15 Aralık 2012 Cumartesi

KARARTMA TEKNİĞİ

 Avanos çömlekçiliği ve seramikleri hakkında yazılmış bir takım tezler, staj raporları ve makaleler mevcut iken ben burada, daha sade ve özgür bir dil kullarak, deneyimlerimi aktarmayı tercih ettim. Aklımda kalan bilgileri unutmadan kaydetmek için, gezi notları tadındaki bu yazıyı yazmaya yıllar sonra başladım. Bir seramikçi olarak Avanos'a ilk kez 1995 yılının ılık bir ilk bahar günü gittim. Yolculuk sırasında yanımda okul arkadaşım Sibel Baltacı da vardı. Kendisi bir kaç yıl önce stajını Avanos'ta yapmıştı. Sibel staj anılarını anlattıkça, bir seramikçi olarak Kapadokya Bölgesindeki Avanos'u mutlaka görmem gerektiğine karar vermiştim. O zamanlar İstanbul Topkapı'da Anadolu Otogar'ı denen bir keşmekeş vardı. İsmail Ayaz otobüs firması ile ilk hareket noktam olan Topkapı'dan yola çıkıp, Harem'de Sibel'le buluşup yola  devam ettim. Avanos'a vardığımda ilk kez bu denli kıraç bir iklim ve coğrafya ile karşılaştığımı hatırlıyorum. Görebildiğim yegane su, bulanık akan Kızılırmak nehriydi. Ömrüm boyunca görmeye alışkın olduğum Boğaz'ın maviliklerinden eser yoktu ama hiç değilse su vardı ve su hayattı. Antik Yunanda adı Halys olan Kızılırmak da bu bölgeye yüzyıllardır hayat getiriyordu.   Hititler'in Maraššantiya adını verdikleri bu nehir çömlekçiler için yüz yıllardır bir hayat kaynağı durumundaydı. Nehir tarafından şekillendirilen ve seramik üretimine elverişli olan bu topraklar, Avanos'ta da çömlekçiliğin gelişmesi için uygun bir zemin hazırlamıştı. Avanos'ta yaşadıkça Anadolu'nun bu en uzun nehrine alıştığımı ve hatta tuhaf bir şekilde sevmeye başladığımı fark ettim.

Vardığımız ikinci gün Avanos'ta pek çok ustayı yetiştirmiş olan Ahmet Taşkıran'ın atölyesi gittik. Kendisi bizi bekliyordu ve yola çıkmadan önce yanımızda kendisi için getirdiğimiz bir çuval boraksı ve bir kaç kilo krom nikel teli bekliyordu. Bu malzemelerle deneysel çalışmalarını devam ettirebilecekti. Avanos'ta geleneksel üretim sürecinde seramikler sırlanmazdı. Babacan tavırlı ve kısa sürede gözümüzde amcalığa terfi eden Ahmet Taşkıran, namı diğer "Baş Usta", bize deneme yanılma yoluyla elde ettiği sırlama becerilerini ve yönteklerini anlttıkça, kendisini hayranlıkla dinliyordum. Hurda kamyon akülerin parçalayarak içinden çıkardığı kurşunu ve bunu tavada kavurarak mürdesenk haline getirişini anlatması, kendisine bir simyacı gibi yaklaşmam gereğini hissettirmişti. Meydanda abisinin şekillendirdiği heykelin altında kahvede oturup sohbet ederken, zaman zaman zevkten tüylerim diken diken olarak, aklıma dahi gelemeyecek şeyleri gerçekleştirdiğini dinlemek bana büyük bir haz veriyordu. Sanırım "teneker" kelimesini yıllar sonra yeniden anlattığı hikeyelerin birinde duyuyordum. Teneker aslında borakstı. Kendisine getirdiğimiz bir çuval boraksı sır hammaddesi olarak kullanacaktı ve aslında bu sohbetler sırasında kısa hikayelerle karışık, bana "cila" dediği sır formüllerini veriyordu. "Falanca ölçü rakı şişesi kırığı, filanca ölçü teneker, bir tutam tebeşir, birazcık  da mürdesenk, cila tamam oldu işte". Bu şeffaf sırın formülüydü. Formüldeki kelimelerin bazılarını, 70'li yıllarda altın kaynağı yapan dedem Memet Usta'dan duyduğumu hatırladım. Nişadır, kezzap hep yıllar öncesinden hafızamda kalmıştı.
 
Ahmet Taşkıranla geçirdiğimiz günler zarfında, kısa sürede kendisinin bir nevi çırağı olmuştuk. Bu arada kendi çalışmalarımızı ve ilginç fikirlerimizi de hayata geçirmeye çalışıyorduk.   Burada kaldığım süre içinde pek çok önemli çömlekçi ustası ile tanışma ve atölyelerini ziyaret etme fırsatı da buldum. Çalışırken onları izledim, öğrettiklerini öğrenmeye çalıştım. Bunların benim için en önemlileri ise Büyük Mehmet Körükçü ve Küçük Mehmet Körükçü ustalardı. Ne tesadüftür ki her ikisinin de ad ve soyadları aynı ve kardeş değillerdi. "Büyük-Küçük" ayrımı ise hitabeti  kolaylaştırdığından, bunu yaşlarına uygun bir ön ek olarak kullanıyorduk ki bu durum herkes için (Avanoslu'lar için de) en pratik çözümdü. Belediye kararı gereğince şehir merkezinde fırın yakmak yasaklandığından, Ahmet Taşkıran ve bazı büyük üreticiler atölyelerini, sanayi bölgesine taşımışlardı. Daha küçük çapta üretim yapan ve daha ziyade turistik üretici konumundakiler ise şehirdeki küçük atölyelerinde çalışmaya devam ediyorlardı. Küçük ve zararsız fırınlarını ise akşam saatlerinde yakmayı tercih ediyorlardı. Mehmet Körükçü ustaların her ikisi de, şehirdeki küçük atölyelerinde üretim yapmayı tercih edenler arasındaydı. Dolayısı ile atölyelere daha çok gelen giden oluyor, yabancı turistlerle tanışma ve konuşma fırsatı bulabiliyordum. Çoğunluğu Fransız ve Japon turistlerin olduğu kafilelerden yolunu kaybeden bir kaç şanssız turistle tanışarak bir kaçına çömlekçi tornası kullandırma deneyimi bile yaşadım. Özellikle Japonlar çok komik oluyorlardı. Hele genç bir Japon oturmaya bile gerek duymadan ayakta çömlek çekip kendi kendine konuşuyor, ilginç mimikler eşliğinde tuhaf sesler çıkararak (misal:AREE) azimle ve üçüncü denemesinde basit bir çanağı şekillendirebiliyordu. Çalışmalarımızı tamamlayıp, yaklaşık 1 ay aynı atölyede çalıştıktan sonra, İstanbul'a dönmeye karar verdik. Sonunda tezgahta düzgün bir üzlük (bir tür yoğurt veya ayran kabı) yapmayı becerebilmiştim.

Tekniği açıklamaya başlamadan Önce kısaca K.Mehmet Körükçü'den de bahsetmek istiyorum. Kendisi turistik tabir edilen geleneksel Hatti ve Hitit formlarını ve diğerlerini en başarılı ve detaylı şekillendirebilen, şimdiye dek gördüğüm eli en hızlı ve pratik üretim yapabilen ustadır. Detaycılık, disiplin, işçilik ve kaliteye verdiği önem tüm ürünlerinde görülebilir. En iyi gaga ağızlı ve simit gövdeli formu kendisinin üretebildiğini iddia etmişimdir. Bu iddiamda haklı olduğumu da düşünüyorum. Özellikle gaga ağızlı testinin 15 cm. olanından 1 metreden daha uzun olanına dek üretebilen ve bu üretimi çok hafif bir seramiğe dönüştürebilen yegane usta.  Bu açıkama biraz ekşi sözlük maddesi gibi oldu fakat, kendisini son görüşümde yeni merakı olan udu ve dümbeleğe sarmıştı. Fevkalade örnekleri gayet iyi fiyatlara İstanbul'a pazarlaması, diğer çömlekçilerin de gözünü açmıştı fakat malesef diğer üreticilerin üretimleri aynı kalitede değil . Üretimdeki bu değişim ve pazarlamanın İstanbul'a kayması iddiamı doğrulamakta.

5. tür Avanos tepme tezgahı
Prof.Güngör Güner, Anadolu'da yaşamakta olan ilkel çömlekçilik adlı kitabında Avanos'ta kullanılan çömlekçi tornasını 5. tür tezgah olarak adlandırmıştır. Günümüzde atölyeler tepme tezgah da denen bu çömlekçi çarklarını turistik gösteriler dışında kullanmayı artık pek tercih etmiyorlar. Elektirikli torna Mehmet Körükçü gibi seri çalışan ustalar için önemli bir kolaylık sağlamış durumda.

Konu başlığı olan "Karartma Tekniği" B.Mehmet Körükçü'nün bana öğrettiği ve aslında basit bir redüksiyon denebilecek  teknikti. Bu teknikle üretilen seramiklere kara mal diyorlar ve satış fiyatını da sırf büyüzden ikiye hatta üçe katlıyorlardı. Bu kara mallar mutlaka perdahlı seramiklere uygulanıyor, redüksiyonun oluşturduğu siyah etki perdahla güçlendiriliyordu. Standart pişirime göre nispeten daha zahmetli ve riskli olduğundan, redüksiyon işlemi için seramiklerin de fırından sıcakken çıkartılması gerektiğinden, çömlekçiler çoğunlukla bu riske girmek istemiyor ve bu durum da, bu tür seramiklerin az üretilmesine neden oluyordu. 1997 yılındaki ikinci Avanos seferimden sonra, 1999 yılında üçüncü kez yine geldim. Bu kez ağırlıklı olarak B.Mehmet Körükçü Usta ile çalışıyordum. Çarşıdaki dükkanların bazılarında yüksek fiyata satılan siyah ve kısmen alacalı çömlekleri görüp ne olduklarını sorduğumda, bana istersem bunlardan yapabileceğimizi söylemişti. İşte o an heyecandan yine tüylerim diken diken olmuştu. Bu noktada kısaca ve adım adım karatma tekniğini açıklamak istiyorum.
 
B.Mehmet Körükçü fırını yakarken
Uygulamanın orta ve küçük boyutlu fırınlarda gerekleştirilmesi sağlıklı olur. Ölçü vermek gerekirse fırının 1 metre küp ve altı tercih edilmeli. Çünki pişecek seramikler fırın içinde üst üste yığılarak istifleniyor. Karartma yapılacak olanlar ise fırın bacasından en rahat dışarı alınabilecek şekilde yerleştirilmeliler. Pişirim tamamlandığında, derecenin geldiğini, çömleklerin akkor olmasını gözleyerek anlıyoruz. Aslında bu sıcaklıktaki seramiğe çıplak gözle bakmak doğru değil ama önemseyen mi var sanki yıllardır aynı şeyleri tekrar ederek bu güne dek gelmişler. Karartılacak seramikler kanca yada maşa ile fırın bacasından dışarı alınmadan önce kapaklı bir metal kap içerisinde redüksiyon için kullanılacak organik malzemeler yerleştirilir. Bir miktarı da en son seramiklerin üzerlerini tamamen kapatmak için ayrılır. Biz hazırda olduğu için yağ tenekesi kullanmayı tercih ettik ve içinde sırasıyla her sefrede farklı olmak üzere ince talaş, ince saman ve kömür tozu kullandım. Toplam 3 farklı deneme gerçekleştirdim.
 
Seramikler çıkartılmadan önce bacadan görünmleri
İlk denemede içerisine talaş yerleştirdiğim yağ tenekesine fırın bacasından akkor halde iken aldığımız seramikleri hızlıca doldurduk. Yaklaşık 10 cm. boşluk kalacak şekilde seramikleri tenekeye yerleştirip, üzerlerini tamamen artan talaşla kapladık. Tenekenin ağzını da ağır ve muhkem bir kapakla kapatıp bir gece soğumaya bıraktık. Soğuma süresi yaklaşık 10-12 saat yeterli oluyor. Bu sürede sıcak seramikler yanıcı organik malzeme ile buluşup yanma sonucu ortaya karbon çıkartıyor ve bu karbon da seramiğe hapsoluyor. Bu durum redüksiyon değil de nedir ki? Böylece kırmızı zeminli seramik siyaha dönüşüyor. Eğer talaşa gömülen seramik bir yerden hava alır ya da yeterince üzeri örtülmez ise, o kısımda alacalı bölgeler oluşuyor ki bu görüntü de çok artistik bir etki oluşturmakta. Sırf meraktan bu seramiklerin bazılarını kırarak kesitlerini de inceledim. Redüksiyon süresinin uzunluğuna bağlı olarak kesit rengi de griden siyaha kadar değişmekte. Sonuçta bünye içten ve dıştan karbonla siyahlaşmakta. Eğer bu siyahlaşan seramikleri tekrar pişirir ve redüksiyon yapılmazsa yeniden kırmızı seramiğe dönüşmekte.
 

Perdahsız ve kısmen redüklenmiş kylix
Fotoğraf: Aykan Özener
Redüksiyonu üç farklı yanıcı ile denedikten sonra en başarılı parlak ve doygun siyah etkiyi  saman ile elde ettim. İkinci sırada talaş yer aldı ve en kötü etki de elenmiş kömür tozuyla elde ettim. Çalışmalarım sonucunda antik yunan formlarından replikalar üreterek bunları farklı organik malzemelerle kararttım (redükledim). Perdahsız örneklerde de deneme yaptım ve çok başarısız bir etki oluştuğunu saptadım. İzlenimlerim sonucu turistlerin, doğal oluşları nedeniyle ile kısmen lekeli olan alacalı seramikleri tercih ettiklerini de fark ettim. Redüksiyon sonucunda tamamen siyahlaşmış seramiklerin sentetik boyalarla renklendirilmiş olabileceği şüphesi ile, alacalı olan seramikleri tamamen siyah olanlara yeğliyorlardı. Süreç olarak hem eğlenceli hem de bilgilendirici bir uygulama olan karartma tekniği, açık bir alanda üretim yapma şansı olan her seramikçi tarafından rahatlıkla denenebilir. Bahçeli bir atölye, ya da havalandırmalı kapalı bir atölyede bile uygulanabilir. Yalnız kullanılan fırının odunlu veya gazlı fırın olması tercih edilmeli. Elektrikli fırında da uygulanabilir fakat rezistans telleri zarar görecektir. Eğer elektrikli fırının içi ceketli ve teller korunaklı ise bu fırınlar da rahatlıkla kullanılabilir. Görselliği yüksek iyi sonuç elde etmemek ise imkansız.
 
Perdahlı olup, redüksiyona uğrayan ve uğramayan aryballosların yüzey farkı
Fotoğraf: Aykan Özener

Perdahlı ve perdahsız lekhytos yüzeylerinde redüksiyonun etkisi
Fotoğraf: Aykan Özener

Amphoriskosta başarılı bir perdah ve redüksiyon
Fotoğraf: Aykan Özener

Aryballosta başarılı bir perdah ve redüksiyon.
Fotoğraf: Aykan Özener
Bu makalede kullanılan bilgi ve fotoğraflar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
KAYNAKÇA:
-GÜNER Güngör, Anadolu’da Yaşamakta Olan İlkel Çömlekçilik (1988), Ak Yayınları Kültür Serisi, İstanbul

13 Aralık 2012 Perşembe

YAZILI KAYITLARDA, HAVVA'DAN ÖNCE İNANNA VARDI

Seramik İnanna rölyefi, Eski Babil (M.Ö. 19-18. yy.), h=49,5 cm.
http://en.wikipedia.org/wiki/File:British_Museum_Queen_of_the_Night.jpg
http://goddessinspired.files.wordpress.com/2012/06/inanna-descent.jpg
Günümüzde yer yüzündeki yaşantımıza ve konumumuza ulaşana dek geçirdiğimiz gelişim ve geçmiş kültürlere ait veriler, yazının icadıyla birlikte kayıt altına alınmıştır. Eski uygarlıklar pek çok alanda ilklerin temelini atarak, varlıklarını bir şekilde günümüze dek aktarabilmeyi başarmışlardır. Teknolojiye ve modern çağa rağmen, kılık ve kabuk değiştirerek kendinden olanları binlerce yıl sonrasına taşıyabilmek gerçekten çok derinlerde ve sağlam atılmış temellere sahip oluşun göstergesi değil midir? Günümüzde din, inanç, mucize adı altında bizlere sunulanlar, bilgelerden duyduklarımız, efsaneler, mitler... Tüm bunların farklı coğrafyalarda benzer niteliklere sahip oluşu, ortak bir atadan, başlangıçtan ya da fikirden türemiş olduğunu mu ispatlar? Bu tip yorumlara girişmek tabi ki kendi adıma uğraştığım bir mevzu olamaz fakat seramik üretme geleneğinin bir noktasında karşılaşılan ve adına İnanna denilen dişi varlık, kökleri çok derinlere uzanışı, ilklerden oluşu ile gerçekten üzerinde durulması gereken bir şahsiyet. Dinler tarihi araştırıcıları Yahudilik, Hırstiyanlık ve Müslümanlığın kutsal kitapların tümünde olduğu gibi, insanlığı Adem ve Havva ile başlatır. Bu durum tabiki tek tanrılı dinler için geçerli iken, antik ve  pagan inanışlarda durum daha farklı. Geçmişten günümüze kavim ya da uygarlıkların taptığı, adına adaklar sunduğu, sahiplendiği, benimsediği, hatta popüler olup transfer ettiği dini figürler bilinmekte. Fakat yazılı metin olarak ele alındığında, yazıyı ilk bulan uygarlık olan Sümer'lerin çivi yazılı tabletlerinde İnanna adlı dişil bir karakter kayda geçirilmiştir. Doğrudan bolluk ve bereketle ilişkilendirilen Sümer ay tanrısı Nanna'nın kızı İnanna aslında ana tanrıçadır. Bu kişiliğin Hitit ve Hurri'lerin anatanrıçasından (Hannahannah) gelişerek oluştuğu tahmin edilmektedir. Değişim geçirerek Mısır'da Hathor, Akad'da İştar (Star), Frig'de Kibele, Fenike'de Astarte,  Yunan'da Demeter, Artemis, Afrodit, Etrüsk'te Menrva, Roma'da Venüs olur, Mysia'da sirenle özdeşleştirilir. Asurlarda Mylitta, Homeros İlyada'sında Clytemnestre olan İnanna Nebati'lerde Al-Lat (El-Lat) olarak adlandırılır, diğer adı Kaab olan Al-Lat'ın sembolü ise kutsal siyah taştır. Kaab'a (Al-Lat) inananlar bu kutsal karataşa tapmışlar. Bu durumun, Kabe'deki kara bir taş olan Hacer'ül Esvet'e, kaynaklık ettiğinin ya da etmediğinin bir ispatı değildir. İslam öncesi Mekke'nin 3 baş tanrıçasından biri olan ve Kabe'de yaşadığına inanılan Al-Lat'ın adı Kuran-ı Kerimdeki Necm suresinde geçer ( "Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?" ).

Sümer dinine ait olan ve çok yönlü bir kişilik olan İnanna, Tanrı Tammuz ile evlidir. Tabiatın enerjisini barındıran Tammuz her yıl temmuz ayında, eşi İnanna ile birleşerek dünyaya hayat saçar (Kutsal evlilik). Temmuz ayı adını, 6 ay yer altında 6 ay yer üstünde yaşayan Tanrı Tammuzdan alır. Dumuz, Dumuzzi gibi adlarla anıldığı da olur. İnanna ve Tammuz'un evliliği kutsal evlilik olarak adlandırılır ve bu tema, Adem ile Havva anlatılarına dek ulaşır. Kutsal kitaplarda detaylarıyla işlenen ilk insan ve neslinin devamındaki süreç, yazılı kaynaklara ancak yüz yıllar sonra işlenebilmiştir. Ne var ki İnanna'nın hikayesi kil tabletlere çok öncesinde kazınmıştır. Tevratın anlatıları Muazzez İlmiye Çığ'a göre Sümer efsanelerinden beslenir. M.Ö. 5. yy. da İsrail bilginleri Babildeki Sümer bilginlerinin aktardıkları bilgileri kullanarak tevratı yazmaya başlamışlardır. Tevratın günümüzdeki hali, ancak M.S. 2. yy.da Yunancaya çevrilen metninden gelmektedir. Adının ilk hali Nin-Anna olan ve anlamı Cennetin kraliçesi, gökyüzünün hanımı olan İnanna, 8 köşeli bir yıldız şeklinde Venüs gezegeniyle de özdeşleştirilir. Sabah yıldızı olan İnanna savaş tanrıçası, akşam yıldızı olan İnanna ise aşk tanrıçasıdır, Babil'in kutsal fahişesidir.  M.Ö. 1900-1600 yıllarına tarihlenen bir sümer şiirinde İnanna'nın Cennetten yeryüzüne düşüşü anlatılır (Düşüş miti). Buna bir tür kovulma da denebilir ki, bu tema gelişerek Havva'nın Adem ile birlikte Aden'den (Cennet) yeryüzüne kovuluşlarıyla örtüşmektedir. Düşüş miti sonrasında Havva (anatanrıça) figürü ikinci plana itilerek baba tanrı figürü ön plana çıkarak ataerkil düzen başlar. Mitler farklı formatlarda değişime uğrayarak, farklı dinleri etkilemiş ve günümüze dek ulaşmıştır. Yine farklı bir anlatımda İnanna, yaptığı seçim sonrasında çiftçi tanrı Enkimdu ile evlenmeyi, tercih eder ve çoban tanrı Tammuz ile evlenmez. Bu tercihin en önemli nedeni bitkileri ve tahılı Enkimdu'nun bol yeteştirmesidir. Bu durum doğrudan bolluk ve bereketle bağ kurarak İnanna'nın varlığını ve niteliklerini daha da güçlendirir. Gelişen olaylar sonrasında ise, Kramer'e göre İnanna daha sonra Tammuz ile evlenir. Çiftçi Enkimdu ve çoban Tammuz çekişmesi, çiftçi Kabil ile çoban Habil'in acıklı sonu için kaynaklık etmiş olabilir. Tammuz'un özel güçleri arasında hastalıkları iyileştirme ve ölüleri diriltme vardır. Tammuz'un yeniden doğuşu ile ilgili önemli bir tarih olan 25 aralık günü, tıpkı iyi çoban İsa için de önemlidir ve günümüzde Noel olarak kutlanır. Bu tür benzer örnekler çok sayıda mevcuttur.

Sümerliler bir kadında olmasını istedikleri tüm özellikleri İnanna üzerinde toplayarak onu ölümsüzleştirmişlerdir. Güzel, şuh, çekici, şefkatli, hırslı, kavgacı, önder, kurnaz sıfatları üzerinde toplayan İnanna bereketin ve çoğalmanın da temsilcisi, kaynağı olmuştur. Plastik açıdan bu özelliklerin büyük bir kısmı İştar Vazosunda şekillendirilmiştir. Bu denli zengin bir karaktere sahip olan kültürlerin sanat eserlerine tema olarak İnanna'yı aktarması ve bunların bir kısmının seramik örneklerle şekillendirilmesi, bir seramikçi olarak paylaşmak istediğim ilgi çekici bir nokta oldu.

İnanna betimlemesi, İştar vazosundan detay
http://en.wikipedia.org/wiki/File:Ishtar_vase_Louvre_AO17000-detail.jpg

Seramik İştar vazosu, Larsa (Mezapotamya), M.Ö. 2. binyıl
http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Ishtar_vase_Louvre_AO17000.jpg


Myrina (Mysia), M.Ö. 1. yy.
http://en.wikipedia.org/wiki/File:Funerary_siren_Louvre_Myr148.jpg


Sümer'lilerin Ur şehrinden prehistorik seramik İnanna heykeli (h=75 cm.)
http://www-personal.une.edu.au/~rrelke/inanna.htm



Son olarak İnannanın eşi Dumuzi (Tammuz) için söylediği şiirden küçük bir kısmı aktarmak uygun olacak. Çünki bu şiirde de Çoban Dumuzi vahşi bir boğa olarak işaret edilmekte, gücü, dölleyici özelliği vurgulanmaktadır. Ataerkil sistemde boğa erkek tanrının, baş tanrının sembolüdür ve pek çok seramik boğa heykeli, bu kültün önemli sembollerindendir.
... güveyim
dumuzi'm, vahşi boğam
beni hoşnut tutsun
bırakın sözcükleri dökülsün
ağızlarından
ah! şarkıcılar
onların gençliği için söyleyin
nippur'daki şarkıyı
tanrı'nın oğluna armağan olsun
ben onu övmek için
şarkı söyleyen kadınım
şair onun şiirini söylesin
ben inana'yım
vulva şarkımı ona verin
benim derin vulvam
vulva cennetin kayığı
yeni ay güzelliği vulvanın üzerindeki
ekilmemiş çöl vulva
vahşi kızların tarlası
benim tepeciğimin
onun fışkırmasını özlediği yer
benim tepeciğim açık duruyor
ve soruyor
kim onu sürecek
vulva sırılsıklam
ben kraliçe
bu öküzü buraya getirdim
"o senin için
sürecek sabanı
kralımız dumuzi sürecek
senin için"
vulvamı sürün, kalbimi
kutsal kasıklarım onunla ıslandı
ah kutsal anne ...

MS2367/1 İnanna'ya ait bir ilahi metni, Sümer kil tableti, Babil, M.Ö. 20-17. yy., 21x17x4 cm.
http://earth-history.com/_images/ms2367a.jpg

Bu makalede kullanılan metin izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Kaynakça:
-BATUK, Cengiz , "Âdem ve Havva’nın Kitabı: Eski Ahit Apokrifasında Âdem ve Havva’nın Hayatı" Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006/2,c.V, sayı: 10,ss.51-96.
-CAMPBELL, Joseph, Yaratıcı Mitoloji, çev.: Kudret Emiroğlu, İmge Yay., Ankara, 1994, ss. 26-27
-ÇIĞ, Muazzez İlmiye , İnanna’nın Aşkı, Kaynak Yayınları, 1998
-KRAMER, Sümer Mitolojisi, ss. 179-181; James B. Pritchard, Near Eastern Texts Relaeted to the Old Testament Princenton University Pres, New Jersey 1955,41-42
-YAZIR, Elmalılı Hamdi, Türkçe Kur'an Meâli. http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=3&sid=53 URL erişim tarihi: 13.12.2012
-http://www-personal.une.edu.au/~rrelke/inanna.htm URL erişim tarihi: 13.12.2012
-http://en.wikipedia.org/wiki/Burney_Relief URL erişim tarihi: 13.12.2012
-http://earth-history.com/Sumer/Clay-tablets.htm#MS 2367/1  URL erişim tarihi: 13.12.2012