15 Aralık 2012 Cumartesi

KARARTMA TEKNİĞİ

 Avanos çömlekçiliği ve seramikleri hakkında yazılmış bir takım tezler, staj raporları ve makaleler mevcut iken ben burada, daha sade ve özgür bir dil kullarak, deneyimlerimi aktarmayı tercih ettim. Aklımda kalan bilgileri unutmadan kaydetmek için, gezi notları tadındaki bu yazıyı yazmaya yıllar sonra başladım. Bir seramikçi olarak Avanos'a ilk kez 1995 yılının ılık bir ilk bahar günü gittim. Yolculuk sırasında yanımda okul arkadaşım Sibel Baltacı da vardı. Kendisi bir kaç yıl önce stajını Avanos'ta yapmıştı. Sibel staj anılarını anlattıkça, bir seramikçi olarak Kapadokya Bölgesindeki Avanos'u mutlaka görmem gerektiğine karar vermiştim. O zamanlar İstanbul Topkapı'da Anadolu Otogar'ı denen bir keşmekeş vardı. İsmail Ayaz otobüs firması ile ilk hareket noktam olan Topkapı'dan yola çıkıp, Harem'de Sibel'le buluşup yola  devam ettim. Avanos'a vardığımda ilk kez bu denli kıraç bir iklim ve coğrafya ile karşılaştığımı hatırlıyorum. Görebildiğim yegane su, bulanık akan Kızılırmak nehriydi. Ömrüm boyunca görmeye alışkın olduğum Boğaz'ın maviliklerinden eser yoktu ama hiç değilse su vardı ve su hayattı. Antik Yunanda adı Halys olan Kızılırmak da bu bölgeye yüzyıllardır hayat getiriyordu.   Hititler'in Maraššantiya adını verdikleri bu nehir çömlekçiler için yüz yıllardır bir hayat kaynağı durumundaydı. Nehir tarafından şekillendirilen ve seramik üretimine elverişli olan bu topraklar, Avanos'ta da çömlekçiliğin gelişmesi için uygun bir zemin hazırlamıştı. Avanos'ta yaşadıkça Anadolu'nun bu en uzun nehrine alıştığımı ve hatta tuhaf bir şekilde sevmeye başladığımı fark ettim.

Vardığımız ikinci gün Avanos'ta pek çok ustayı yetiştirmiş olan Ahmet Taşkıran'ın atölyesi gittik. Kendisi bizi bekliyordu ve yola çıkmadan önce yanımızda kendisi için getirdiğimiz bir çuval boraksı ve bir kaç kilo krom nikel teli bekliyordu. Bu malzemelerle deneysel çalışmalarını devam ettirebilecekti. Avanos'ta geleneksel üretim sürecinde seramikler sırlanmazdı. Babacan tavırlı ve kısa sürede gözümüzde amcalığa terfi eden Ahmet Taşkıran, namı diğer "Baş Usta", bize deneme yanılma yoluyla elde ettiği sırlama becerilerini ve yönteklerini anlttıkça, kendisini hayranlıkla dinliyordum. Hurda kamyon akülerin parçalayarak içinden çıkardığı kurşunu ve bunu tavada kavurarak mürdesenk haline getirişini anlatması, kendisine bir simyacı gibi yaklaşmam gereğini hissettirmişti. Meydanda abisinin şekillendirdiği heykelin altında kahvede oturup sohbet ederken, zaman zaman zevkten tüylerim diken diken olarak, aklıma dahi gelemeyecek şeyleri gerçekleştirdiğini dinlemek bana büyük bir haz veriyordu. Sanırım "teneker" kelimesini yıllar sonra yeniden anlattığı hikeyelerin birinde duyuyordum. Teneker aslında borakstı. Kendisine getirdiğimiz bir çuval boraksı sır hammaddesi olarak kullanacaktı ve aslında bu sohbetler sırasında kısa hikayelerle karışık, bana "cila" dediği sır formüllerini veriyordu. "Falanca ölçü rakı şişesi kırığı, filanca ölçü teneker, bir tutam tebeşir, birazcık  da mürdesenk, cila tamam oldu işte". Bu şeffaf sırın formülüydü. Formüldeki kelimelerin bazılarını, 70'li yıllarda altın kaynağı yapan dedem Memet Usta'dan duyduğumu hatırladım. Nişadır, kezzap hep yıllar öncesinden hafızamda kalmıştı.
 
Ahmet Taşkıranla geçirdiğimiz günler zarfında, kısa sürede kendisinin bir nevi çırağı olmuştuk. Bu arada kendi çalışmalarımızı ve ilginç fikirlerimizi de hayata geçirmeye çalışıyorduk.   Burada kaldığım süre içinde pek çok önemli çömlekçi ustası ile tanışma ve atölyelerini ziyaret etme fırsatı da buldum. Çalışırken onları izledim, öğrettiklerini öğrenmeye çalıştım. Bunların benim için en önemlileri ise Büyük Mehmet Körükçü ve Küçük Mehmet Körükçü ustalardı. Ne tesadüftür ki her ikisinin de ad ve soyadları aynı ve kardeş değillerdi. "Büyük-Küçük" ayrımı ise hitabeti  kolaylaştırdığından, bunu yaşlarına uygun bir ön ek olarak kullanıyorduk ki bu durum herkes için (Avanoslu'lar için de) en pratik çözümdü. Belediye kararı gereğince şehir merkezinde fırın yakmak yasaklandığından, Ahmet Taşkıran ve bazı büyük üreticiler atölyelerini, sanayi bölgesine taşımışlardı. Daha küçük çapta üretim yapan ve daha ziyade turistik üretici konumundakiler ise şehirdeki küçük atölyelerinde çalışmaya devam ediyorlardı. Küçük ve zararsız fırınlarını ise akşam saatlerinde yakmayı tercih ediyorlardı. Mehmet Körükçü ustaların her ikisi de, şehirdeki küçük atölyelerinde üretim yapmayı tercih edenler arasındaydı. Dolayısı ile atölyelere daha çok gelen giden oluyor, yabancı turistlerle tanışma ve konuşma fırsatı bulabiliyordum. Çoğunluğu Fransız ve Japon turistlerin olduğu kafilelerden yolunu kaybeden bir kaç şanssız turistle tanışarak bir kaçına çömlekçi tornası kullandırma deneyimi bile yaşadım. Özellikle Japonlar çok komik oluyorlardı. Hele genç bir Japon oturmaya bile gerek duymadan ayakta çömlek çekip kendi kendine konuşuyor, ilginç mimikler eşliğinde tuhaf sesler çıkararak (misal:AREE) azimle ve üçüncü denemesinde basit bir çanağı şekillendirebiliyordu. Çalışmalarımızı tamamlayıp, yaklaşık 1 ay aynı atölyede çalıştıktan sonra, İstanbul'a dönmeye karar verdik. Sonunda tezgahta düzgün bir üzlük (bir tür yoğurt veya ayran kabı) yapmayı becerebilmiştim.

Tekniği açıklamaya başlamadan Önce kısaca K.Mehmet Körükçü'den de bahsetmek istiyorum. Kendisi turistik tabir edilen geleneksel Hatti ve Hitit formlarını ve diğerlerini en başarılı ve detaylı şekillendirebilen, şimdiye dek gördüğüm eli en hızlı ve pratik üretim yapabilen ustadır. Detaycılık, disiplin, işçilik ve kaliteye verdiği önem tüm ürünlerinde görülebilir. En iyi gaga ağızlı ve simit gövdeli formu kendisinin üretebildiğini iddia etmişimdir. Bu iddiamda haklı olduğumu da düşünüyorum. Özellikle gaga ağızlı testinin 15 cm. olanından 1 metreden daha uzun olanına dek üretebilen ve bu üretimi çok hafif bir seramiğe dönüştürebilen yegane usta.  Bu açıkama biraz ekşi sözlük maddesi gibi oldu fakat, kendisini son görüşümde yeni merakı olan udu ve dümbeleğe sarmıştı. Fevkalade örnekleri gayet iyi fiyatlara İstanbul'a pazarlaması, diğer çömlekçilerin de gözünü açmıştı fakat malesef diğer üreticilerin üretimleri aynı kalitede değil . Üretimdeki bu değişim ve pazarlamanın İstanbul'a kayması iddiamı doğrulamakta.

5. tür Avanos tepme tezgahı
Prof.Güngör Güner, Anadolu'da yaşamakta olan ilkel çömlekçilik adlı kitabında Avanos'ta kullanılan çömlekçi tornasını 5. tür tezgah olarak adlandırmıştır. Günümüzde atölyeler tepme tezgah da denen bu çömlekçi çarklarını turistik gösteriler dışında kullanmayı artık pek tercih etmiyorlar. Elektirikli torna Mehmet Körükçü gibi seri çalışan ustalar için önemli bir kolaylık sağlamış durumda.

Konu başlığı olan "Karartma Tekniği" B.Mehmet Körükçü'nün bana öğrettiği ve aslında basit bir redüksiyon denebilecek  teknikti. Bu teknikle üretilen seramiklere kara mal diyorlar ve satış fiyatını da sırf büyüzden ikiye hatta üçe katlıyorlardı. Bu kara mallar mutlaka perdahlı seramiklere uygulanıyor, redüksiyonun oluşturduğu siyah etki perdahla güçlendiriliyordu. Standart pişirime göre nispeten daha zahmetli ve riskli olduğundan, redüksiyon işlemi için seramiklerin de fırından sıcakken çıkartılması gerektiğinden, çömlekçiler çoğunlukla bu riske girmek istemiyor ve bu durum da, bu tür seramiklerin az üretilmesine neden oluyordu. 1997 yılındaki ikinci Avanos seferimden sonra, 1999 yılında üçüncü kez yine geldim. Bu kez ağırlıklı olarak B.Mehmet Körükçü Usta ile çalışıyordum. Çarşıdaki dükkanların bazılarında yüksek fiyata satılan siyah ve kısmen alacalı çömlekleri görüp ne olduklarını sorduğumda, bana istersem bunlardan yapabileceğimizi söylemişti. İşte o an heyecandan yine tüylerim diken diken olmuştu. Bu noktada kısaca ve adım adım karatma tekniğini açıklamak istiyorum.
 
B.Mehmet Körükçü fırını yakarken
Uygulamanın orta ve küçük boyutlu fırınlarda gerekleştirilmesi sağlıklı olur. Ölçü vermek gerekirse fırının 1 metre küp ve altı tercih edilmeli. Çünki pişecek seramikler fırın içinde üst üste yığılarak istifleniyor. Karartma yapılacak olanlar ise fırın bacasından en rahat dışarı alınabilecek şekilde yerleştirilmeliler. Pişirim tamamlandığında, derecenin geldiğini, çömleklerin akkor olmasını gözleyerek anlıyoruz. Aslında bu sıcaklıktaki seramiğe çıplak gözle bakmak doğru değil ama önemseyen mi var sanki yıllardır aynı şeyleri tekrar ederek bu güne dek gelmişler. Karartılacak seramikler kanca yada maşa ile fırın bacasından dışarı alınmadan önce kapaklı bir metal kap içerisinde redüksiyon için kullanılacak organik malzemeler yerleştirilir. Bir miktarı da en son seramiklerin üzerlerini tamamen kapatmak için ayrılır. Biz hazırda olduğu için yağ tenekesi kullanmayı tercih ettik ve içinde sırasıyla her sefrede farklı olmak üzere ince talaş, ince saman ve kömür tozu kullandım. Toplam 3 farklı deneme gerçekleştirdim.
 
Seramikler çıkartılmadan önce bacadan görünmleri
İlk denemede içerisine talaş yerleştirdiğim yağ tenekesine fırın bacasından akkor halde iken aldığımız seramikleri hızlıca doldurduk. Yaklaşık 10 cm. boşluk kalacak şekilde seramikleri tenekeye yerleştirip, üzerlerini tamamen artan talaşla kapladık. Tenekenin ağzını da ağır ve muhkem bir kapakla kapatıp bir gece soğumaya bıraktık. Soğuma süresi yaklaşık 10-12 saat yeterli oluyor. Bu sürede sıcak seramikler yanıcı organik malzeme ile buluşup yanma sonucu ortaya karbon çıkartıyor ve bu karbon da seramiğe hapsoluyor. Bu durum redüksiyon değil de nedir ki? Böylece kırmızı zeminli seramik siyaha dönüşüyor. Eğer talaşa gömülen seramik bir yerden hava alır ya da yeterince üzeri örtülmez ise, o kısımda alacalı bölgeler oluşuyor ki bu görüntü de çok artistik bir etki oluşturmakta. Sırf meraktan bu seramiklerin bazılarını kırarak kesitlerini de inceledim. Redüksiyon süresinin uzunluğuna bağlı olarak kesit rengi de griden siyaha kadar değişmekte. Sonuçta bünye içten ve dıştan karbonla siyahlaşmakta. Eğer bu siyahlaşan seramikleri tekrar pişirir ve redüksiyon yapılmazsa yeniden kırmızı seramiğe dönüşmekte.
 

Perdahsız ve kısmen redüklenmiş kylix
Fotoğraf: Aykan Özener
Redüksiyonu üç farklı yanıcı ile denedikten sonra en başarılı parlak ve doygun siyah etkiyi  saman ile elde ettim. İkinci sırada talaş yer aldı ve en kötü etki de elenmiş kömür tozuyla elde ettim. Çalışmalarım sonucunda antik yunan formlarından replikalar üreterek bunları farklı organik malzemelerle kararttım (redükledim). Perdahsız örneklerde de deneme yaptım ve çok başarısız bir etki oluştuğunu saptadım. İzlenimlerim sonucu turistlerin, doğal oluşları nedeniyle ile kısmen lekeli olan alacalı seramikleri tercih ettiklerini de fark ettim. Redüksiyon sonucunda tamamen siyahlaşmış seramiklerin sentetik boyalarla renklendirilmiş olabileceği şüphesi ile, alacalı olan seramikleri tamamen siyah olanlara yeğliyorlardı. Süreç olarak hem eğlenceli hem de bilgilendirici bir uygulama olan karartma tekniği, açık bir alanda üretim yapma şansı olan her seramikçi tarafından rahatlıkla denenebilir. Bahçeli bir atölye, ya da havalandırmalı kapalı bir atölyede bile uygulanabilir. Yalnız kullanılan fırının odunlu veya gazlı fırın olması tercih edilmeli. Elektrikli fırında da uygulanabilir fakat rezistans telleri zarar görecektir. Eğer elektrikli fırının içi ceketli ve teller korunaklı ise bu fırınlar da rahatlıkla kullanılabilir. Görselliği yüksek iyi sonuç elde etmemek ise imkansız.
 
Perdahlı olup, redüksiyona uğrayan ve uğramayan aryballosların yüzey farkı
Fotoğraf: Aykan Özener

Perdahlı ve perdahsız lekhytos yüzeylerinde redüksiyonun etkisi
Fotoğraf: Aykan Özener

Amphoriskosta başarılı bir perdah ve redüksiyon
Fotoğraf: Aykan Özener

Aryballosta başarılı bir perdah ve redüksiyon.
Fotoğraf: Aykan Özener
Bu makalede kullanılan bilgi ve fotoğraflar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
KAYNAKÇA:
-GÜNER Güngör, Anadolu’da Yaşamakta Olan İlkel Çömlekçilik (1988), Ak Yayınları Kültür Serisi, İstanbul