“... Tulpar binen alır düşmandan öcünü.”
Erali/Şirali destanı
Tarih öncesi çağlardan itibaren sürekli gelişim gösteren insan oğlu, hayranlık ya da korku duygusu ile yaklaştığı, tapındığı ya da önem verdiği somut yada soyut varlıkları bir biçimde ifade etme ihtiyacı duymuştur. Bu ifade kimi zaman iki boyutlu olarak bir mağra duvarı gibi bir yüzeye, ya da üç boyutlu olarak biçim verebildiği herhangi bir madde ile olmuştur. Neolitik çağdan itibaren seramik üretmeyi öğrenen insanoğlu, gelişen teknik ve zevkleri sonucunda daha nitelikli ürettiği seramiklerde, bu biçimlendirme anlayışını devam ettirmiştir.
Hazırlamaya çalıştığımız bu kılavuzda, özellikle antik çağdan itibaren seramik biçim ve yüzeylerde karşılaştığımız, hayal ürünü yaratıklarla ilgili başlangıç niteliğinde bir derleme yapılmaya çalışılmıştır. Ele alınan örnekler yanlızca fikir vermesi amacıyla seçilmişlerdir. Bu örneklerde herhangi bir sistematik yaklaşım benimsenmemiş, yalnızca basit bir sınıflandırmaya gidilmiştir.
Seramiğin keşfi ile birlikte hayal ürünü varlıkların şekillendirilmeye başladığını söylemek elbette doğru olmaz. Bu nedenle, burada yer alan örneklerden en eskisinin geometrik döneme tarihlendirildiğini ve bu örneğin de bir at adam (sentor/centauros) olduğunu belirtmek durumundayız. Bu kısa yazı bir arkeolojik araştırma yazısı olmadığından, konu seramik çeşitliliğinin saptanmasına yöneliktir. Bu yüzden daha detaylı yapılacak araştırmalarda, geometrik dönem öncesine ait örneklerin varlığından da bahsedebilmek mümkün olabilir.
Bu konuyu ele almamızdaki nedenlerden biri, seramik sanat tarihine baktığımızda, eski ustaların ya da üreticilerin, belirli konular dahilinde çalışmış oldukları ve bu konuları çalışırken de, belli referanslara ihtiyaç duyduklarını ortaya koymaktır. Bizim referans noktamız ise din paralelinde gelişen mitolojik öykülerde adı geçen hayal ürünü yaratıkların, ki bunlara mahluklar da denebilir, seramik üretiminde sıklıkla esin kaynağı olarak kullanılmış olmalarıdır. Kullanılan bu mahluklar kimi zaman bildiğimiz canlıların çeşitlemeleri olabildiği gibi, kimi zaman da farklı bir kaç canlının tek bir bedende vücut bulmuş halleridir. Bu mahlukları temel olarak sınıflandırmak gerekirse:
I. İnsan çeşitlemesi mahluklar
I.I. İnsan + hayvan birleşimi hayali mahluklar (Sentor: İnsan+at)
I.II. İnsan + hayvan + hayvan birleşimi hayali mahluklar (Triton: İnsan+balık+at)
II. Hayvan çeşitlemesi müstakil mahluklar (Tepegöz)
III. Hayvan+hayvan birleşimi mahluklar
III.I. 2 farklı hayvanın tek vücutta betimlenmesi (Grifon: Kartal+aslan)
III.II. 3 farklı hayvanın tek vücutta betimlenmesi (Khimera: Aslan+keçi+yılan)
Listelenen mahluklara dair örnekleri ele almadan önce, konu olarak neden böyle bir tercihe gidilmiş olabileceği ve bunun sonucunda, günümüz seramik sanatına ne tür etkileri olduğuna değinmek de yerinde olacaktır. Seramikte gelişim süreçlerinin incelenmesi noktasında, ihtiyaç duyulan esin kaynakları arasında yüz yıllardır rastladığımız bu tür mahluklar hakkında, pek çok çalışma yapılmış, kitaplar yazılmıştır. Özellikle fantastik edebiyat ve sinemanın günümüzde popüler oluşu ve bir değer olarak yükselmesi sayesinde, fantastik mahluklar ile çok daha sık karşılaşmaya başladığımız şu günlerde, ele aldığımız mahlukların geçmişinin çok eski tarihlere dayanmakta olduğunu vurgulamaya çalışacağız. Bunu yaparken de, hayali, mitolojik, fantastik ya da adı her ne olursa olsun, bu mahlukların belirli nedenlere dayanarak ortaya çıkmış olabileceği gerçeğini göz ardı etmememiz gerekmektedir.
Antik çağ insanları, bu mahlukları, sözlü miras unsuru olarak kuşaklar boyunca efsaneler aracılığıyla aktarmış, yazının keşfi sonrasında ise önemli efsane ve masallarla kayda alınarak günümüze dek ulaşabilmiştir. Bu noktadan bakıldığında, disiplinler arası bir çalışmanın ortasında buluveririz kendimizi. Arkeoloji, mitoloji, etnografya, tarih, sosyoloji, teoloji, folklor, mimari, plastik sanatlar ve seramik bu mahluklar sayesinde iç içe geçmiş durumdadır. Her mahluka dair analizi ve kavramayı yapabilmek için, saydığımız bu disiplinlerden çoğunlukla bir kaçını birlikte ele alarak örnekleri değerlendirmek yerinde olacaktır.
En ilgi çekici bulduğumuz mahlukat, kanatlı at olarak betimlenen “Tulpar”dır ve farklı mitolojilerde Pegasus, Burak olarak adlandırılan örnektir. Kanatlı at farklı coğrafyalarda daha farklı isimler de almaktadır. Bu yazıda özellikle Tulpar örneği üzerinde durularak, Öntürk sanatından itibaren bilinen bu kanatlı atın, antik Grek (Helen) sanatı öncesine dayanması gerekmektedir. Kaynaklar ve örneklerle, Tulparın geçmişi üzeride, seramik verilerini de kullanarak bir saptama ve köken araştırmasının kanıtlarına ulaşılmaya çalışılacaktır. Böylelikle ulusal kültürlere ait verilerin gerçekçi bir şekilde ortaya konulması ve kültürel bozulmanın önüne geçilmeye çalışılacaktır. Kimi kaynaklarda kanatlı at figürünün geçmişinin Kuzey Mezapotamya'da MÖ 13-14. yüzyıllara tarihlenen Sümer ve Asur sanatında tasvir edildiği iddiası mevcuttur. Gürçay makalesinde kanatlı atın, Mezopotamya uygarlığında ortaya çıktığını (43) aşağıda yer alan silindir mühürü referans göstererek belirtmektedir. Kalsedondan mamül bir silindir mühür yüzeyinde betimlenmiş bu örnek, her ne kadar kanatlı at olarak algılansa da, Sümer mitolojisinde yer alan bu kanatlı at, aslında boynuzları olan ve hatta pençeleri olan karışık bir örnek olup, bildiğimiz kanatlı at figüründen çok farklı bir mahlukattır. Yine aynı makalede Gürçay’ın kanatlı at ile sentoru (centauros) aynı mahluk olarak belirtmesi (43), yazarın eksik bilgisi ile bu çıkarımı yapmış olduğunu ve kanatlı atın kökeni ile ilgili tespitinin talihsiz bir ifade olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle kanatlı atın kökenini Mezopotamya’da aramak yersizdir.
Kanatlı, boynuzlu ve pençeli at, MÖ 13-14.yy. Kaynak: Metropolitan müzesi |
Bu noktada kanatlı at Tulparı Asya sanatında aramak ve bu paralelde değerlendirmek farklı bir yaklaşım olarak doğru olacaktır. Pegasus dendiğinde, ortalama sanatsever insanlar arasında bir fikir sahibi olanların sayısı, Tulpar dendiğinde fikri olanlara kıyasla oldukça azdır. En azından kendi gözlemlerimize dayanarak, sanat eğitimi alan öğrenciler arasında saptadığımız durum böyledir. Bu nedenle, Türk kültür ve sanatına ait bir verinin, Grek medeniyetine ait olduğunun zannedilmesi dahi, eğitim sistemimizde olan bir eksikliğin göstergesidir. Masal, efsane ve sanatımıza ait veriler, ilköğretim çağından itibaren yeterince önemsenmemiş, eğitim sistemimizin bir parçası haline getirilmemiş olduğundan, yaşanan bu durum aslında çok doğal bir sonuçtur. Bu durum müfredatta sanat ve sanat tarihi hatta kültür tarihi derslerinin olmamasının sonucu olup, yerli ve milli olma yolunda ilerlemeye çalışılırken, bir kez daha üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur.
Kaynak: Kanatlı At Betimlemelerinin Türk Resim Sanatındaki Masalsı İzdüşümleri sf.38 |
Tulpar örneğini Öntürk sanatıyla ilişkilendiren en önemli arkeolojik buluntu, Kazakistan'daki Esik Kurganı’nda bulunmuş olan “Altın Elbiseli Adam”a ait altın taçta yer alan bir çift kanatlı at figürüdür. Aynı kurbanda grifon betimlemesi de bulunmuştur ki, bu da incelenmesi gereken ayrı bir mahluktur. İskit sanatına ait olan bu kurganda bulunmuş örnekler MÖ 5. yy. a aittir. Her ne kadar bahsedilen örnekteki atların, boynuzları olsa da Kutlu da bu figürleri eserinde “Tulpar” olarak adlandırmıştır (2020:47). Bu kanatlı at figürü olan Tulparı, Öntürk olan İskit’ler ile doğrudan bağlayan örnek, kanatlı at inancının aynı zamanda İskit'lere ait bir inanış olduğunu da ortaya koymaktadır. İskitlerin MÖ. 900-250 yılları arasında tarih sahnesinde varlık gösterdiği bilindiğinden, Tulparın geçmişini MÖ. 10. yy.a kadar geriye götürebilmek mümkün görünmektedir. Bu tarih ise bizi seramik sanatı kronolojisinde Protoeometrik çağa ulaştırır. Protogeometrik dönem seramiklerini, üç boyutlu olarak ya da seramik yüzey bezemelerinde kullanılan figürler olarak değerlendirdiğimizde, kanatlı at figürüne rastlayabildiğimizi kendi adımıza söyleyemiyoruz. Bunun nedeni ise, kanatlı atın doğuya özgü bir figür olması ve doğuya dair mitolojik verilerin ve kültürel, dini unsurların antik Greklere, yani batıya henüz ulaşmadığı ve oryantalizan döneme dek de ulaşmayacak oluşudur.
Antik çağda kendilerinden olmayan halkları “Barbar” olarak nitelendiren Grekler, zenginliklerini artırma uğruna, kolonileşmiş, Ege’den Anadolu’ya oradan da daha içlere doğru devam ederek Perslerle çetin bir rekabete girişmiştir. MÖ.720 lerden itibaren kolonileşen Grekler, Anadolu kıyıları, Mısır, İran ve ötesine dair bilmediği yeni unsurları, bu tarihlerde başlayan oryantalizan çağ ile birlikte kendi kültürlerine aktarmaya başlamışlardır. Anadolulu halklardan Frig, Lidya, Likya ve niceleri, Greklere göre barbardır. Gerklere göre az gelişmiş olan, kendilerinden olmayan halklar her yönüyle birer doğal kaynak gibi değerlendirilmişlerdir. Yalazı, “Panhellenizmin Kölelik Boyutu” adlı makalesinde Greklerin köleliğe bakışına, kölelik sayesinde zenginlik ve üstünlük yaratma anlayışlarına değinmiştir. “... günümüzde az gelişmişlik, doğululuk gibi imgeler ile toplumların beşerî ve maddi zenginliklerinin gelişmiş, batılı ülkelere transferi söz konusudur. Aynı eğilimin antik dönemde de var olup olmadığı ise araştırılmaya değer bir konudur” (YALAZI:2020, 291) demektedir. Köleleştirdikleri Persleri, kazanç ve yaşamlarının önemli bir parçası olarak gören Grekler, bu davranışı Anadolu ve çevresi kavimler için de uygulayarak Roma uygarlığına dek bu sistemi devam ettirmişlerdir. Roma da bu sistemi koruyarak sürdürmüştür.
"Kolonizasyon → Kölelik → Kültürel hırsızlık → Para → Zenginlik" zinciri Greklerde neredeyse bir saadet zincirine dönüşmüş, Tulpar ise bu kültür hırsızlığında, Grek mitolojisinde yer alacak önemli bir figür olan, Pegasusa dönüşmüştür.
Tulpar ya da Pegasus ile ilgili seramik malzeme ile şekillendirilmiş betimlemeler her ne kadar örnekler eşliğinde incelecek olsa da, burada özellikle üzerinde durmak istediğimiz bir örnekten bahsetmek, geniş zaman dilimlerinin aşılması ve geleneksel sanatlarda karşılık bulması adına önemli olacaktır. Bu örnek geleneksel Çanakkale seramikleri olarak bilinen ürün grubu içinde değerlendirilmesi gereken bir kanatlı at figürüdür. Bu kanatlı at ile ilgili daha önce yazdığımız yazıda da belirttiğimiz gibi, çok nadir bir Tulpar figürüdür.
Tulpar, Geleneksel Çanakkale Seramiği, Kaynak |
Çanakkale seramikleri arasında yer alan at başlı testilerin boyun kısmının her iki yanında yer alan kanatsı yaprak eklemelerinin, yine Tulparın kanatları olma olasılığını tespit eden Berrin Kayman da, bu durumun önemini sunum ve yazılarında vurgulamıştır.
Aşağıda sınırlı sayıda yer verdiğimiz örnekler, konuya giriş niteliğinde olup, mahlukat çeşitliliğinin tespitinde kolaylık sağlaması için seçilerek kullanılmışlardır. Bu konu ile ilgili ödev hazırlayacak ve tasarım yapacak öğrencilerimin, buradaki örneklerden farklı olanlarını kullanmaları gerekmektedir.
Devam edecek....
Grifon, Frig, MÖ 600-550, Kaynak: |
Kymera, siyah figür amfora, Etruria, MÖ 550-525, Kaynak: |
Tifon, Kaynak: |
Hidra, siyah figürlü Girit hidrası, MÖ, 346 Kaynak: |
Apulian Hipokampus riton, MÖ 350-340, Kaynak: |
Kadmos Ejderi, Arkaik, Siyah Figür Amfora MÖ 560–550 Kaynak: |
Kerberos, Arkaik Kırmızı figür Attik, Atina MÖ 6, Kaynak: |
Satir, Korinth, MÖ 580-570, Kaynak: |
Sfenks, Attika, MÖ 470-450, Kaynak: |
Harpi, Rhodian, MÖ 550-500, Kaynak: |
Tepegöz, Protoattic Eleusis Amfora, MÖ 660, Kaynak: |
Sentor, Geometrik dönem, Kaynak: |
Triton ve Herakles mücadelesi, Attik siyah figürlü hidra, MÖ 560-550, Kaynak: |