Bu yazıyı daha önce 2004 yılında 2.Üsküdar Sempozyumu için hazırlayarak sunmuştum. Sempozyum komitesince basılan kitapta tüm metin yer almakta. Buraya, yazıyı arayıp da ulaşamayanlar olabilir düşüncesi ile olduğu gibi aktardım. Özet kısmını gerek olduğu üzere değişiklik yaparak düzenledim ve önsöz niteliğinde bu kısmı yeniden hazırladım. Aslında bu yazıya ilişkin durum şöyle gerçekleşti: 18 Ekim 2012 tarihinde Çanakkale'ye gelmiş olan Ayhatun Ateşin'e tesadüf ettim. Kendisi ile sohbet ederken, Naile Cimit ortak tadıdığımız olduğundan mevzu Ünal Cimit'e geldi ve ilk tanışıklığımız da yine Naile Cimit sayesinde olmuştu. Laf lafı açarken artık kendisinin Kuzguncuk'ta bulunmadığını, rahmetli Ünal Cimit için onca uğraşısının sonuç doğurmadığını ve her şeyi toplayarak İzmir'e dönerek yerleştiğinden bahsetti. Bu duruma üzülmüş olmamla beraber, anılarımda tazelenen hatırlar ve Ünal Cimit'i yeniden anmamla bu yazıyı paylaşmaya karar verdim. Henüz yeni seramik öğrencisi olmuş iken, sağlığında kendisiyle tanışma
fırsatı bulduğum ve bor mineralini çok önemseyen Ünal Cimit, sinirli ve çabuk heyecanlanan mizacına rağmen,
yüreği sevgi dolu bir sanatçı idi. Türkiye’de sanat eğitimini tamamladıktan
sonra, Almanya’ya giderek kendisini seramik teknolojisinde de geliştirerek,
özel kuruluşlarda çalışmıştır. Sanatçının Türkiye’de bulunduğu yıllarda, özel
sektörde ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde görev yaptığı, bu dönem içerisinde
özel atölyesinde sanatsal çalışmalarını sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Anadolu'nun bereketli toprağına şekil veren bir seramik ve heykel ustası,
seramik ve heykelin farklı tatları olduğunu belirterek, seramik üretimini
‘‘uzay ve insan beyninin alçılanmaları’’ olarak tanımlamış, heykellerini ‘‘sevi
çiçekleri’’ olarak yorumlamıştır. 1993 yılında aramızdan ayrılan,
seramikçi ve heykeltıraş Ünal Cimit, yakın dönem Türk seramiğinin usta
temsilcilerindendir. Ünal Cimit, Üsküdar Kuzguncuk’ta kurmuş olduğu
atölyesinde, sanatsal çalışmalarının son dönemini gerçekleştirmiştir.
Vefatından sonra kendisi gibi seramikçi olan Eşi Naile Cimit, bir dönem aynı
atölyede çalışmalarını sürdürmüştür ve eşi adına gerçekleştirmeyi düşündüğü
“Ünal Cimit Müzesi” için çalışmalar yapmış ve girişimlerde bulunmuştur. Ünal
Cimit’in değerli eşi ve meslektaşı Naile Cimit’e bu yazıyı hazırlamam sırasında sağladığı katkılarından dolayı
teşekkürlerimi sunarım.
YAŞAM ÖYKÜSÜ
Ünal Cimit 1934’de Karadeniz Ereğli’de doğdu. İlk ve orta eğitimini
Ereğli’de, lise eğitimini Bursa Ziraat Lisesi’nde tamamladı. Liseden sonra 1952
de başladığı Güzel Sanatlar Akademisi yüksek resim bölümünde, üç yıl Halil
Dikmen ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde öğrenim gördü. Daha sonra
Avrupa’ya gitti. Üç sömestr Offenbach/Main Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’na
devam etti. Ardından Höhr Grenzhausen Sctatliche Keramische Schule’ye geçti.
Buradaki eğitimini üstün başarı diploması ile bitirerek, bir süre Heykeltraş
Fr. Schmit Rueter’in asistanlığını yaptı.
Almanya’daki çeşitli seramik ve porselen fabrikalarında form ve dekor
tasarımcılığının yanı sıra, bölüm yöneticiliği de yaptı. Almanya’da yaklaşık 10
yıl süren yaşamı sırasında, seramikçi Sadi Diren ve Alev Ebuzziya ile tanıştı.
Sadi Diren’le aralarındaki dostluk, Türkiye’ye döndükten sonra hayatına yeni
bir yön verdi. Bir süre Eczacıbaşı Süs ve Mutfak Eşyaları Fabrika Müdürlüğü
görevinde bulundu. Kısa bir dönem Turgut Bayraktar ile birlikte ortak olarak
Levent’teki atölyesinde çalıştı ve bu atölyeyi İbrahim Tayfun Durat’a devretti.
1976 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne
öğretim görevlisi olarak atandı ve endüstriyel seramik tasarımı atölyelerinde
görev yaptı. Naile Cimit ile, 1981’de İzmir’de açtığı sergiden sonra, kısa bir
dönem Buca’da Eğitim Yüksek Okulunda hocalık yaptığı dönemde tanışmıştır. Naile
henüz son sınıfta öğrencidir ve Ünal Cimit’ten son derslerini almıştır. O yıl
mezun olur. Aradan yaklaşık bir yıl geçer ve 29 Ekim 1982’de eşi Naile ile
evlenir. 1982 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesinde, daha
sonra da 1984 sonlarına kadar Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Seramik Ana Sanat Dalı’nda görev aldı. Bu kurumda Hamiye Çolakoğlu ile dost olup
birlikte çalıştılar.
Ünal Cimit 1984 yılında
üniversitedeki tüm görevlerini sona erdirir, kısa bir süre sonra kendisine
Kanada’dan profesörlük teklif edilir. İyi bir maaşın yanı sıra oturmaları için
bir de ev önerirler. Bu teklif eşini de heyecanlandırmıştır ve teklifi kabul
etmesini arzular. Oysa ki Ünal Cimit, hayatının 10 yılını yurt dışında
geçirmiştir ve bu deneyimlerinden, yurt dışında 2.sınıf görülen Türklerin
dramını bilmektedir. Vatanımdan ve ailemden ayrılmam diyerek cazip teklifi
reddeder. Kanada’da profesör olarak çalışmaktansa, Levent Sanayi Mahallesinde
Güncü Seramikte serbest sanatçı olarak çalışmayı yeğler. O dönemde yaşamını
eşiyle birlikte 1.Levent’te sürdürmekteydi. Yaklaşık bir buçuk sene sonra
Üsküdar’a taşınarak, Kuzguncuk’ta İcadiye Caddesi 86 Numaraya yerleşirler.
İcadiye Caddesi’nde bir üst sokak
olan Menteş Sokak 1 numarada Kilise vakfından kiralık boş bir arazi vardır.
Arazi kiralıktır fakat çevre insanların çöplük gibi kullandıkları bir yer
olduğundan, kimse alıcı gözle bakmaz. Ünal Cimit eşiyle birlikte daha geniş ve
rahat çalışabilecekleri bir mekana ihtiyaç duyduklarından bu arsayı kiralarlar.
Uğraşılar sonucu alandan 20 kamyon dolusu çöp çıkartılır.Temizlenen mekanın
zeminine beton atılır fakat parasızlık yüzünden bir yıl boyunca tek bir çivi
bile çakılamaz. Paraları ancak kirayı ödemeye yeter. Daha sonra kendisi alanın
etrafına duvar örmeye karar verir ve örer. Atölye yavaş yavaş çalışılabilir bir
hal almaya başlamıştır. Böylece kuzguncuğa daha sıkı bağlarla bağlanırlar.
Sanatçı 23.11.1993’te vefat edene dek bu mekanlarda çalışmalarını sürdürmüştür.
Ünal Cimit ilk kişisel sergisini
1978 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde gerçekleştirmiştir.
Toplam 34 kişisel sergi, sayısız karma sergi, konferans ve etkinliklere
katılmıştır. 2 uluslararası ve 3 ulusal toplam 5 ödülü bulunan sanatçı, 1982
yılında Serpo Cam fuarında, 1992 yılında ise seramik alanında yılın sanatçısı
seçilmiştir. Ayrıca 22 yapıtı müze ve koleksiyonlarda yer almaktadır.
SANATI, SANATÇI KİŞİLİĞİ ve SANAT GÖRÜŞÜ
Aslen resim eğitimi alan sanatçı,
Almanya’da seramikle tanışarak, resim eğitiminde hocası Bedri Rahmi’nin canlı
renk armonisini yorumlayarak seramiklerinde, çiçekler açtırmıştır. Seramik iki
ve üç boyutlu düzlemde değerlendirilebilen, plastik sanatlar alanında sanatla
bilimi bünyesinde birleştirmiş özel bir dalıdır. İyi bir seramikçi, tasarım ve
kurguyu 3.boyuta sağlıklı bir şekilde taşıyabilmesi gerektiği kadar, aynı
zamanda, seramik teknolojisini de iyi bilmeli ve uygulamalıdır. Bu uğurda
teknolojik gelişmeler ve bilimsel yöntemler seramikçinin emrindedir.
Ünal Cimit işte bu noktada, iyi
bir seramikçi ve toprağı bir şekillendirme amacı olarak kullanan iyi bir
heykeltıraş olarak değerlendirilebilir. Seramiği şöyle tanımlıyor sanatçı: “Kısır
döngüler içinde yoz beğeniler değildir seramik olgusu. Bir tutku ki, yaşatan,
seven, sevdiren; sesler, ışıklar, sözcükler, gönüller dolusu bir tutkudur
seramik.”[1]
Almanya’da seramikle tanışması,
sanatçının 2. boyuttan, 3. boyuta geçiş yapmasını sağlamış, seramiği tuvale
tercih ederek, 3 boyutun gizemi ve çok yönlülüğünü, kendisine özel renklerde
oluşturduğu sırlarıyla heykellerine aktarmıştır. Oluşturduğu seramik
heykellerini, bir adım daha öteye taşıyarak, bazılarını ve yenilerini bronzdan
da şekillendirmiştir. Zaman zaman ürettiği duvar panoları ve duvar
tabaklarında, seramik yüzeyleri tuval gibi kullanarak, canlı renklerle
oluşturduğu ekspresif lekeleri, dokuları, renk uyumlarını bir ressam mantığıyla
değerlendirmiştir.
Doku Ünal Cimit’in çalışmalarında
ön planda yer almaktadır. Oluşturduğu sırları kendine özgüdür ve bu sırların
bazıları, toplanmalı sır olarak adlandırılan cinstendir. Redüksiyonlu ortamda
oluşturduğu sırlarla yüzey ve formları, çıplak yüzeylere kıyasla, izleyicileri
görsel anlamda farklı düşüncelere yönlendirmektedir. Ele aldığı konular ise her
zaman Anadolu topraklarından çıkışlıdır. Heykellerinde kibeleler ve Anadolu
çiçekleri sıklıkla işlediği temalardır. Bunun yanı sıra küp ve amfora biçimli
seramiklerini de yoğun olarak üretmiştir.
Üretmiş olduğu seramikleri için
kendisi şunları söylemiştir: “Seramik yapımı için gerekli tüm kil ve mineraller
Anadolu toprağında dopdolu... Özellikle boraks ve türevleri yönünden dünyanın
en zengin ülkesi Türkiye’dir... Ondandır Anadolu insanı evrende seramik
tutkusuna ilk tutulan insanlardandır... Böyle güzel topraklara borcumuzu,
onları daha iyi değerlendirerek, daha güzel yapıtlar vererek ödemeliyiz...
Çalışmalarımda özenle dikkat ettiğim nokta tümüyle yerli malzeme kullanmaktır.
Çanaklarımda bu daha belirgin vurgulanır. Rölyef ve heykellerimde aynı olguya,
kişiyi yorumlamayı da ekliyorum. Sevinçler üzüntüler coşkular, sevgiler bazen
iç içe, bazen yan yana benim için. Bir çanak, bir rölyef veya bir heykel bir
şiir olmalı.”[2]
Parmakkapı İşbank Sanat
galerisinde açtığı sergisinden sonra Sezer Tansuğ, sanatçı için görüşlerini
şöyle dile getirir: “Seramik sanatında Melike, Candeğer, Güngör, Filiz, Alev,
Bingül vb. arkadaşlar... tümünün çıkış noktasında Füreyya Koral’ın dolaylı ya
da dolaysız bir yeri bulunduğunu da yinelemekte yarar görülebilir. Öte yandan
Sadi, Atillâ, Fehmi v.b. gibi sanatçıların etkin bir varlık gösterdikleri bu
alan Ünal Cimit’in son sergisinde seramiğe ilgi çekici bir form ve doku
katkısında bulunduğu etkinlikle, üzerinde henüz enine boyuna bir araştırma
yapılmamış olan çağdaş Türk seramik ekolünün ciddi boyutlar kazandığı gerçeğini
ortaya koynaktadır.”[3]
Kemal Moralı ise sanatçı ve
çalışmaları için şunları söylemiştir: Kendisini sanatına adamış olan Ünal
Cimit seramik konusu açılınca hemen o ünlü coşkusuyla “Yeşermiyorsa sevgi
tohumları ellerinde gelme”der... ve kendince seramiği şöyle tanımlar:
“...çağlar boyu gelen insanın evriminde ilk sanat dallarından biridir.
İnsanoğlunun ateşi bulmasıyla beraber seramik olayı karşımıza çıkmıştır. Ve
günümüze dek gelmiştir. Bütün çağlarda her ülkede, her yerde seramik olayıyla
karşılaşıyoruz. İlk önce insan bunu yalnızca kullanımı için düşünmüş... Sonra
bunu bezemeye çalışmış, daha bir güzelleştirmeye başlamış... Tanrılara adamış,
eşine, sevdiğine armağanlar hazırlamış... Evini, mekanını panolarla
güzelleştirmeye çalışmış, ki bu hâlâ devam ediyor ve dünya durdukça devam edecek...”
Ünal Cimit, gerek form gerek
malzeme yönünden Anadolu’nun köklü seramik olgusundan yararlanır. Toprak
sırlarını araştırır, seramiğine ham sırları uygular. Heykellerini pişmiş
toprakla gerçekleştirir. Heykel çalışmalarında en sevdiği malzeme hep seramik
olmuştur... Ve bütün seramik ve heykel çalışmalarında tamamen yerli malzeme
kullanmakla övünç duyar... Nitekim aynı konuda “Her malzemeden heykel yapılır
seramikten neden olmasın ki? Binlerce yıldan beri yapılmış. Ben de şimdi
Anadolu Ephesus Artemi’inden günümüze yorumlamalar yapıyorum,” diyor...”[4]
Sanatçının Atatürk Kültür
Merkezi’nde açtığı sersi sonrasında ise eserleri ile ilgili şu yorumlar
yapılmıştır: “Ünal Cimit’in Anadolu’nun binlerce yıllık seramik geleneğini
çağdaş bir beğeni düzeyine ulaştırmak yolunda öteden beri süren araştırıcı,
sevecen, coşkulu ve üretken çabasına yeni bir katkı sayılabilir. Cimit’in soyut
ve çoğul formların kombine etkisini gözeten yapıtları kendi kökeninden kopmayan
antik bir çağrışım uyandırıyor. İlk kez bu sergide izlediğimiz 52 yeni pano
seramiğinde ise toprak sırın doğal renk etkileri soyut bir resim tadıyla
biçimlendirilmiş. Efesli Artemis ve Kibele formlarının çağdaş yorumlarını
öngören figür soyutlamalarında da sanatçı, seramik sanatının beşiği Anadolu
topraklarının bir çoğu olarak, bu esin kaynağından yararlanmaktan geri
kalmıyor.”[5]
Sanatçı 1991 yılında
rahatsızlanır ve Kadıköy Numune Hastahanesinde tedavi olur. Hiçbir sosyal
güvencesi olmadığından, taburcu olabilmek için gereken masraflar ödenememiştir.
Hastahanede rehin tutulur. Bu durumdan bir şekilde dostu Can Yücel haberdar
olur ve konuyu görüşmek üzere zamanın belediye başkanı ile görüşür. Başkan
konudan haberi olmadığını belirterek Can Yücel’e yazdığı mektubu verir ve
mektubun Hastahane başhekimine verilmesini söyler. Eşi Naile, mektubu
söylendiği gibi başhekime verdiğinde, başhekim üzülerek neden durumu bana haber
vermediniz? der. Akabinde Ünal Cimit çiçekler eşliğinde taburcu edilerek evine
uğurlanır. Tüm bu olaylar yaşanırken sanatçı geçmiş yılların birikimlerini
harmanlayarak, hasta yatağında projeler üretip, tasarımlar gerçekleştirmiştir.
O dönem kaleme aldığı notları
şöyledir: “Yaklaşık 4,5-5 yıl önceydi (1986-87). Sevgi tohumları ile
dopdoluydum. Burhaniye / Ören’de yine bir sabah erkenden kalktım. Daha önce de
severdim çiçekleri, konuşurdum, onlarla dostluk kurardım. O günden bu yana
yüzlerce (belki bin) çizim yaptım irili – ufaklı. İki yıl önce üç boyutta
biçimlendirmeye aşladım. Şu anda 250-300’ü buldu. Kırılganlığını önlemek için
bronz dökmeye başladım...Büyük bir istekle sürdürmekteyim. Hastanede olsam bile
ileride Toros ve Erciyas Dağlarını anıtsal olarak düşünmekteyim. Ardından sevi
insanları dizisi biçimlendirilmeye başlanacak....Ah bir de zaman ve maddi
sorunlar...”[6] “...seramikten heykel
formlarına uzanan tutkulu bir çalışmanın, bulgularla bütünleşen verimlerini ve
bu verimlerin zenginliği... bugüne kadar kendisine öğretilmiş olanlarla,
kendisinin bizzat öğrenmiş olduğu şeyleri aşmaya yönelik bir çaba var ki, bu
çabanın benzerlerini bir çok meslektaşında bulmak gerçekten zor. Olanaklarını
kendisi yaratıyor, sınırlarını kendisi çiziyor...sırlanmış tabaklarında, amfora
ve küplerinde, sanki tarihin derinliklerine ilişkin sırları dışarı vurmak
istercesine, yüzey dekorasyonu altında hareket kazanıyor. Cimit’in seramik
objelerinde toprak, sıradan bir hammadde değil, onun ötesinde bir ifade aracı.
Tabak formlarında, bu toprak yüzeyi örten mat ve transparan sırların
oluşturduğu alaşım, gizemli bir oluşumu simgelemekte sanki....Amfora ve küp
yüzeylerindeki yoğun seramik dokuyla, deniz altında yıllanmış arkeolojik
buluntuları andırıyor. Aynı şeyin bir benzerini sanatçının lale formundan
esinlenerek oluşturduğu bronz heykelciklerinde de görmekteyiz. Onların da
yüzeyinde oksidasyona uğramış bir kabuk, bize eskimişliğin antik şiirini
anımsatıyor.”[7]
Sanatçı Ünal Cimit
gerçekleştirdiği farklı branşlardaki sanatsal çalışmalarla, plastik sanatlar
alanında çok yönlü bir kişiliği olduğunu gözler önüne koymuştur. Anadolu
topraklarına gönülden bağlı bir insan olarak, tarihi değerlerimizi ve üzerinde
yaşadığımız toprakların, köklü geçmişini günümüze yansıtabilmek için,
eserlerini araç olarak kullanmıştır. Eserlerinde, sergilerinde, yazılarında,
notlarında ve röportajlarındaki her fırsatta, kültürel, arkeolojik ve
minerolojik değerlerimizi ön plana çıkartıcı yönünü ortaya koymuştur.
Eserlerinde organik biçimler ağırlıklı olarak görülür ki, bu da ele aldığı
konular paralelinde gelişim göstermiştir.Seramiklerini sırlamada kullandığı
karakteristik doğal ve yerli hammaddelerle geliştirdiği kendine özgü
sırlarıyla, haklı bir ün sahibidir. Anadolu toprağının değerini bilip, bunu
uygun olan her alanda kullanılarak, yaşadığımız topraklara ancak bu şekilde
layık olabileceğimizi belirtmiştir. Bu konuyla ilgili son sözler yine
sanatçının kendi notlarından: “Yer kabuğundaki Boraks
rezervlerinin %68’i Türkiye’de bulunmaktadır. Cam ve seramik sanayisinin ana
maddesidir. Uzay araçlarının katı yakıtı kurgusu içindedir. Ülkeler vardır
petrol ülkesi olarak tanınır. Ülkeler vardır altın, gümüş, bakır, sanayici
olarak tanınır. Neden Türkiye Boraks veya cam veya seramik ülkesi olarak tanınmasın.
Aydınların, yöneticilerin bu büyük hatasını en kısa zamanda kapatmalıyız.
Boraks gülmeli, Anadolu gülmeli camda, seramikte sevgi çiçekleri açmalı tüm
evrene kokular saçan, allı morlu, karalı aklı”.
Yurduna bu kadar önem verip
hassasiyet gösteren bir sanatçının duyarlılığını, hepimizin hissedebilmesi ve o
şekilde yaşaması sağlıklı olandır. Sanatçının eşi tarafından, atölyesinin bir
müzeye dönüştürülme fikri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kabul edilmiş
olup, işlemler devam etmektedir. Yine de toplum olarak, yitirdiğimiz
değerlerimize ne derecede değer veriyor ve onları yaşatabiliyoruz.
Kuzguncuklular ve kendi branşından sanatçılar tarafından yeterince tanınan Ünal
Cimit’in adına başlatılan bu projenin bir an önce sonuçlanmasını diliyor,
kendisini rahmetle anıyoruz.
Bu yazının orjinalinde yer alan görüntülerin tümüne basılı kitaptan ulaşılabilir. Kullanmak istediğim son görüntü ise koleksiyonumda yer alan bir Ünal Cimit seramiğine aittir.
[1] Cumhuriyet Gazetesi, 2
Şubat 1982
[2] Ünal Cimit’in 11 Ocak
1982’de ODTÜ kütüphanesinde açtığı sergisi için TRT röportajından alıntı.
[3] TANSUĞ Sezer, “Değinmeler”
Sanat Çevresi, No:19, Mayıs 1980, sf:26
[4] MORALI Kemal, “Toprakla
Şiir Yazan Sanatçı: Ünal Cimit” Sanat Çevresi, No:91, Mayıs 1986, sf:46
[5] KÖKSAL Ahmet, “Çoker,
Cimit, Genç...” Milliyet Sanat Dergisi, No:185, 1 Şubat 1988, sf:47
[6] Ünal Cimit’in Hastahane
notları
[7] ÖZSEZGİN Kaya, Milliyet
Sanat Dergisi, No:283/1, 1 Mart 1992
Bu bildiri ve görselleri izin alınıp kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Bu bildiri ve görselleri izin alınıp kaynak gösterilmeden kullanılamaz.