7 Mart 2012 Çarşamba

ÇANAKKALE'Lİ ÇÖMLEKÇİ SİNAN UÇAR



16 Kasım 2006 tarihinde çektim bu fotoğrafı. Beni ziyarete gelen Sinan Uçar ile olan tanışıklığımız, o günlerden bir kaç yıl daha geriye gidiyordu. O gün muhtemelen ya öğrencilere çamur getirmişti, ya da yine az bir miktar cam suyuna ihtiyacı vardı, tam hatırlayamıyorum. Kendisi ve atölyede birlikte çalıştığı kuzeni Aytekin Uçar ile, Halileli'ndeki atölyelerini duyup, tanışma isteği ile ziyaret ettiğimizde, hemen kanımız kaynamıştı. Takip eden günlerde, farklı dönemlerde bir projenin üretim sürecini birlikte yaşadık. Berrin Kayman ile birlikte bir kış günü fırında seramikleri pişirirken atölyenin sıcak bir köşesinde, orada hazırladığımız yemekleri tatlı bir sohbet eşliğinde tüm çalışanlar, çıraklar, ustalar ve seramikçiler olarak yemiştik. Kelimeleri hızlı konuşur, kimileri sözlerini tam anlayamazdı ama ben eksiksiz her lafını anlardım. Hızlı konuşurdu ya sanki kovalayan var gibi, belki de hayatı kovaladı durdu. Sempozyum düzenlediğimiz günlerde yabancı konukları atölyelerinde ziyarete götürür, tanıştırırdık, sevinirlerdi; yabancıların ziyaretlerine, ama o sefer Sinan yoktu, işe çıkmıştı, mal dağıtıyordu. Sonraki yıllarda atölyelerini geliştirmek isteyen Uçar'lar ile o zor günlerde yine Üniversite olarak birlikte çalıştık. Zaman zaman üretimimizin ve öğrencilerimizin çamur ihtiyaçlarını karşıladılar, kimi zaman da teknik ve teorik olarak biz onlara destek olduk. Hep iyi ilişkiler içinde olurken, menfaatler hiç bir zaman ön plana çıkmadı. Zaman zaman kızdığım da oldu her ikisine birden, seramiklerini ziftliyorlar diye. Hatta bu kızgınlığım zaman zaman değil de, çoğu zamandı. Ama ne çare, seri ve ucuz üretmek için buna mecbur kalmışlardı. Çanakkale esnafı bunu istiyordu çünkü. Ucuz olsun, 3-5 liraya çok çok satsın. Üretici üretsin, ziftlesin, tüm zahmet ve zararına katlansın, bir de sağlığını yitirsin. Parasını da çıkmaz ayın falanca günü alsın. Hep darboğaz. Sanki seramiği üretmek o kadar kolaydı ya. Müşterilerin bir kısmı, bu işi bir kaç günde yapılarak sonuçlanan bir süreç olarak görmediler mi. Siparşi ver, iki gün sonra 100 tane alırız değil mi? gibi manasız sorular. Sinan Usta atölyede üretir, çarşıda satardı. Hep sıkıntı, hep telaş, hep heyecan. İşte, gün geldi, Sinan usta tüm bu taleplere, yetişemez oldu. Yaşam savaşı onu aldı ve içinden, kendisince çıkamayacağı bir duruma sürükledi. Elbet destek olunabilirdi belki, sorunlarını çözmek için bir şeyler yapılabilir ve yaşama tutunması sağlanablirdi. Fakat yaşama yenik düştü ve 2011 yılının, karanlık bir gününde aramızdan ayrıldı, 38'inde yaşama veda etti. Onu ve paylaştıklarımızı özlüyorum.

MİLLET HANI MALATYA'DAN İLGİNÇ BİR ÖRNEK


2011 yılı eylül ayında Malatya'da düzenlenen 4.Kervansaray Buluşmasına katılmıştım. Etkinlik kapsamında düzenlenen gezilerin birinde Millet Hanı adlı restore edilmiş tarihi bir hanı gezdik. Sohbet sırasında Çanakkale'den geldiğimi öğrenen bekçi, beni depoya davet etti ve zamanında toplanmış sermikleri bana gösterdi. Genellikle saklama küplerinden oluşan koleksiyon henüz sergiye açılmamış. Aralarında ilgimi çeken tek örnek fotoğrafladığım yeşil şeffaf sırlı matara oldu. Sade bir gövde yapısına sahip matara yeşil sır kullanımı ile Çanakkale örneklerine benzemekte. Fakat yeşil sır yanlız Çanakkale'de kullanılmamaış olduğundan ve bu örneğe benzer daha önce başka hiç bir geleneksel Çanakkale seramiği görmediğimden, bu örnek Çanakkale üretimidir diye bir hükme varmam doğru olmayacaktır. Böyle bir karara varabilmek için benzer örnekler bulunarak dikkatli bir kıyaslama yapmam gerektiğini düşünüyorum.

ÇANAKKALE FRAGMANLAR



Dün, Çanakkale biraz hava almak için gittiğimiz Yelken Kulübü plajından, eski Akfa Fabrikasına doğru kısa bir yürüyüş yaptık. Yaklaşık 10 dakika içerisinde, dikkatsiz gözlerle yapılan yürüyüş sırasında, ilk önce kırık bir üç ayak buldum. Üçayağın kırılmış bir parçası olsa da orta kısmındaki dekoru belli oluyordu. Akabinde bütün halinde bir serami üçayak bulduk. Bu örnek daha önce üretici tarafından kullanılmış ve içinde, kullanıldığı tabağın sırı, seramik üç ayağın uçlarına bulaşarak, günümüze kadar kırılmadan koruna gelmişti. Biraz daha ilerledikten sonra iki tane sırlı parça bulduk. Bir tanesi zeminde astar dekorlu şeffaf yeşil sırlı diğeri ise yine zemin astar kaplı ve şeffaf sarı sırlı idi. ayrıca sırlanmamış, yalnızca astar üzerine çizgisel bordür dekoru yapılmış bir tabak kenarı daha buldum. Bu örnek fazla pişmekten hem deforme olup kırılmış hem de ağız kenarından köpürerek diğer bir seramik parçası ile curuf benzeri bir etki ile birleşerek kırılmıştı. Suna inan kıraç müzesindeki tabağın bordür dekoruna benzemekde olan bu örnek, haliyle o dönem için birer atık, günümüz için ise birer kanıttır. Yine fazla pişmeden dolayı aşırı sertleşip çamur özelliğini yitirerek atık duruma gelmiş başka bir tabağın, ayak kısmından kırık bir parça daha buldum. Bunun yanı sıra bolca astarsız örnek sıklıkla karşımıza çıktı. Bu durumdan kanaatimce ortaya iki farklı sonuç çıkmakta. Bu yüzey araştırması burada daha önce ya bir atölyenin varlığına işaret etmekte, ya da bu bölgenin çömlekçiler tarafından kısa bir süre dahi olsa, fırın atıklarını başka bir yerden getirerek döktükleri çöp alanı olduğu ihtimalini doğurmakta. Çevrede daha önce atölye olarak kullanılan bir bölgenin varlığının rivayet edildiğini hatırlasam da, kesin bir bilgi olduğuna emin değilim. Daha önce de bu bölgede yüzey araştırması yapan arkadaşlarımız olmuştu ve onlar da bu tip kırık seramik parçalara ulaşmışlardır. Bu bölgenin İzmir istikametine doğru devamında, Kepez sahili yer almakta ve bu bölgede de bu tip seramik kırıklar bulunmakta. Dolayısı ile, çok yoğun olmasa da kısa dönemler halinde bu bölgelerde küçük atölyeler kurulmuş ve yıkılmış olabilir. Mustafa Hoşnut "Kepez (Çanakkale) yüzey araştırması seramikleri ve yeni üretimler" konulu tezinin özet kısmında, Kepez bölgesinde yaptığı yüzey araştırmasında, bizim bulduğumuz örneklere benzer şeffaf sarı ve yeşil renkli sırlardan bahseder. Hatta sigrafitto Bizans örneklerine tesadüf ettiğini de yazar. Duruma ilişkin yeni verilere ulaşıldıkça buradan aktarılmaya devam edilecektir.

5 Mart 2012 Pazartesi

ANTALYA ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE ÇANAKKALE'LER

Değerli dostum Aykan Özener, yeni bir gezisinden döndü. Bu kez Antalya'dan gelirken benim için görüntülediği ve Antalya Arkeoloji Müzesi Etnografya sergisinde yer alan geleneksel Çanakkale seramiklerinden bir grubu bana elektronik ortamda yolladı. Teknolojinin bu yönünü çok seviyorum. İlgilendiğiniz konularda hız ve kesin çözümler sunuyor. Bilgilerin dijital hale getirilerek paylaşılması hem kolay hem de pratik. Aykan Özener de gittiği farklı kentlerden benim ilgimi bildiğinden, bu konuda benden yardımını esirgemiyor. Gelelim örneklere. Testiler kuş ve ördek başlı. 19. y.y. a tarihlendirilebilirler. Christie's Müzayede kuruluşunun internet sayfasında satışını duyurduğu örneklere çok benzemekteler. Tabak ise gemi dekorlu örneklere güzel bir örnek olarak karşımıza çıkmakta. Suna İnan Kıraç kolleksiyonundaki gemili tabakla aynı olsa da benzer özellikler içermekte. Bu tabağı da 18.y.y. ortası- 19. y.y. ortası olarak tarihlendirmek yanlış olmaz. Her iki tabaktaki gemi dizaynı doğal olarak farklı. Fakat kalıplaşmış stil özellikleri ise yadsınamaz bir gerçek. Her iki geminin de yelken direğinin tepesinde duran flama aynı biçimde ve rüzgardan aynı yöne dönmüş durumda. Gemilerin gidiş yönleri de ynı. Ek olarak denizdeki stilize dalga çizgileri, tabağın bordür dekoru hep aynı. Tabakların biçim, sır ve astar özelliklerinden bahsetmeye hiç gerek yok, onlar tümden aynı. Bu örneklerin aynı kentte bulunduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda, belki de aynı atölyeden birlikte satın alındığını ve sonrdan dağıldığını var sayabiliriz.