki ev atölyesinde eşi ile birlikte, 13 yaşında başladığı serüveni 45 yıldır sürdürmekte. Ürettiği çömleğin her safhasını; çömlekçi kilini hazırlamadan, çömleğini şekillendirmeye, kurutmadan, fırınlamaya dek her aşamayı bizzat kendisi gerçekleştiren tek usta. Adadaki diğer meslektaşları artık hem geleneksel Midilli seramiği üretmemekte hem de malzemeleri hazır alarak kullanmakta. Bu nedenle   diğer    çömlekçilerle    aralarında    çok önemli farklar bulunmakta. Kendisinin ürünleri her ne kadar günlük kullanıma yönelik çömlek grubu seramikler olsalar da, ada genelinde çok prestijli ürünler. Kullandığı çamurun yapısı özelliğiyle ürettiği seramikler doğrudan ateşin üzerinde kullanabilmeye elverişli. Kouvdis usta çömlekçi tornasında, çömleği sol tarafında şekillendirip çalışırken, eşi de yerde karşısında oturarak beyaz astarlı fırça dekorlarını yapmakta. Kendisi çok samimi ve sıcak kanlı, bildiklerini paylaşmak ise ayrı bir keyif. Kendisi ile uzunca sohbetler gerçekleştirip, fotoğraf ve videolar çekebilme şansım oldu. Çamur temin ettiği ocağa gidip, hala ilkel yöntemlerle kili nasıl işlediğini anlattı, ekipmanlarını nasıl kullandığını anlattı. Atölyesinin hemen bitişiğindeki kapalı alanı açıp, pişirilmeye hazır testilerini ve hatta çamur çukurunda hazırladığı çömlekçi çamurunu nasıl hazırladığını da bizzat gösterdi. Küçücük atölyesinin duvarlarında yer alan satışa hazır seramiklerini tek tek çizerek not ettim. Yunanca adlarını ve sohbetlerimizi çevirmenimiz yardımıyla kaydettim. Atölyenin hemen karşısındaki geleneksel fırını odun ateşiyle yakmakta. Hiç sır kullanmayarak sırsız seramikler üreten Kouvdis usta, geleneksel yöntemlerle çalışan son çömlekçi olduğundan, gelecekte bu atölyeyi devralıp çalışmayı sürdürecek kimse de olmadığından, tüm bu bilgiler yok olacak. Kendi adıma yürüttüğüm bir projeyle, imkanlar çerçevesinde bunları derleyerek aktarabilmeye çabalıyorum.

Bu adanın çömlekçilik ile ilgili olan çok doğal bağlantıları var ve ben de bu bağlantıları takip etmeyi seviyorum. Osmanlı döneminde adada yoğun olarak üretilip Anadolu'ya sevk edilen zeytinyağı için kullanılan testiler, varlıklarını 1900'lerin ilk çeyreğine kadar korudular. Bu çömleklerin geçmişi ise, Antik Yunandaki Lesvos amforalarına dek dayanmakta. Bu amforaların bir örneğini Bodrum Su altı Müzesi amfora koleksiyonu arasında görmek mümkün. Eskiden İstanbul'da çömlek yoğurdu satılırdı, yılardır görmedim. Fakat bu yaz Mantamados'ta çok kaliteli çömlek yoğurdu satın aldım.

Adanın batısı ve kuzeyinin turistik açıdan zengin oluşu nedeniyle, bu kesimde görülebilecek çok daha ilginç yerler bulunmakta. Günün birinde bu adaya yolunuz düşecek olursa bir araç kiralamalı, mutlaka deniz kenarında gün batımına cepheli bir mola yerinde konaklamalı, akşam serinliğinde deniz kenarında yürüyüş yapmalı, sakin koylarda ummayacağınız kadar temiz bir denizde yüzmeli ve deneyebileceğiniz her tür deniz canlısını tatmalısınız. Dönerken ise adaya has seramikler, uzo, özel çömlek yoğurdu ve peynirlerden satın almayı da ihmal etmeyin.

Kaynakça
-İsmail Hakkı Uzunçarşılı. Genel Osmanlı Tarihi. Cilt:4, İstanbul.1946
-Yılmaz Öztuna. Büyük Türkiye Tarihi. Cilt.3. İstanbul, 1976
-Zeki Arıkan. Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 1963, cilt 25, sayı 40
- Mϵ αϕoρμή μıα Oτάμνα, KENTPO MEAETHΣ NEΩTEPHΣ KEPAMEIKHΣ, Atina 1999
-Κεραμικές μορφές της Λέσβου, Σοφοκλή Κουτρή, Ίνδικτος, 1999
-Fatih Karagül, Çanakkale ve Midilli Adası Arası Seramik Öyküsü, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı,  Sayı 14, 2013

TROIA ÇALIŞMALARI / TROIA STUDIES

Bu yazıda kişisel olarak gerçekleştirdiğim Troia temalı çalışmalarım ve ürettiğim plastik eserler hakkında kısa bir özet yer almaktadır.

1997 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladığım Yüksek lisans tezim için (Hitit İmparatorluk Çağı sonuna Kadar Anadolu'da Figür Kullanımı ve günümüzdeki Seramik Yorumları), Troia ile ilgili ilk çalışmalarıma 1994 yılında başladım ve tezimdeki bu araştırmalarımdan Troia kökenli figüratif seramiklerin bir kısmını kullandım. Sonraki yıllarda bir döneme kadar gerçekleştirdiğim figüratif şekillendirme anlayışımda, bu örneklerin etkileri bulunmaktadır.



2002 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladığım Sanatta Yeterlik tezim (Seramik Yüzey Kaplamalarında Modüler Çözümler ve Mimaride Uygulama Alanları) için, 1997 yılında başladığım Troia ile ilgili mimari ile ilgili çalışmalarıma devam ettim ve tezimde antik mimaride kerpiç kullanım ile ilgili araştırmalarımın bir kısmını kullandım. Troia ören yerinde o dönem halen şekillendirilmekte olan kerpiçleri yerinde inceleme olanağı buldum. Mimari ile işgili gerçekleştirmiş olduğum araştırma ve çalışmalar, sonraki yıllarda üretmiş olduğum heykellerimin oluşumunda önemli rol oynamıştır.
2002 yılında tuğla birimlerin dizilişleri ve bunlarla oluşturulabilen örgü teknikleri araştırmamda farkına vardığım modülasyon ve bunun sağladığı avantajların, farklı mimari bezemelerde rahatlıkla kullanılabildiği, özellikle Ege kültüründe kullanılan Meander motifinin, tasarımlarda esin kaynağı olarak güncel sanatta da kullanılması gerekliliği üzerine çalışmalar başladım. Meander kelimesinden türeyen Skamender (Karamenderes) nehri Çanakkale il sınırları içinde olup, nehre ait tarih öncesine kadar geri giden mitoslar, Troia ile de bağlantılıdır. Ne var ki günümüzde bu nehir aşırı kirlilik nedeniyle tehlike altındadır. Kimi heykellerimde dety olarak abartısızca kullandığım menderes motifi ile farkındalık yaratarak, konunun akıllarda kalabilmesi için küçük de olsa bir katkı sağlamaya çalışmaktayım.

Troia ören yeri

2004 yılında M. Berrin Kayman ile birlikte, Anzac günü için, ÇOMÜ ESAM ve döner sermaye aracılığıyla gerçekleştirilen BAP projesi çerçevesinde, Çanakkale Arkeoloji müzesinde yer alan Troia kökenli sipiralli çömlek ve depas amphikypellonlardan esinlenerek, 50 şer adet sertifikalı anı objesi üretiminde uygulayıcı olarak görev aldım.

2006 yılında Troia antik kentine komşu olan Tevfikiye Köyü ilköğretim okulunda gerçekleştirilen, "Çocuklarla Sanat Günleri" projesine katıldım. Bu kapsamda, öğrencilere seramik ve sanatla ilgili sunumlar gerçekleştirildi, aralarında Troia'nın da olduğu Anadolu'nun farklı antik kentlerindeki figüratif seramik örneklerle ilgili bilgiler aktarıldı, öğrencilerle seramik çalışmaları yapılarak, bir öğrenci sergisi açıldı.

2008 yılından beri Troia, özellikle de Anadolu'nun antik mimari planı olan ve Troia'da da kullanılmış olan "megaron" planı ile ilgili mimari heykel çalışmaları gerçekleştirmeye başladım.
2008 yılında "Uluslararası 45. Troia Festivali" kapsamında Berrin Kayman'la beraber Uluslararası Seramik Çalıştayı düzenledim, Bu çalıştayda katılımcı diğer sanatçılarla beraber İlyada, Troia ve figüratif seramikleri ile ilgili heykeller ürettim. Eserlerin tümü Çanakkale Belediyesince muhafaza edilmektedir.

2009 yılında "Singapore Art Show, Wessex Estatae Art Colony" kapsamında davetli olarak katıldığım Joyce Loo aölyesi demostrasyonunda, Troia atından esinlenerek antropomorfik kaplar ürettim.
  

2010 yılında antik Troia kentini yağmalayan Akha ordusunun kullandığı "Trireme" adlı gemilerin, bildiğim kadarıyla,  Türkiye'deki yorumlanarak tasarlanmış ilk heykelini şekillendirdim. Bu heykeli ilk kez 2014 "World Universities Congress"kapsamında, daha sonra 2014 yılındaki Hellespont kişisel sergimde teşhir ettim ve versiyonlarını üretmeye devam ettim.

2010 yılında 8. Ulusal UAUSS Tuz ve Anagama Fırın çalıştayına Trireme adlı şekillendirdiğim heykelimle katıldım.

2010 yılında Malatya Battalgazi belediyesinin düzenlediği “Kervansaray Buluşması” adlı çalıştayda Troia atındandan esinlenerek heykeller ürettim.


2010 yılında M.Berrin Kayman'ın tez danışmanı olarak, Troia'da adı geçen Polyxena hakkında Master tezi tamamladım. Tez sonunda konuyla bağlantılı eserler heykel sergisi olarak teşhir edildi.

2010 yılında Jacksonville A.B.D de düzenlenen Türk festivalinde Troia atındandan esinlenerek heykeller ürettim ve sergiledim.
At biçimli kap şekillndirilirken

2013 yılında Çanakkale Muavenet-i Milliye galerisinde "Antikite" adlı kişisel sergimde Troia temalı ilk mimari heykellerimi sergiledim.
2013 yılında Uşak Belediyesi'nin düzenlediği "Sanat Aşkı" karma sergisine katılarak Troia temalı heykeller sergiledim.

2013 yılında İzmir Kedi Art Galeride "Antikite II" adlı kişisel sergimde Troia temalı heykel ve panolar sergiledim. İlk Troia atı heykelimi bu sergi için şekillendirdim.
Troia atı
2013 yılında 5. Uluslararası Egeart Sanat günlerine davetli sanatçı olarak, Troia'nın Roma dönemine ait yorumladığım Limes adlı heykelim ile katıldım.
Limes şekillenirken

2013 yılında düzenlenen "Cluj International Ceramics Bienalle" CICB 2013 satançısı olarak, Troia'nın Roma dönemi konut mimarisinden esinlenerek ürettiğim "Villa" adlı heykelimle bienal sergisine katıldım.



2014 yılına İstanbul ARTE İstanbul sanat galerisinde "Hellespont" adlı kişisel sergimde Troia temalı heykeller sergiledim. Bu sergi için, Troia'nın katmanlarından esinlenerek 203 cm. yüksekliğinde kağıt katkılı porselenden "Tabakalaşma" adlı heykeli ürettim ve sergiledim.
Tabakalaşma, 203 cm.

2015 yılında Hür Teşebbüs Sanat Grubunun ilk sergisi olanaak İstanbul Antik Otel Sarnıç Galeride,  Troia temalı panolar sergiledim.
Harabe, 2015

Odeon, 2015

2015 yılında İzmir Kedi Art Galeride "An" adlı Hür Teşebbüs Sanat Grubu sergisinde Troia temalı heykeller sergiledim.


2015 yılında "IX. Uluslararası Katılımlı Seramik Kongresi" Sergisine Troia temalı şekillendirdiğim heykel ile katıldım.

2015 yılında "5.Uluslararası Gölcük Seramik Sempozyumu" sergisine, Troia'nın rampalı yolu ve kutsal sunak alanından esinlenerek ürettiğim, "Mabet" adlı çalışmamla katıldım.

2015 yılında "Mehmet Nuri Göçen Uluslararası 2. Seramik Çalıştayına" katılarak Troia'nın yağmalanmasında Akha ordusunun kullandığı triremelerden esinlerek gemi heykeli ürettim ve sergiledim.

2015 yılından beri, öğrencim Nevin Efe'nin "Troia Kültürünün Takı Tasarımında Porselen Malzeme ile Yorumları" adlı Yüksek Lisans tezi danışmanlığını yürütmekteyim.
2016 yılında Polonya'nın Kalisz şehrinde Adama Mitzkevic Üniversitesince düzenlenen Creativity in Art and Art Education Sempozyumunda sunulan "Antrophomorphic and Zoomorphic Design Problems on Traditional Çanakkale Ceramics" başlıklı bildirim monograf olarak yayınlandı. Bu bildiride Troia atı ve geleneksel Çanakkale seramikleri arasındaki bağ üzerinde duruldu.

2015 yılında " Piran'da düzenlenen 16.th International Extempore" etkinliği sergisine Troia mimarisinden esinlenerek ürettiğim "Kule" adlı çalışmamla katıldım.



2016 yılında Troia'nın odeon mimarisi ve seramik tripodlarından esinlenerek  özgün bir sentez oluşturarak ürettiğim "Odeon Kule" adlı heykel çalışmamla "Latvia International Ceramic Biennale" sergisinde, bianel sanatçısı olarak yer aldım.

2016 yılında Çanakkale Korfman Kütüphanesinde "Monokrom" adlı Hür Teşebbüs Sanat Grubu sergisinde Troia temalı heykeller sergiledim. Troia adlı bir panomu Korfmann Kütüphane'sine bağışladım.

2016 yılında Yunanistan'ın Midilli adasında 20. si düzenlenen uluslararası "Panlesvian Ceramic Exhibition" da Troia savaşı sonrasını anlatan Odesya mitosunda yer alan "Kiklop ve Hephaistos" heykellerimi sergiledim.
Kiklop

2016 ve 2017 yıllarında İstanbul'da düzenlenen "Toprağa Ses Ver" sergilerine, Troia temalı şekillendirdiğim heykelimle katıldım.
2016 yılında Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ne başvurarak, Troia ören yerinde kurulacak olan Arkeoloji müzesinin açılışında gerçekleştirilmek üzere, kişisel sergi açmak için resmi talepte bulundum. Talebime istinaden olumsuz cevap aldım.
2016 ve 2017 yılında Çanakkale Belediyesine dilekçe ile başvurarak 2017 ve 2018 yılında Troia ile ilgili bir sergi açmak istediğimi talep ettim. Talebim geri çevrildi.
2017 yılında Troia Kazısı ekibinde yer aldım. Nedenini kavrayamadığım faktörler yüzünden kazıya katılamadım.
2017 yılında Çanakkale'de Rating Academy tarafından düzenlenen Bilim, Kültür ve Sanatta Güzeli Arayış Kongresinde "Seramik Tasarımında Güzeli Arayış Sürecinde Yerel Değerlerin Esin Kaynağı Olarak Kullanımı" adlı bildiriyi sundum, JOA'da yayınlanan bu bildiride Troia Mimarisinden esinlenerek üretmiş olduğum mimari heykellerin tasarım ve üretim süreci sunulan bildiride açıklanmıştır.

2017 yılında Berrin Kayman'la birlikte, Bulgaristan'da düzenlenen Uluslararası Varna Sanat ve Tasarım Sempozyumunda "Seramik Heykel Tasarımında Mimari" başlıklı bildiride, Troia mimarisinin, heykel tasarımında ne şekilde değer alabileceğini örneklerle sundum.
2017 yılında ARTE İstanbul tarafından düzenlenen Artis in Residence kapsamında, ilk kez Troia ile ilgili bronz çalışmalarıma başladım. Antik Troia kentine ait yorumladığım sembolik 3 farklı bronz kent anahtarı ve antik örneklerden esinlenerek ürettiğim kendi tasarımım olan bronz Troia hançerini şekillendirdim.
Bronz hançer

2017 yılında M.Berrin Kayman, N.Göksun Yener ile birlikte 3 sanat insanı olarak "Troia Sanat İnisiyatifi"ni kurduk.
2017 yılında JOA 2017/2 sayısında "Gemi Biçimli Seramiklerin Geçmişi ve Bugünü" başlıklı yayınlanan makalede, tarih öncesinden günümüze gelişen teknolojiye paralel olarak şekillendirilmiş seramik gemiler açıklanmaya ve sanatla bağ kurulmaya çalışılmış, bunlar arasında yer alan triremelere değinilmiştir.


2018 yılında İstanbul'da D’art Galeri’de kişisel sergi açmak için davet aldım. Bu galeride "Troia" adlı kişisel heykel sergimi 08-25 Şubat tarihleri arasında 21 parçalık eserle gerçekleştirdim. Bu sergide yer almak üzere kendi tasarımım olan bir Troia atı heykeli tasarlayarak şekillendirdim. Ayrıca Troia’ya dair mimari yapılar, tabakalaşma ve yıkıntılar, objelerle ilgili seramik ve bronz malzeme ile ilgili üretimler sergilenmiştir.
Troia atı

Troia sergimde ayrıca birer adet depas ve altın sosluk yorumu teşhir edilmiştir. Altın sosluk gemi biçiminde düşünülerek özel bir kap olarak yorumlanmıştır. Depas ile ilgili teorik ve uygulamalı çalışmalarım devam etmektedir.
Depas

Troia kap

20 Şubat 2018 tarihinde A.B.D’nden yayın yapan Radio Anatolia’nın Nalanca Sanat programının konuğu olarak, Troia Sergim ve sanat yaşamıma dair radyo programına katıldım. Troia’nın önemi ve sanatta esin kaynağı olarak kullanımına dair röportaj gerçekleştirdim.

Halen Berrin Kayman ile birlikte Quercus Troiana (Troia Meşesi) ve diğer Çanakkale meşelerinin artıklarının (kupula ve yaprak) kül sırında kullanımı ile ilgili Ar-Ge çalışmaları sürdürmekteyim. Ayrıca Troia ile ilgili seramik, asamblaj ve bronz heykel çalışmalarıma devam etmekteyim. Kurucusu olduğum "Hür Teşebbüs" Sanat Grubu ile birlikte, ilk kez 2007 yılında başladığım Dünya Troia Kentleri Sanat Aktiviteleri" projemi sürdürmekteyiz.
Konu ile ilgili çalışma yapan ve yapacak olan araştırmacılara ilham ve kaynak olması dileğiyle.

Kaynaklar: Tümü Fatih Karagül kişisel arşivinde yer almaktadır.